1. Tanımlar: Soyut: Varlığı duyularla algılanamayan. Madde halinde olan bir varlığı değil de, sırf fikir niteliğinde olan bir kavramı anlatan. İlişik olduğu nesne ve özelliklerden ayrılarak düşünülen herhangi bir şeyin niteliği ya da bu nitelikleri anlatan kavramlar.
Soyutlama: Geleneksel mantıkta bir tümeli tikel şeylerden türetme, çıkarsama işlemlerine, bir dizi tikel şeyde ortak olanı inceleyerek, tümel olana ulaşma sürecidir.
Soyutlamacılık: Soyutlamalara, somut gerçeklikler kadar değer verme durumudur.
Soyut nesne: Zaman ve mekan içinde bir yer işgal etmeyen nesne türüdür.
Soyut düşünce: Duyulur ve algılanır olandan sıyrılmış, kavramsal düşünme ile varılan düşünce.
Soyut kavramlar:
a. Nesnelerin niteliği gibi gerçekte kendi başına var olmayan, nesnelerin niteliği olarak var olan, ancak nesnelerden çekilip çıkarılarak tasarımlanabilen kavramlar (büyük, mavi)
b. Algılanamayan şeyleri gösteren kavramlar (tüze)
c. Nesnelerin özelliklerinden sıyrılmış olan bütün genel kavramlar.(*1)
2. Soyut Düşünce ve Sanat Soyutlama, gerçekte ayrılmaz olanı düşüncede ayırma eylemidir; biçimi, rengi, boyutları, nesneden ayrı düşünmektir. Büyük bir nesneyi küçük, kırmızı bir atı beyaz, benekli bir kediyi beneksiz olarak düşünmek... Bu düşünme eylemlerinin tümü, gerçekte var olanı, sahip olduğu özelliklerden soyutlamak ve bununla birlikte, eşzamanlı olarak farklı bir özellikle biçimlendirerek farklı bir nesneye dönüştürebilmenin düşünsel sürecidir. Sadece düşüncelerimizde oluşturmaya çalıştığımız bu “bir nesneyi özelliklerinden soyutlama ve farklı anlam ve özellikler giydirme” eylemi, düşüncelerimizde başarı kazanabildiğinde, soyutlama yapılabilmiş demektir. Nesnel gerçekliklerde yapılan soyutlama, tümüyle zihinsel bir eylemdir ve bireyde bir “düşünce sistemi”ne kolay dönüşmez. Bu anlamda, nesnelliklerden de soyutlanarak, düşüncelerimizde var olan ya da algılayabildiğimiz kavramları, sahip oldukları özellik ve niteliklerden soyutlayabilmek ise, bizi soyut düşünebilmeye ve bunun sonucu olarak da soyut düşünceye götürür. Soyut düşünce, duyulur ve algılanır olandan sıyrılmış, kavramsal düşünme ile varılan düşüncedir. Ne diyor Leonardo da Vinci? "Cismi resmetmeyeceksin, onun ruhunu kavrayacaksın, niyetlerini göreceksin, tutkularını duyacaksın." Mona Lisa'nın yüzündeki gizemli gülümsemeyi seyrederken öyle bir an nasıl yakalanır ve resmedilebilir şaşırıp kalıyoruz ve şaşkınlığımız hayranlığa dönüşüyor. Tekniği bilgi olarak bilen bir sürü ressamlar, müzisyenler ancak öğreticilik yapıyorlar. Sanat eseri yaratmak teknikten, bilgiden ayrı bir şey; sanki hayatın içinde ve ruhun derinliklerinde yapılan bir keşif sanat. Sanat, keşfini ifade etme aracı ve tekniği ancak onun uzantısı. Deneyimleri yorumlama ve gerçeği kavrama çabası, sanatçının, bilim adamının, filozofun ortak yönüdür. Hatta bu ortak yön, kendi çapımızda günlük hayat içinde her birimizin insan olarak etkinliklerimize sinen bir şeydir. Sanat, profesyonel bir etkinlik olmaktan önce insan zihninin bir boyutudur.(*2)
