LADY DIANA'NIN ÖLÜMÜ VE PAPARAZZI GAZETECİLİĞİ
Süleyman İrvan
Paparazzi sözcügünü iletisim literatürüne kazandiran kisi, Italyan yönetmen Frederico Fellini'dir. "La Dolce Vita" filminde, Paparazzo adli bir foto muhabiri, küçük Fiat otomobiliyle ünlü sanatçilarin ve sosyetenin pesinden kosarak hayatini kazaniyordu. Bu filmin ardindan, ünlü kisileri zor durumda birakacak fotograflar çekmeye çalisan fotografçilara veya foto muhabirlerine paparazzi denilmeye basladi. Her sansasyonel olayin ardindan tartisma konusu olan paparazziler, son olarak yüzyilin en büyük avlarindan birisi olan Lady Diana'nin bir trafik kazasinda ölümüyle tekrar gündeme geldiler.
Bu yazida, öncelikli olarak paparazzi fotografçiliginin etik boyutu üzerinde durmayi planliyordum. Ancak, Internet'te gezinirken yakaladigim Diana dosyasindaki bazi yazilar fikrimi degistirmeme neden oldu. Bu yazilarda agirlikli olarak Diana ile tabloid basin arasindaki iliskiler üzerinde duruluyordu. Kimin av, kimin avci oldugu konusunda kafa karistirici bir durum söz konusuydu. Zaten yaziyi geciktirmemin temel nedeni de buydu. Medya etigi ile ilgilenen birisi olarak, Diana ile paparazzilerin iliskisini hangi baglamda ele almak gerektigine bir türlü karar verememistim. Acaba, Diana'nin tabloid basinla ve paparazzilerle yakin iliskisi göz önüne alindiginda, basinda yillardir yayimlanan sansasyonel Diana fotograflari birer kurmaca miydi? Eger hersey önceden planlaniyorduysa, bir etik tartismasina girerek paparazzileri Diana'nin ölümü üzerinden sorgulamak dogru mu olurdu? Her gittigi yeri gazetecilere haber veren bir ünlünün uzaktan teleobjektiflerle çekilmis fotograflari özel yasama müdahale sayilir mi?
Bu sorulara yanit ararken, paparazzi fotografçiligini tartisabilmem için daha farkli örneklerden yola çkmam gerektigine karar verdim ve bu yaziyi Diana ile tabloid basin ve paparazziler arasindaki iliskiyle sinirlandirmaya karar verdim.
Diana ve tabloid basin: gerçek hikaye hangisi?
Galler Prensi ve Ingiliz Kraliyeti'nin veliahti Charles'la evliligini 1996 yilinda bitiren Diana, Paris'te, 30 Agustos'u 31 Agustos'a (1997) baglayan gece yarisinda yeni sevgilisi Misir asilli Dodi El Fayed'le paparazzilerden kaçarken (ya da kaçiyormus numarasi yaparken) bir tünelde geçirdikleri kaza sonucu yasamini yitirdi. Ölümün ardindan tüm dünyada büyük bir gürültü koptu. Hatta Türk basinin pek çok ünlü köse yazari bu ölüm üzerine yazilar yazdi. (Türk basininda Diana'nin ölümü üzerine yazilan köse yazilarinin iyi bir derlemesi, Yapi Kredi Yayinlarindan çikan, My Lady Di(es): Bir Prensesin Ölümü isimli kitapta yer almaktadir.)
