İbrahim Demirel, bugün tanınmış bir fotoğraf sanatçımız. Köy kökenli. 1941 yılında, Malatya’nın Akçadağ ilçesi, Kürecik nahiyesi, şimdi adı Durulova’ya dönüştürülmüş Körsüleymanlı köyünde doğar, ilkokulu köyünde bitirdikten sonra, olanaksızlık yüzünden 3 yıl süreyle öğrenimine ara verir. Neyse ki, Akçadağ Öğretmen Okuluna öğrenci yazdırılır, oradan da İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Resim Seminerine gönderilir. 1966 yılında İstanbul Tatbikî Güzel Sanatlar Akademisi sınavlarına katılır. İki sınavı başarıyla sonuçlanır. Üçüncü sınavı da başarırsa, öğrenciliğe kabûl edilecektir. Öğrenci adaylarından “bir deniz hayvanı” çizmeleri istenir. Herkes harıl harıl istenileni yerine getirmeye koyulur. Oysa, Malatya’nın Köysüleymanlı köyünde doğmuş İbo, denizi bile kaç yaşından sonra görmüştür, deniz hayvanlarını nasıl bilip de nasıl çizsin!.. Eli kolu bağlanmış öylece oturup kalır. Allahtan, sınav süresinin bitişine az zaman kala, içeri giren bir hoca (Mustafa Aslıer), İbrahim’in yakınması üzerine, “isteyen kara hayvanı da çizebilir” iznini verir de, İbrahim, Tatbikî öğrencisi olma hakkını eldeler. İTGSA’da öğrenciyken, Fikret Otyam Taksim Sanat Galerisinde bir fotoğraf sergisi açar. Gördüğü fotoğraflardan çok etkilenir Demirel. Fotoğraflarda gördükleri kendisinin geldiği köyün insanları gibidirler. Demek ki, bu insanların da fotoğraflarıçekilebiliyor der kendi kendine ve bir arkadaşından aldığı fotoğraf makinasıyla Körsüleymanlı’da alır soluğu. İlk çektikleri, anneannesinin, babasının, amcalarının fotoğraflarıdır. Yorumu istenilen fotoğraf da amcası Mustafa Demirel’inölüsünün fotoğrafıdır. 1970 yılında Tatbikî’yi bitirmiş, köyüne dönmüştür. O yıl içinde bir gün iletirler ki, Mustafa Amca yaylada ölüm döşeğine yatmıştır. Alelacele yaylaya gider İbrahim. Fotoğraf makinası yanındadır. Amcasını sağken birkez daha görmek fırsatını yakalayamaz. 100 yaşını doldurmuş Mustafa Amca, İbrahim yaylaya vardığında ölmüştür. Objektifini ölüye doğrultur ve yorumu istenen kare böylece oluşur. Bu fotoğraf 1980 yılında Çin Halk Cumhuriyetleri Uluslararaı Fotoğraf Yarışmasında İkincilik Ödülüne değimli (layık) bulunmuştur. Yıllar önce bu fotoğrafı yorumlayan Fikret Otyam: “Siz hiç ölü,ama güzel ölü gördünüz mü? Öyle güzel bir ölü ki, insanı ölümden korkutmayan, yadırgatmayan bir güzel ölü!” nitelemesini yapmıştır. Ölüm aklına geldiğinde, gözünün önüne bu ölüyü {fotoğrafı} getirdiğini ve ölüme yuf çektiğini belirtmiştir. Otyam’ın bu ‘güzellik’i nereden çıkardığı ise, sonraki satırlarından çıkarsanmaktadır: “Çevresindeki insanlarda öyle feryat figan yok, bir tevekkül içindeler, donmuş gibiler. Doğdu, yaşadı ve öldü elden ne gelir!” Gerçekten de ölünün başında ağlayanların, dövünenlerin, ağıt yakanların bulunmadığı/görülmediği bir görüntüdür. Rahatlatıcı yanı buradan gelmektedir, kanımızca. Otyam’a ölüyü güzel gösteren, ölüm karşısındaki genel geçer davranışların, geride kalanların gösterdiği olağan tepkilerin bu karede izlenmiyor oluşudur. Mustafa Demirel’in ölümü karşısında yakınlarının