|
|
Sanat Yapıtlarında Öncelik Karmaşası "Etik ve Estetik" |
Mahmut Özturan |
|
“Bilge Yaşam” sanatın izdüşümü olarak alınırsa, sanattan uzak ya da sanatla çelişen bir yaşamın “değer” olarak kabul edilmesi pek olası değildir. Sanatla özdeşleşen bilge bir yaşamda, sanatla olan iç-içelik, sanata olan saygınlık; sanat yapıtlarına yaklaşımda kimi “olmazsa-olmaz” temel duruşların varlığını kaçınılmaz kılar ve felsefenin temel disiplinlerinden etik ve estetiğin, sanat yapıtlarındaki öncellik tartışmasına götürür bireyleri!
Felsefenin temel disiplinlerinden etik ve estetiğin, bir sanat yapıtının yaratılmasındaki öncelliği, bireylerin tümel yaşamı algılama biçimleri ile öznel varlıklarındaki erdemin boyutlarıyla doğrudan bağıntılı ve orantılıdır. Eğer birey, yani sanatçı, tümel yaşamı, evrensel temel değerlere koşut bir çizgide pozitif bir içsel zenginlikle algılama yetisine sahip ve öznel yaşamında erdeme yakın bir düzeye erişebilmiş ise, yalnızca yaşamının yaratıcılık boyutunda değil, fakat tüm yaşamsal ilişkilerinde erdemin ve bilgeliğin gereği ve yine bu değerlerin kaçınılmaz zorunluğu olarak etik değerlere öncellik tanımak durumunda kalacaktır. Estetiğin, sanat yapıtlarının temel ve en önemli kuramlarından birisi olduğunun inanç ve bilinciyle, etik-estetik öncelliği tartışmasında, duruşumuzla, insanın kendisinden yana mı, yoksa sonuçta insanlar için yaratılmış-üretilmiş bir yapıttan yana mı olacağımızı doğru ve ussal bir düşünceyle belirlememiz gerekecektir.
Ussal bir düşünce arayışımızda, estetiğin temelinin neye dayandırılması gerektiğini inceler ve irdelerken, antik dönem düşünürlerine dek uzanan estetiğin yorum ve algılama biçimlerini de görmezlikten gelemeyiz. Bu konulardaki değişik sav ve düşüncelerin üzerinde objektif olarak duralım biraz da: “Aristoteles estetiğinde temel, güzeli en yetkin, en iyi görünümü içinde tasarlanan bir dünyanın yapısal düzenlemesidir, bu düzenlemede belirlenim, simetri ve birlik önde gelir. Aristoteles’e göre arzulanmış olan, başka şey için değil, kendi içindir. Ancak Platinos, estetik güzelliği, ölçülülük ya da oranlılığa bağlamaz; güzellik, maddeye giren, ona kendi birliğini ve içselliğini veren formdur. Güzel, zekânın ruhta, ruhun bedende görünmesidir” (1). Özellikle de bu son deyiş üzerinde ciddi olarak durulması gerektiğine inanıyorum. Ayrıca, şunu da önemle anımsamak gerekir ki: “Estetiğin orijinal tasarısı, somut olanın mantığı veya bilimi içerisinde duyulur dünyayı düşünülür dünyaya dahil etmek ve bu suretle tümelin bilgisi ile tikelin bilgisi arasındaki kayıp bağları yeniden kurmak, kısaca tümellik ile tikellik arasında bir dolayımda bulunmaktır.” (2).
Bir sanat yapıtının yaratım sürecindeki sanatçı, estetiği olabildiğince yakalama ve bunu yapıtlarında görsel bir şölen olarak izleyicilerine yansıtma-verme çabası içinde olacaktır. Bu düşünce biçimi ile bu uğurda harcanmış saygın çabalar, yapıtları bir değer olmaya götüren süreçtir. Ancak, yapıtlarında estetik bir çizgiyi yakalamaya çalışan sanatçının, etik değerlerden uzaklaşarak, etik değerleri çiğnemek pahasına estetiğe öncelik tanımasının ne denli ussal ve insancıl olduğunu doğru irdelemek gerekir!
Tümüyle sanatın kendisinin ya da her bir sanat yapıtının temel varlık işlevinin insana rağmen değil, insan için olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Eğer insan yoksa sanat ya da yapıtlar kim için ve ne anlam ifade edecektir? Evet, estetik değerlerden uzak bir yapıtı nasıl “sanat” olarak göremiyorsak, aynı şekilde insana rağmen – temel etik değerler karşısına alınarak – yaratılmış bir yapıtı “saygın ve değerli bir sanat yapıtı” olarak görmemiz de olası değildir. Sanatçı olmak zordur; zorluklarla savaşılarak sanat yapıtları yaratılabilir ancak! İnsanlığın ya da yaşamın güzelliklerini ve çirkinliklerini, eğitmek – dikkatini çekmek – belgelemek istediği konuları, bireye saygı sınırlarını özenle önemseyerek yapıtlarına yansıtabilmek, yapıtlarıyla anlatabilmek durumundadır sanatçı! Zorlanmadan ulaşılan, elde edilen şeylerin önem, değer ve saygınlık boyutları her zaman tartışılır olmuşlardır.