3. Soyut Sanat: Soyut olan pek çok kavramın, düşüncelerimizde bir gerçek olarak var olduğunu biliyoruz, soyut sanatın da. 100 yıla varan bir soyut sanat süreci içerisinde çeşitli sanat dallarındaki soyut yapıtların üretilmesi, gerçek yaşam içinde ve sanat müzelerinde yerlerini almış olması, artık soyut sanat kavramının varlığının sorgulanmayacağını, fakat soyut sanat yapıtlarının, her sanat yapıtından biraz daha fazla sorgulanacağını ve irdeleneceğini göstermektedir. Çünkü soyut sanat yapıtlarında anlatılanın ifade ettiği anlam, sanatçı ile izleyici arasında tam bir örtüşmeye olanak vermemektedir. Soyut konulu olmayan bir sanat yapıtındaki “var olanı betimleme” temel olgusu nedeniyle sanatçı, izleyici ile bir ortak düşünce ve algı kanalı oluşturabilmekte ve belirli noktalarda bu algı ve düşünceler örtüşebilmektedir. Bu nedenle, soyut sanat yapıtlarında sanatçı ile izleyici arasında “anlaşılma ve algılama” bağlamında bir iletişim zorluğu yaşanmaktadır. Soyut sanat; modern sanatta gerçek objeleri betimlemeden kaçınan biçimci bir akımdır. Bu nedenle ifadenin, yeni bir biçim vermenin sanatı olarak kabul edilir. Tüm sanat dallarında, antik dönemlerden beri kullanılmakta olan “betimleme” ya da “öykünme” yöntemlerinin bir tarafa bırakılabileceğini ve sanatçının kendi içsel zenginliklerini, duyu ve düşüncelerini yapıtlarına aktarabileceğini göstererek, “gerçekte var olmayan”, anlamından uzak, fakat var olana farklı anlamlar yükleyerek ve imgenin biçimsel değişime uğratılması eylemleri olarak sanat dünyasında ciddi bir yer ve değer kazanmıştır. Kandinsky ile 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan soyut sanat, doğanın sanatı bozduğunu iddia ediyor, doğayı resimden çıkarıyordu. Bu düşüncelerle sanatta, figürsüz ve geometrik biçimlerin kullanıldığı geometrik soyut eğilimler görülmeye başlandı. Gerçekte var olan bir objeden hareketle, bu objeye sanatçının kendi imgelem gücüyle oluşturabildiği farklı biçimlerle, farklı figürsel anlatımlarla “anlam kazandırma”sı ve “var olandan” değil, kendi imgeleminden hareketle sanat yapıtları üretmeye yönelmesi soyut sanat olarak kabul edilmiştir. Wilhelm Worringer, soyut sanatı, bir psikolojik etken, bir dürtü ile açıklar. Ne var ki, bu soyutlama dürtüsü ilkellerde bilinçsiz bir mekanizma ile soyut sanata götürdüğü halde, uygar insanda bu dürtü, bu kez bilinçli bir duyguya dönüşerek metafizik bir nitelik elde eder. Görülenin, dokunulanın gizeminin sanki azaldığı bilinçaltı yönlendirmeleriyle insanların genelde görülemeyene daha yakın ve bilinçli ilgi duymaları ve bunun sonucunda soyut olan her şeyi düşünmek ve anlamak istemeleri durumu, uzun süren sorgulamalar sonunda daha da ilginç ve hatta zorunlu