feryat figân etmemesinin özel nedenleri var mıydı, bilemiyoruz elbette. Belki 100 yaşına gelmiş bir fâninin (ölümlünün) ortalama ömür süresini aşmış oluşunun, bir başka anlatımla, ortalamanın çok üstünde bir yaşa değin canlı kalmış olmasının yol açtığı bir kabullenmedir (ölümü kabullenme) bu olağan sayılmayan suskunluk. Öte yandan, Mustafa Demirel, çok sevilip sayılan biri iken, karısının üstüne kuma getirmiştir. İmam nikâhlı karısı, bu olay üzerine evi terkedip gitmiştir. Bu olay Maustafa Demirel’in saygınlığını yitirmesine yol açmıştır. Çünkü, çok sonraları İbrahim’in bana anlattığı üzere, üyesi olduğu aşirette boşanmak yoktur; boşananlar bağışlanmaz. Mustafa Demirel de bağışlanmamış, dışlanmıştır. Belki de dışlanmış olduğu için ölünün çevresinde ağlayıp dövünenler yoktur. Ellerini kavuşturmuş babasını seyreden kızı Elif, arka planda erkek oldukları çıkarsanan gölgeler vardır. Bir de aynı ölçüde sâkin olan İbrahim Demirel oradadır. Henüz bir usta olarak adını duyurmamış, öğrencilikten yeni çıkmış bir fotoğraf tutkunu olanı biteni görüntüleme peşindedir. Evet, henüz öğrencilikten yeni çıkmıştır, usta kimliğini almamıştır ama, bu kimliği alacağının habercisi bir fotoğrafa imzasını atmıştır İbrahim Demirel. Bu fotoğrafı sıradan bir fotoğraf olmaktan çıkaran her şeyden önce ışığıdır. Hani, nur (ışık) içinde yatsın denir ya, bu fotoğrafta ölü, ışık (nur) içinde yatmaktadır. Fotoğrafın geri kalan yüzeyi karanlık (siyah), bir miktarı da az ışıklıdır (siyahın yarı ve çeyrek tonları; griler). Ölünün dünyası kararmıştır. Ölüyü çevreleyenlerin de… Onlar da yastadır. Yasta oldukları yas rengi sayılan siyahın egemenliğiyle vurgulanmıştır. Ayrıca, Mustafa Amca’nın evinde yas vardır; arka plândan sızan ışıklar dışardaki yaşamın süregittiğini göstermektedir. Ne var ki, dışardan (dış dünyadan) sızan ışıkla, ölünün ışığı arasında da parlaklık açısından büyük ayrım gözlenir. Göç edenin, bu dünyayla ilişkisi kesilmiş olanın, ölünün ışığı daha parlaktır. İsterseniz tanrısal bir ışıkla aydınlatılmış (nurlanmış) gibidir de denilebilir. Hiç kuşkum yok ki, 29 yaşındaki bir genç fotoğrafçı bu görüntüyü karelerken, yukarıdaki analizleri yapmıyor, bizim söylediklerimizi çok büyük olasılıkla aklından bile geçirmiyordu. Ölüyü daha ışıklı göstereyim, çevresi yasta olduğuna göre az ışıklı olsun gibi bir görüş geliştirerek o fotoğrafı çektiğini sanmıyorum. Üstelik, çekim öncesi bir kurgulama yapılmadığını söylemek kehânet sayılmaz. Ama, söylenenleri düşünmemiş olması, İbrahim Demirel’in ürününü taçlandırıyor. Öyle bir kare duruyor ki karşımızda, sanki, bizim şimdi öne sürdüğümüz özelliklerin hepsi ve daha fazlası düşünülerek çekilmiş izlenimi veriyor. Oysa, bir enstantanedir bu kare. Bir anda vizörde görülüp kayda geçirilmiştir. Ama, işte fotoğrafçının, usta fotoğrafçının, sanat fotoğrafçısının başta gelen özelliğidir bu: BAKTIĞINI (başkaların sonradan görebilecekleri içerikle ve her türlü ayrıntılarıyla) GÖRMEK… İbrahim de bu yetenek olduğu için bugün Türkiye’nin fotoğraf ustaları arasında yer almış bulunuyor.
|