Gerek Türk basininda gerekse de dünya basininda yayimlanan yazilarda Diana'ya iliskin iki hikaye çarpismaktadir. Bunlardan birincisi ve kamuoyunda daha çok ragbet göreni, Diana'yi at sinekleri (paparazzi Italyanca'da vizildayan sinekler anlamina gelmektedir) gibi takip eden paparazzilerin en sonunda onun ölümüne neden olduklarini anlatmaktadir. Bu hikayeyi ilk anlatan kisi, Diana'nin agabeyi Lord Spencer'dir. Spencer ölüm haberini aldigi gece, "basinin eninde sonunda Diana'yi öldürecegine inaniyordum. Ama onun ölümünde bu kadar dogrudan rol alacaklarini asla tahmin edemezdim," demistir (American Journalism Review, Ocak 1998). Türk basininda da hikayenin bu versiyonuna inananlarin sayisi az degildir. Zaman gazetesi köse yazari Hüseyin Gülerce, ölümden gazetecileri sorumlu tutarken sunlari yaziyordu: "Ölümü Ingiliz halkini derinden sarsan Prenses Diana'nin evlendikten sonra kendisine ait bir hayati olamadi. Artik o haberlerinden ve fotograflarindan para kazanilan bir medya ürünüydü. Gazetecilerden kaçarken geçirdigi trafik kazasinda ölmesi bile bu açidan anlam yüklüdür. Acaba Diana'nin hayati, topluma medya eliyle kurban edilen kaçinci hayattir?" (1 Eylül 1997). Milliyet gazetesi köse yazari Ali Sirmen (1 Eylül 1997) de gazetecileri suçluyordu: "Ölüm Lady Di ile sevgilisini merakli objektiflerden kaçmak isterken yakaladi. Daha dogrusu, özel yasama yönelmis merakli objektiflerin sahipleri bu kez, istemeden de olsa katil rolüne soyunmuslardi. Bu durumda, otuz yili askin süredir gazetecilik yapmis bir kisi olarak, bu tür haberleri hiç kovalamamis bile olsaniz, ne hissedersiniz? Herhalde tiksinti ve mesleginiz adina utanç degil mi? Çünkü kabul etmek gerekir ki, cinayetin failleri, gazeteciligin bir türünü icra etmekte olanlardir." Zaman gazetesinden Fehmi Koru da (2 Eylül 1997), "paparazzi gerçegi özel hayatin gizliligine alenen tecavüzün meslek haline dönüstürülmüs biçimidir" diyerek hem gazetecileri hem de onlara avuç dolusu para saçan gazete yöneticilerini elestiriyordu. Sabah gazetesi yazari Ahmet Altan (5 Eylül 1997), Diana'yi Albert Camus'un ünlü romani Yabanci'nin ana karakteriyle karsilastiriyordu. Diana saraya gelin giderek ruhunu satmis ama geri almak istediginde du kiyamet kopmustu. "Buldugu adam affedilmez bir sekilde zengindi. Çevrelerinde çakan flaslar gittikçe çogaliyordu. Bir yatta çekilmis mayolu resimleri, aramla öpüsürken çekilmis resimleri, bacaklarini bir duvara dayarken çekilmis resimleri ardi ardina yayinlaniyordu. Fotografçilar, onlari gönderen kalabaliklarin idam mangalari gibi geliyorlardi. Her çekilen resimle biraz daha parçalandigini, biraz daha öldürüldügünü hissetmemesi imkansizdi sanirim... Kaçmasi için bir neden yoktu aslinda ama artik nerede kaçacagini nerede duracagini, ölçülerin ne oldugunu, kaçmak mi yoksa yakalanmak mi istedigini o da kestiremiyordu. Motosikletliler arabayi kusattilar. Süratle girdiler bir tünele. Son bir flas patladi soförün yüzüne. Beton bir sütuna vurdular. Prenses artik ölüyordu ama fotografçilar kursuna dizilen mahkumun beynine son kursunu sikan subay gibi ölmekte olan prensesin aciyla katilasmis yüzüne son flaslarini sikiyorlardi. Flaslarin altinda öldü." Ayni gazeteden Güngör Mengi'ye göre (7 Eylül 1997), Diana ölürken bile insanliga hizmet etmisti: "Prensesin son hizmetlerinden biri, insan mahremiyetine yönelen meraka haddini hatirlatmak oldu. Bunun en önemli muhatabi biz gazetecileriz. Bizi görev ve sorumluluklarimizi yeniden gözden geçirmek, bütün insanlari da içlerinde gizlenmis paparazzi ruhunu yargilamak sorumlulugu ile bas basa birakti. Bu sorunu bile büyük ölçüde çözdü sayilir: Çünkü medyadan yükselen savunma gerekçeleri, pismanlik yansitan görüsler yaninda vizilti kaliyor."
Ikinci hikaye, merkeze paparazzileri degil, Diana'nin bizatihi kendisini yerlestirmektedir. Hikayenin bu versiyonuna göre, Diana'nin en iyi dostlari tabloid gazetelerin genel yayin yönetmenleri ve paparazzilerdir. Hikaye bu sekilde kurgulaninca, ölümden paparazzileri sorumlu tutmak da anlamsizlasmaktadir.
