Coşkun Aral Lisa Brock , uzmanlığı özellikle Küba ve ABD’deki Afrika diasporası üzerine odaklanmış bir yazar; uzun soluklu bir eylemci ve tarihçi. Brock, “İmparatorluk ve Irak arasında : Küba Devrimi Öncesindeki Afrikalı Amerikalılar ve Kübalılar” ve yakında çıkacak “İki Amerika’daki Zenci:ABD’nin ve Küba’nın Karşılaştırmalı Kimlik, Tarih ve Mücadelesi” kitaplarının yazarı. Afrika tarihi ve diasporası profesörü olan Brock, “Radikal Tarih Eleştrisi” konulu araştırmanın da hazırlayıcılarından. Tarihe, dayanışma, enternasyonalizm ve ırkçlılık hakkında çağdaş tartışmalara yol açacak bir bakış açısı getiriyor. Brock’un 11 Eylül’den sonra Chicago Sanat Enstitüsü’nde (Schooll of the Arts Institute) düzenlenen “Sanat ve Acı” konulu tartışmada yaptığı konuşmayı yayınlıyoruz. Çeviri : Rita Urgan 21 Eylül 2001
Don McCullin Burada olmaktan mutluyum. Birkaç gün önce yaşanan olaylardan beri, birlikte eğitim gördüğümüz öğrencilerin birçoğu gibi, ben de George Bush’a bir mektup yazmaya çalışıyorum. Onlara bu mektuptan söz ettim, ama henüz paylaşma olanağı bulamadım. Bugün tartışmama mektubumdan bir bölümü sizlerle paylaşarak başlamak istiyorum. Daha sonra bu mektupla sanatçıların acıyla nasıl haşır neşir olmaya başlayabilecekleriyle ilgili görüşlerim arasında bir bağlantı kurmaya çalışacağım. Sayın George Bush, Dünyamız sıradan binlerce insanın akıl almaz boyutta ve anlamsız bir şiddete kurban gittiği, dehşet verici ve son derece üzücü bir dönem yaşıyor. Dünya Ticaret Merkezi’ne gitmiş biri olarak, onların yerinde benim, eşimin, ya da oğlumun, ya da başka bir sevdiğimin olabileceği gerçeğini kavrayabiliyor, onların üzüntülerini, yitirmenin verdiği duyguyu yürekten paylaşıyorum.
Jan Dago Yıkım sahnelerini izlerken, eğilip bükülen çelikler, çevreye yayılan dumanlar ve çığlıklar içinde koşuşturan insanları gördüğümde, Hiroşima, Vietnam ya da Irak’ta da yaşanan böyle birşey olmalı diye düşündüm. 1992 yılında ziyaret ettiğim, büyük ölçüde ABD destekli silahlı eşkiyalar tarafından yerleştirilen kara mayınları nedeniyle milyonlarca kişinin öldürüldüğü, binlerce çocuğun sakat kaldığı Angola’yı düşündüm. Özellikle de, Ruanda yakınlarında köhne bir motelde yaşamını sürdüren, ailesini sorduğumda yalnızca yüzüme öylece bakakalan, dönüp yeniden baktığımda kan çanağına dönmüş, yorgun gözlerle dolu dolu olmasından tüm yakınlarının öldüğünü anladığım, sakat askeri anımsadım. Guatemala, El Salvador, Nikaragua, Kongo ve Şili’yi, ve ABD’nin destek verip Fort Benning, Georgia’daki okulunda eğittiği ordular, diktatörler ve ölüm taburlarının yok ettiği milyonlarca insanı düşündüm. Ron Haviv Nijerya’yı, Ogoniland’daki Shell petrollerini, köylerinden geçen çıplak ve petrol sızan borular arasında oynayan çocukları, bir zamanların verimli, şimdi ise yerle bir olmuş, üzerinden yükselen koca koca alevlerin gecenin karanlığını sürekli gündüze çevirdiği toprakları düşündüm. Silah zoruyla atalarının topraklarından kovulan Amerikan yerlilerinin yaşadıkları umutsuzluğu, küçücük yaşlarında olgunlaşan o güzelim yavrularının köle olarak uğradıkları bedensel ve ruhsal şiddet karşısında siyahi annelerin doğal olarak yaşadıkları üzüntüyü düşündüğümde mideme bir sancı saplandı. Sonra bir Yahudi kadının bana gözyaşlarına boğularak aktardığı, bebekken annesinin onu eteğine sarıp sarmalayıp Nazi Almanyası’ndan kaçırışını, neredeyse boğulacakken nasıl gıkını çıkartmadığını anlattığı öyküyü anımsadım. Ardından, burada, Chicago’nun güneyinde polis olan ve teşkilatta bir yandan zirveye tırmanırken bir yandan da yüzlerce zavallı zenciyi işkenceden geçiren Jon Burge aklıma geldi. Dünya Ticaret Merkezi’ndeki o korkunç yıkıma tanık olduğumda, kafamdan binlerce şey