bir yöneliş gibi, sanatçıları soyut düşüncelerden soyut sanata yönlendirmiştir. Sanatçının düşüncelerinde var olan metafizik kavramları gerçek yaşamda biçimlendirme girişimleri, sanatın soyut boyuta yansıması olarak algılanır. Soyut sanat, düşüncelerde var olanı düşünmek, aramak, bulmak ve sorgulamak ister; yeni bir varlığa, yeni bir gerçekliğe ulaşmak ister. Sanatta yaratıcı düşünce, sorgulayan ve biçimlendiren düşüncedir. Bu tür düşüncelerin sonuçta biçime ulaşması ise soyut sanatı oluşturur. Sanatçının amacı, kendi estetik değer ve düşünceleri içinde varlığı sorgulamak ve saptadığı anlama biçim vermektir. Soyut sanatın aradığı gerçeklik; doğal nesne benzeri gerçeklik olmayıp, sanatçının kendi düşünceleriyle araştırarak kurduğu ve yarattığı bir gerçekliktir. Michel Souphor gibi soyut sanat kuramcıları, hiçbir şeyi andırmayan ya da gözlemlenen realiteyi hiçbir şekilde yansıtmayan bir yapıta, soyut sanat yapıtı derler. Soyut sanat; kübizm, fütürizm ve diğer biçimci akımların doruk noktasıdır. İlk soyut resim yapanlardan biri, 1910’larda Rus ressam Kandiski’dir (1866-1944). Bir başka Rus soyutçu olan K. Maleviç ise (1878-1935) kendi yaptığı sanata “supramatizm” adını veriyordu. Soyut Sanat, Fransa’da Robert Delaunay ve Hollanda’da Stijl grubu ile kendini göstermiştir. De Stijl taraftarları tinsel harmoninin ve düzenin yeni bir ütopik idealinin uğraşındadırlar. Saf bir çalışma ve evrenselliğin savunucuları olarak form ve renkleri basite indirgemişlerdir, eserleri sadece yatay ve dikey çizgiler, siyah ve beyazla birlikte ana renklerden oluşmaktadır. Grubun çalışmalarının temelini oluşturan sanatsal felsefe neoplastisizme dayanır. II. Dünya Savaşı sonrasında Soyut Sanat, kapitalist ülkelerin çoğunda, özellikle de ABD’de yaygınlık kazanmıştır. (Jackson Pollock ve Mark Rothko gibi...) Öznelcilik ve idealizm, Soyut Sanat’ın epistomolojik temelleridir; burada sanat yaşamdan ayrılmıştır. Soyut Sanat, sanatta tipik görüntülerin, gerçek olayların ve çevrenin betimlemesini reddeder; bunun sonucu olarak da yaşamın anlamının ve amacının dile getirilmesini olanaksazlaştırır. Soyut Sanat, tüm gerçek sanat yapıtlarında bulunan güzelliğin ve realite dramının yerine “mistik”, “sezgisel enerji”, “insan bilincinin titreşimleri” gibi ifadeleri koyar. Sanat görüntülerinin ve gerçek formların en aşırı derecede deforme edilmesi; görüntülerin karmakarışık anlamsız lekeler, çizgiler, benekler, yüzeyler ve üç boyutlu figürler halinde soyutlanması, Soyut Sanat’ın tipik yanıdır.(*3) Soyut Sanatın Önemli Temsilcileri:
Robert Delaunay : Fransa: 1885 - 1941
Wassily Kandinsky : Rusya: 1866 - 1944
Kazimir Maleviç : Rusya: 1879 - 1935
Vladimir Tatlin : Rusya: 1885 - 1953
Frantisek Kupka : Çek: 1871 - 1957