Mark Honigsbaum, Spectator dergisinin 27 Eylül 1997 tarihli sayisinda yazdigi yazida, Lady Diana'nin sarsasyonel Ingiliz basini ile yasadigi karsilikli bagimlilik iliskisini irdelemekte. Honigsbaum sunlari yaziyor: "Prenses, tipki kendisine tapan insanlar gibi tabloid gazetelerin müptelasiydi. Arkadaslarindan birisinin bana söyledigine göre, her sabah Kensington Sarayi'ndaki kahvaltida Sun, Daily Mirror, Daily Mail ve Express gazetelerini okuyordu... Bir keresinde, gittigi partide sohbet ettigi erkek, Diana'nin bir kenarda duran gazetelere baktigini görmüstü. 'Gazeteleri sana getirmemi ister misin?' diye sordu. Gazeteleri dikkatli biçimde okuyan Prenses su yorumu yapti: 'Benim için hiç de kötü bir gün degil." Ama Prenses'in ilgisi sadece gazeteleri okumakla sinirli degildi. O çogu tabloid gazetenin editörüyle birbirlerine ilk adlariyla hitap edecek kadar samimiydi ve hemen hepsini de Kensington Sarayi'na davet etmisti. Kendisinin en son ziyaretçileri de Sun ve Mirrror gazetelerinin editörleriydi.... Diana elbette modern çagin pesinde en çok kosulan (avlanan) kisisiydi, ama asla tablodiler tarafindan aldatilmadi. Tam tersine, eldeki kanitlar onun tabloid basini çok iyi anladigini göstermektedir. Özellikle Prens Charles'tan bosandiktan sonra, bu gazeteleri kendi tarafina çekebilmek için çok gayret gösterdi. Ismini açiklamayan bir editör sunlari söylüyordu: 'Diana konusmalarini itiraflarla süslüyordu. Bunlar oldukça saskinlik yaratici seylerdi ama söylenenlerin yazilmamasi gerektigini biliyorduk. Ardindan bize yapmak istedikleri seylerden söz ediyordu. Sanki lobi yapiyor gibiydi. Elimize bir hikaye geçtiginde hemen ofisine gidiyorduk, o da bize kendi adinin kullanilmamasi kosuluyla hikayeyi anlatiyordu. Bizimkisi oldukça siradisi bir iliskiydi. Biz asla onun arkadaslari degildik, ama düsmanlari da degildik."
Diana'nin ölümü sonrasinda tabloid basindan gelen bu tür savunmalar yanli olarak nitelenebilir. Ancak, gazetecilik etigi konusunda yazilara yer veren American Journalism Review dergisinde de Diana ile basin arasindaki iliskinin sanilandan daha karmasik oldugu öne sürülmektedir. Derginin 17-23 Subat 1998 tarihli sayisinda yazan Rem Reider sunlari söylemektedir: "Diana'nin kötü niyetli fotografçilar ve tabloidler tarafindan insafsizca kovalandigi seklindeki haberler ve yorumlar bir miktar samimiyetsizlik tasimaktadirlar. Bu haber ve yorumlar oldukça asikar bir gerçegi görmezden gelmektedirler: Prenses, medyayla iliskilerinde oldukça ustaydi. Medyayi manipule etmek açisindan çok az kisi onunla rekabet edebilirdi. Prenses Diana, bazen oldukça becerikli biçimde bazi ayrintilari gazetecilere sizdirarak, bazen fotograf firsatlari yaratarak kendi iletisini nasil aktaracagini çok iyi biliyordu."
Türk basininda da bazi köse yazarlari benzer görüsleri dile getirmislerdi.
Milliyet gazetesinden Hikmet Bila (1 Eylül 1997), ünlü kisilerin her zaman haber degeri tasidigini, dahasi Diana'nin bilinçli biçimde paparazzilere malzeme yarattigini ileri sürüyordu: "Prenses Diana öldü, ayni tartisma yine basladi: Gazeteciler ünlülerin özel hayatina girmeli mi, girmemeli mi? ..Prenses Diana'yi o korkunç hizla bir tünele girecek kadar gazetecilerden kaçirtan neydi? Prenses'i o hizla kaçmaya zorlayan bir neden varsa, gazetecilik açisindan onu o hizla kovalamaya zorlayan bir neden de var demektir. .. Paris'te veya dünyanin herhangi bir yerinde bir gazeteci kendisine su soruyu sorabilir: 'Prenses Diana'yi izlemeyeceksem kimi izleyecegim.' Evlenmesiyle, bosanmasiyla, özel iliskileriyle, skandallariyla yillardir dünyanin gündeminden çikmayan Diana, medyanin ve kamuoyunun dikkatinden uzak yasayabilir miydi? Diana her firsatta gazetecileri suçladi. Onlardan kurtulamadigini söyledi. Gerçekte ise onlardan yararlandi. Hatta, onlari kullanarak azalan söhretini yeniden zirveye çikardi. Özel iliskilerini sergilerken, bir medya ordusunun çevrede pusuya yattigini biliyordu."