Estetik öncelliğin, etik değerleri göz ardı edecek güçte olması ve bir sanat yapıtının – insanın değerine rağmen – yaratılmaya çalışılması, tümel yaşam ve insanlığın evrensel boyutu açısından tümüyle etik dışıdır. Bir sanat yapıtının değer olabilmesi ya da değer olabilecek bir yapıtın yaratılması hiç de kolay değildir ve hiçbir zaman basite de alınamaz, alınmamalıdır. Böylesi bir “değer”den bile öte, tümel yaşamın hiç bir nesnel boyutu, insanın kendisinden daha önemli ve değerli olamayacağı içindir ki etik değerlere saygı, insanlığın varlığına saygınlıktır ve bir sanat yapıtının ortaya konulabilmesi için – ki bu sanat yapıtının bir “değer” olacağı bile şüpheliyken – insanın kendisinin ikinci plana (Yine bir insan tarafından!) bilinçli olarak itilmesi, evrensel temel değerlere tümüyle karşıt bir uygulamadır.
Öncellik karmaşasını karşıt bir düşünceyle irdeleyelim: Sanatçının, genelde, yaşamın kendisini ve hatta tüm değerlerini eleştirel bir yaklaşımla ele aldığını ve içsel bir başkaldırının tüm çalışmalarına yansıdığı ve hatta kimi zaman temel bile olduğu görülebilmektedir. Bu türden eleştirel açılımlarda, insanlığın sahip olduğu tüm temel evrensel değerler tartışma konusu yapılabilmekte ve acımasız eleştiriler getirilebilmektedir. Nietzche’nin düşünce sisteminin kökenini bu eleştirel yaklaşımın oluşturduğunu anımsamak da yerinde olacaktır. Bu yaklaşım, bir bakıma sanatçının sorgulayıcı ve hesap sorucu kimliğinin gereklerinden birisidir. Evrensel kabul görmüş değerlerin bile sorgulanabilirliği, bir sanatçı ya da bir filozof için pekâlâ olasıdır. Ancak, insana saygının temel koşul alınması gereken tümel yaşam gerçekliği görmezlikten de gelinemez. Evet, sanatçı her kabulü sorgulayabilmeli, her değeri yeniden irdeleyebilmelidir; fakat tüm bu arayışlarına düşünsel bir zenginlik kazandırabilmek de zorundadır. Düşünsel zenginlik, sanatçının, düşünceleriyle gidebildiği derinliklerin, sorgulamalarına kazandırdığı ussal objektivizmin boyutudur. Bu düşünsel zenginlikle sanatçı, us dışı arayışlara yönelmenin yanlışlarından uzak, irdeleme ve sorgulamalarını insana saygının temel alındığı etik bir çerçeve içinde sürdürebilmelidir. Sanatçının sorgulayıcı kimliği, insana ve onun varlığının etik değerlerine saygılı bir şekilde eylemselliğini göstermelidir.
Eylemlerimizin, salt bireysel açılım ve dayanaklarla yorumlanabilirliği ussal değildir. Bireysel olan her açılım, yanılgı paylıdır. Genel etiğe uymayan bireysel açılımların da bireyin kendisi tarafından bir açıklaması muhakkak vardır ama bunun ne denli gerçeklere dayandırıldığı tartışmaya açıktır. Bir eylemin kayıtsız şartsız “iyi” bir eylem olabilmesi için, hem yalnız özgürlükten doğan hem de (eylemde bulunanın ve bu eylemden etkilenenin ulaşacağı) özgürlüğü amaçlayan bir eylem olması şarttır (3). İyi bir gerekçe ya da ahlaki kaygı olarak kullanılan (nesnel)olgu, genel olarak bağlayıcı bir normu değil de sadece bir faydayı dile getiriyor ise burada durum değişir. Bu, bireyin bir başkasına (ya da bir konuya) karşı niçin belli bir biçimde (olumlu ya da olumsuz) davrandığı sorusunu da akıllara getirecektir (3).
İnsanı insan olduğu için sevme ve saygı duyabilme erdemine ulaşan bir sanatçının, yapıtlarında estetiği yakalama ve sergileme uğruna, insanın öznel varlığının etik değerlerini basite alabileceğini ve bu değerlere, dolayısıyla insanın kendisine, gerçekliğine saygısızlık yapabileceğini düşünmek, sanat ve insanlık adına kabul edilemez bir olgudur.
Mahmut Özturan
İzmir, Nisan/2004
Kaynaklar:
1 – Sanat ve Estetik Kuramları (Nejat Bozkurt)
2 – Estetik’in Kısa Tarihi (Hakkı Hünler)
3 – Etiğe Giriş ( Annemarie Pieper)
|
|
|
Ziyaretçi Sayısı:1001468
|
|