4. Sanatta gerçekler ve olmayanlar: Tüm sanat dallarında yaşanan her olgu birer gerçektir. Gerek sanat dalının kendisi, gerek kuralları, gerek yapıtları hep gerçektirler. Çünkü okuruz, dokunuruz, görürüz, izleriz ve en önemlisi gördüğümüz hakkında düşünürüz. Göremediğimiz hakkında da düşünebilsek de tümüyle göreceli olan bu düşüncelerin doğruluğu ve gerçekliği hep tartışmalı olur. Gerçek olan, var olanlardır. Sadece düşüncelerde var olanların gerçekliğinin savlanması zordur. Sanat yapıtlarının kendileri hep birer gerçek oldukları için, sanat yapıtlarının varlıkları sorgulanmaz; içeriği, değeri, anlamı ve önemi sorgulanır. Tümüyle göreceli bu kavramların doğruluğu ve gerçekliği; sadece izleyicilerin zihinlerinde, duygu ve düşüncelerinde oluşur ve sadece “o kişiye özel” olan birer gerçek haline dönüşürler. Sanatın kendisinde, sanatçıda ve izleyicide var ve sorgulanabilir olan bu gerçek kavramlar; her birimiz için içereceği anlam ve değerin farklılığı nedeniyle, “salt gerçek” olarak kabul edilemezler. Salt gerçekler, düşünen ve gerçeği görebilen insanların tartışmasız kabul ettikleridir. Sanat gibi tümüyle düşünsel irdeleme, haz ve algılama kavramlarıyla içiçe özel bir dünyada; sanatın, sanatçının ve yapıtın dışındaki tüm kavramlar, sorgulanabilirliği ve “tek ve mutlak doğru” nitelikli olabilmelerinin ciddi zorluğu nedeniyle birer gerçek olarak görülmezler. Soyut kavramlar üzerinde ortak düşünce ve ortak algının zorluğu, sanat yapıtlarına soyut anlamlar ve değerler kazandırma eyleminin de ne denli zor olduğunu düşündürtür bizlere. Sanat kuramlarında en çok üzerinde durulan, konuşulan, sorgulanan ve tartışılan kavramların önem, estetik ve gerçek olduğunu biliyoruz. Bu soyut kavramlar üzerinde ortak bir ölçüt ve ortak bir değer henüz kabul edilmemiştir. Bu nedenle de sanat ve yapıtları; gerek biçim ve gerekse de öz ve içerik bakımından bireysel beğeni sınırlarında hep tartışılagelmiştir. Bugünkü tüm ölçütlerin dışında gibi değerlendirilen bir yapıt, bir zaman sonra, değişen algı ve yorum biçimleri ve yöntemleri nedeniyle bir değer olabilmekdir. Sanat Kuramlarını anımsarsak:
1. Sanat, işlediği konunun önemiyle değer kazanır; içeriğin önemli olması gereklidir.
2. Sanat, formun güzelliği ile değer kazanır; sunulan şeyin güzel olması gereklidir.
3. Sanat, gerçekliğin doğru ve tam olarak aktarılması ile değer kazanır; sanat gerçeklik içindir.
Tüm sanat kuramlarının sonucunda, bir sanat yapıtı, sanatçının gördüğü ya da hissettiği bir şeyden kaynaklanır. Sanatçı, konunun önemi ya da biçimin güzelliğinden bağımsız olarak, gördüğü ya da duyduğu her şeyi, kendi öznelliği ile yeniden “sanatsal içerikle” üretebilme yeteneğine sahip olmalıdır.(*4) Sanat kuramlarının tümü, sanatçının öznel düşünce yapısı ve bu düşüncelerin yapıtlarına yansıması gerekliliği üzerinedir. Öznel düşüncelerin salt gerçeklerden oluşamayacağı gerçeği, soyut kavramlarla ilgili bazı düşüncelerimizin gerçek dışı olabileceği gerçeği ile karşı karşıya bırakır bizi!