Radikal gazetesi köse yazari Ismet Berkan da 2 Eylül 1997 tarihli yazisinda, "Diana paparazzilerden rahatsiz miydi?" sorusuna yanit ariyordu. Berkan'a göre, Diana paparazzilerden rahatsiz olmak bir yana, varligini, söhretini onlara borçluydu: "Birkaç yil önce, Prenses Diana'nin spor salonunda gizlice çekilmis o meshur ve seksi fotograflari gazetelerde yayimlandiktan sonra bir tartisma kopmustu... Modern röntgenciler diye adlandirilan o paparazziler hayatlarinda en az üç kez prensesle bas basa yemek yemislerdi. Diana, pesinden ayrilmayan bu insanlarin tamamini kisisel olarak taniyordu; onlarla sohbet ediyordu. Prenses Diana ile Dodi El Fayed'in son günlerine bir bakalim. Italyan paparazzileri, çiftin ne zaman ve nerede tatil yapacagini çok iyi biliyordu. Paparazziler, Dodi'ninkinden hiç de asagi kalmayacak bir tekneyi ortaklasa kiraliyor, Sardinya Adasi yakinlarinda Dodi ile Diana'nin yakinina demirliyorlar. Basliyor deklansörler çalismaya. Dodi ile Diana bunun farkinda degil mi? Elbette farkinda. Zaman zaman seslenen paparazzileri kiramiyor, güverteye çikiyorlar.... Allah askina söyleyin, özel hayati böyle siki takip altinda olan birisi, gerçekten saklanmak istese saklanamaz mi?.. Sunu akildan çikartmamak lazim. Nerede bir paparazzi varsa orada bir de o paparazzinin çektigi fotograflar sayesinde yaratilan sistemden yararlanan birileri de vardir. O birileri kendilerini kurban olarak gösterseler bile sistemden esas yararlananlar onlardir." Perihan Magden de (Radikal, 2 Eylül 1997), Diana ile paparazziler arasindaki iliski üzerine odaklanmisti: "St. Tropez'de leopar desenli mayosuyla daha Temmuz'da medyayla flört ediyordu Diana: Onlara el salliyor, jetski yaparken cömert gülüsüyle poz veriyordu. Ama o siralarda Camilla Parker Bowles'un dogum günü meselesi vardi. Yasli ve çirkin kadin ilgi toplamisti. Prens Charles askini dünyaya ilan etmek için muhtesem bir dogum günü partisi düzenleyip çok degerli bir gerdanlik hediye etmisti. Diana, güzel vücudunu sergileyerek 'metres'i gazetelerden sildi." Ali Akay (Radikal, 4 Eylül 1997), ünlü kisilerle paparazziler arasindaki iliskilerin dogasi üzerine odaklandigi yazisinda karsilikli bagimlilik üzerinde duruyordu: "Meshur insanlarin basdöndüren hayatlari medya sayesinde ve özellikle de 'pararazzi-paparazzi' tarafindan bas döndürücü kilinir ve 'merak istenci' haline getirilir. Bu iliskilerde biri olmaksizin digeri de olamaz. Birbirlerine sarilarak ve birbirlerinden kaçarak yasamlarini ve maddilesmis efendiliklerini sürdürürler. Do-Di olmadan paparazziler para kazanamaz. Paparazziler olmadan da özel hayatlar ifsa edilemez. Birbirlerini taninir kilmalari da buradan gelir." Kurthan Fisek (Hürriyet, 7 Eylül 1997), Diana'yi teshir hastasi olmakla suçladigi yazisinda basinin görevini yaptigini ileri sürüyordu: "Diana medyatik yasadi, genç öldü. Topragi bol olsun. Ama ben öldürmedim. Sözlüsünün lüks otelinde, herkesin gözü önündeyemek yiyecegine, baska yerde bas basa yeseydi, arka kapidan kaçarmis gibi yapip paparazzilere kasgöz isareti yapmasaydi, bunlar elbette olmayacakti. Diana teshir hastasi olmasaydi, mutsuz evliliginin intikamini almak için basina yaltaklanmasaydi, bu kadar büyümezdi olay."
Peki bu hikayelerden hangisi gerçek?
Görünen o ki, Diana ile özellikle tabloid basin arasinda açiklanmamis bir iliski söz konusuydu. Karsilikli olarak birbirlerini kullanmislardi. Bu durumda paparazzileri suçlamak pek mantikli görünmüyor. Özel hayatini bilinçli olarak paparazzilere açan bir kisinin özel hayatinin ihlal edilmesi söz konusu olabilir mi? Kapiyi bazi gazetecilere açtiginizda, ayni kapidan digerleri de girecektir dogal olarak. Simdi söyle bir örnek verelim. Diyelim ki gizli kamera çekimleri etik açidan kabul edilemez uygulamalardir. Ancak, kamera sakalari da gizli kameralar araciligiyla yapiliyor ve çogu kez kamera sakasina maruz birakilanlar, bu görüntülerin televizyonlardan yayinlanmasina riza gösteriyorlar. Bu tür gizli çekimler, meslek etigine aykiri mi sayilmalidir? Diana da sagliginda, kendi fotograflarinin yayimlanmasina riza gösterdigine göre, bu olayda etik tartismaya girmenin anlamsiz oldugunu düsünüyorum.
Paparazziler ve etik konusunu bir baska yazida ele almak istiyorum.