geçti. Derken, Siz George W’nun bu elemi bu savaşa dönüştürdüğünüzü duydum. Birşeyleri yeniden düşünüp değerlendirme yönünde bir çağrı olması gereken şeyi bir “av”, “intikam” ve “misilleme” çağrısına dönüştürdünüz. Kendiniz sorgulamaya ve geliştirmeye ayırmanız gereken zamanı, yok etme manevralarınıza ayırdınız. Amerika’nın dünyadaki konumuyla ilgili bir diyalog ve tartışma olanağını ele geçirmişken bunu yine biz Amerikalıların beyinlerini yıkama girişimine dönüştürdünüz. Nedense sizin ve yönetiminizin, Usame bin Ladin ve köktendincileri çok iyi tanıdığınız gerçeğine hiç deyinmiyorsunuz. Onları silahlandırıp, Özgürlük Savaşçıları adını takan ve Taleban hükümetine öncülük etmelerine izin veren ABD idi. Siz ve Taleban’ın, elbirliğiyle devirmiş olduğu hükümetin, tüm kusurlarına karşın, kadınlara tam eşitlik sağlayan, yükseköğrenim görmelerine olanak tanıyan ve onları ortaçağın toplumsal geleneklerine boyun eğmeye zorlamayan bir hükümet olduğuna dikkatinizi çekerim. Dahası, ABD’nin, yeryüzünü korumaya yönelik kimi temel önlemlerin alınmasını hedefleyen Kyoto sözleşmesini imzalamaya yanaşmayarak, Avrupa’daki dostlarınıza asla işe yaramayacak bir füze savunma sistemini dayatmaya çalışarak ve başkaları sizin egemen olmanıza ve paradigmaları belirlemenize karşı çıktığı için, Birleşmiş Milletler’in ırkçılık ile ilgili Dünya Konferansı’nı terk ederek, dünyanın geri kalan ülkeleri tarafından hiç de hoş karşılanmayan bir yolda ilerlediği gerçeğine de hiç değinmiyorsunuz. | | İlkka Uimonen | Steel Perkins |
George W. Bush, dünya vatandaşı olmanın dışında, bir yurtsever değilim. Oldum olası tüm insanların acılarını içimde duyuyorum. Yüreğim, bu ulus devletten değil, emekçi ve yoksul insanlardan yana. Bayrak tutmayacağım ve yurtseverlik taslayan ezgiler söylemeyeceğim. Yitirenlerin acısını yüreğimde duyumsayacağım ve bu acımın kısasa kısas bir mücadeleye dönüşmesine izin vermeyeceğim. Terörizmin sona erdirilmesi için tek yol başkalarının acılarına her zaman ve her yerde ortak olmak, insan hakları ve toplumsal adaletin korunmasına çalışmak ve dünyanın neresinde olursa olsun tüm annelerin yüreğinin yitirdiği yavrusunun ardından aynı acıyla paralandığını bilmektir. Hip-hop, şiir, bir anne Bu, George Bush’a yazdığım ve daha uzayıp giden mektubun yalnızca bir bölümü. Tartışamaya katılanlardan sanat ve keder konusundaki görüşlerini iletmelerini istiyorsunuz. Olanlar ve yakın bir gelecekte olabileceklerle ilgili üzüntümü ben bu mektubu yazarak ve her bölümünü sizlerle paylaşarak yansıtıyorum. Sizlere önerim, acıyı yeni taşıyan herkesin ruhunun daha da derinlerine inip başkalarının acısını içinde hissetmesine izin vermesi ve “bizim halkımız”, “o insanlar” gibi kavramları dikkate almaması. Bu tür kavramlara kendinizi kaptırırsanız, acı kavramının özüne inme yeteneğinizi yitirirsiniz. Acı, hepimizin içine düştüğü, hepimizin içine düşerek gelişip olgunlaştığı bir kuyudur. Sanatta acıyı tanımak istiyorsanız size önerim Afro-Amerikan ilahilerine, hip-hop müziğine kulak vermeniz, “Yüreğimi Yaralı Dize Gömün” şiirini okumanız, dört çocuğunu onca ekonomik güçlük içinde yetiştirmeye çalışan bir anneyle sohbet etmeniz, Nikaragua ya da Meksika’daki bir köyü ziyaret etmeniz, ya da Chicago’nun Batı Yakası’na uzanıp bir göçmenin, bir evsizin, ya da cinsel tacize uğramış birinin gözlerindeki ifadeyi okumanız. Yaşamlarını sürekli acıyla yoğrulup, sürekli yitimlerle sürdüren insanlar var. Bu insanlar burada, sizlerin dünyasında. Onların yaşam çabalarına ve boğuşmalarına kulak verin. Onların bu öyküleri, acıyı dile getiren sanat konusunda sizlere bir ayna tutacaktır. (Bu yazı 7 Ekim 2001 tarihinde yayınlanan 811 sayılı Cumhuriyet Dergi’den alınmıştır.),
|