5. Soyut olanın gerçeklik irdelemesi: Sadece dokunabildiklerimizin, görebildiklerimizin gerçekliğini savlamanın yanlış olacağını biliyoruz. Dokunamadığımız, göremediğimiz ama var olduklarını bilimsel öğretiyle bildiğimiz pek çok gerçek “şeyler” var yaşamlarımızda, dünyamızda.. Bunların hepsine soyut diyoruz; varlığı duyularla algılanamayan; madde halinde olan bir varlığı değil de, sadece fikir niteliğinde olan bir kavramı anlatan; ilişik olduğu nesne ve özelliklerden ayrılarak düşünülen herhangi bir şeyin niteliği ya da bu niteliklerini anlatan kavramlar.. Bu tür varlığından asla şüphe etmediğimiz soyut kavramların, biçim, önem ve değerlerinin tartışılır olması ve ortak bir ölçütün olamaması, soyut olanın var ve gerçek olmadığını göstermez. Sanatta ve sanat yapıtlarında, sanatçılar öznel düşüncelerini yapıtlarına aktarırken, kendi dünyalarında var olan birtakım değerleri kendi algı yeterliklerince düşünür ve çalışırken, tümüyle soyut kavramlar içinde yaşarlar: doğru, güzel, önem, değer gibi... Bunların hepsi vardır ve gerçektirler ve bir ürünü yapıta dönüştürebilecek çok önemli kavramlardır. Önemsiz, çirkin ve değersiz nitelikli bir yapıtın düşünülmesi, imgelenmesi olanaksızdır. Soyut sanat yapıtlarında bu kavramlar çok daha fazla tartışılmaktadır. Çünkü yapıt, bir betimleme ve öykünme sonucu değil, bir düşünsel imgelem sonucu, tümüyle sanatçının düşünce ve algı zenginliği sonucunda yapılmıştır. Sanatçının düşüncelerini belirli bir nesneye bağlı kalmaksızın ya da nesnenin biçim ve özelliklerinden tümüyle soyutlanarak yaptığı bir çalışma, her izleyiciye aynı algı ve düşünceyi veremeyeceği için yapıttaki gerçeklik tartışılabilecektir. Bu tür değerlendirmeleri tartışma olarak değil, yorum ve algı farklılığı olarak görmek gerekir; sanat yapıtlarında ortak yorum ve değerlendirmenin her zaman çok kolay olmadığını da unutmadan... Nesnel doğal varlık, düşünsel soyut kavrayışlar sistemine dönüşmüştür. Bilimin ve felsefenin değişimler zincirinde varlığın anlamı, nesnenin kendisinden, varlığın anlamına kaymıştır. Nesne, duyularla algıladığımız bir varlık olmayıp, bilinç ve ben yüklediğimiz düşünsel bir varlık olmuştur. Nesne değil, nesnenin anlamına yönelen, onun içine giren bir gerçekliktir. Nesneler dünyasının karşısına düşünceyi koymak, düşünsel algılamalar sonucu yeni ilgilerin gerçekleşmesine yönelimdir. Duyusal algılamalardan, tekrardan, görülebilir olandan arınarak; varlığı görünebilir kılmayı amaçlamaktır. Görünür kılınan gerçeklik duyularla algılanan gerçeklik olmayıp, onların anlamıdır. Özü nesnel gerçeklikten ayrı olan bu gerçeklik, düşünsel ve soyut gerçekliliktir. Bu anlayışla soyut sanat düşünsel değerler dünyasına girmiş olur.(*5)
6. Soyut Fotoğrafın gerekleri ve zorlukları Soyut sanatın kendi öz niteliklerinden kaynaklanan anlam ifade etme, anlaşılma ve algı zorluklarının, her sanat dalından çok daha fazla yaşanması olasıdır fotoğraf sanatında! Çünkü fotoğraf, diğer sanat dallarından çok daha farklı olarak, teknolojinin çeşitli boyutlarının kullanımı ile yapılabilmektedir. Bir fotoğraf sanatçısının yapıtına kişisel katkısı, bir ressamdan, bir heykeltraştan daha farklıdır, farklı anlam boyutları içerir ve ciddi anlam yüklemeleri gerektirir. Jawlensky(*5) der ki: "Sanatçı, kendi ben dünyasında sahip olduğu şeyi ifade eder, yoksa gözleri ile gördüğü şeyleri değil." Bir fotoğraf sanatçısının bu deyişi çok daha ciddi düşünmesi gerekir. Çünkü soyut fotoğraf çalışan bir kişi, sadece gördüklerini fotoğraf yapıtlarına aktarmakla yetinemez; kendi “ben dünyasında” sahip olduklarını: düşüncelerini, düşünsel zenginliklerini, çeşitli algılarını ve kimi değerlerini de yapıtlarına yansıtabilmelidir. Fotoğraf, tek tek işaretlerin birikimi yoluyla değil, entegre bir mekanizmanın anlık işleyişi yoluyla bir betim oluşturur. Mercekten geçmesine izin verilen bütün ışınlar hemen bir görüntü oluştururlar ve mercek, tanımı gereği, doğru odak uzunluğunda odaklanmış bir görüntü yaratır. Betim, kamera sisteminin tek olası sonucudur ve bir merceğin oluşturduğu görüntü, fotoğrafta mümkün olan tek görüntüdür. Nitekim, fotoğrafçılar Modernist eleştiri söyleminin analitik keskinliğinden ne kadar etkilenmiş olurlarsa olsunlar, bu söyleme doğrudan katılamazlar, çünkü kendi araçlarının özgüllükleri buna izin vermez. Sanat fotoğrafçılığı çağında, resimle fotoğraf arasında kurulan mesafeli ilişkide bu fiziksel engelin önemli bir rolü vardır.(*6) Bu teknik gerçeklik nedeniyle, bir fotoğraf sanatçısı, bir görüntünün izleyiciye “sadece” aktarılması boyutunda kalamaz. Kendi düşünsel zenginliği ve derinliği oranında yapıtına değer katmak durumundadır. İzleyiciyle, kendi düşünceleri ve yapıtı arasında bir bütünlük sağlayabilmek için, yapıtın teknik içerik ve biçimlerine çok fazla takılmadan bir de anlam yüklemesi gerekecektir. Çünkü düşünsel derinlik sanat yapıtının kaynağıdır. Soyut sanat yapıtının biçim, denge ve özü, tüm karşıt ögelerin dengesi ve uyumdur. Biçim vericinin görevi; ister içsel-dışsal, ister bireysel-tümel, ister akılsal-sezgisel, her şeyi denge yasalarına göre mutlak evrende kavramaktır. Bu evrensel dengeyi, bu gizli uyumu nesnelerde izlemektir. Biçimsel, yapısal bir denge içinde onlara biçim vermektir.(*7) Soyut fotoğraf çalışan bir sanatçı, öncelikle kendi içsel değerler zenginliğini geliştirmeli, düşüncelerini ve düşünce sistematiğini iki ve hatta üç boyutlu kalmaktan kurtarabilmeli, düşüncelerine derinlik kazandırabildiği oranda soyut kavramının gerçek anlamını bile zorlayacak düzeyde sorgulamalar yapabilmeli; kendi iç dünyasında, kendi düşünsel altyapısında soyut kavramlarla bütünleşebilmelidir. Bu soyutlama ve soyut düşünceyi yaşama sürecinin gereklerini yerine getirebilmenin zorlukları nedeniyle soyut fotoğraf çalışmanın anlam ve değerini kavramak durumundadır. Mahmut Özturan
Şubat, 2011 www.mahmutozturan.net ------------------------------
Kaynaklar:
*1) Paradigma Felsefe Sözlüğü: Ahmet Cevizci
*2) İnsan Düşüncesinin Boyutları: Yılmaz Özakpınar
*3) Felsefe Sözlüğü: M. Rosenthal, P. Yudin
*4) Sanat Nedir? Tolstoy
*5) Jawlensky, Alexej Von: www-jawlensky-com
*6) Jeff Wall: Sanat Dünyamız-84
*7) Soyutlama ve Özdeşleyim: Wilhelm Worninger
|