|
|
3-KENDİNİ ARAYAN FOTOĞRAF |
|
|
“Sezar'ın hakkı Sezar'a” ilkesiyle yola çıkarsak Sontag'ı hem günahlarıyla hem de sevaplarıyla ele alma olanağımız olacak ve onun gibi birisiniden bile birşeyler öğrenme olanağı yakalayacağız .Bu öğrenme işi doğrudan Sontag'dan olmasa bile onun vasıtasıyla olacağı kesin. Bunun için de, benim seçimim, diğerlerine göre ayaklarıbiraz daha yere basan ve fotoğraf tarihindeki büyük “ikiliklere” değinmemizi sağlayacak olan “Photography in Search of Itself” oldu. Yani, “Kendini Arayan Fotoğraf.” İki bölümden oluşan denemenin ilk bölümünde Sontag, sanat - olarak – fotoğrafın, müzelere ve galerilere girişiyle olan ilişkisini inceliyor. İkinci bölüm ise John Szarkowski ile giriştiği polemik. Elimde Szarkowski'nin kitapları The Photographer's Eye (Fotograf'çının Gözü- 1966) ve Looking at Photographs: 100 Pictures from the Collection of the Museum of Modern Art olmadığı için bu polemiği inceleme olanağım yok.
Denemenin tanıtım yazısında, Sontag'ın sosyal ve politik ahlak ile sanat üzerine giristigi ÇELİŞKİLİtartışmalar ile bilindigi vurgulanıyor.
AH ŞU FOTOĞRAFÇILAR
“Diğer düzenli - olarak - büyüyen teşebbüsler gibi fotoğraf, önde gelen uygulayıcılarına, ne yaptıklarınıve bunun neden değerli oldugunu tekrar tekrar açıklamalarını telkin etmiştir” diyor Sontag ve devam ediyor: “Fotoğrafın saldırılara maruz kaldığı dönem kısa bir dönemdir.”(2) Aslında, bunu telkin eden fotoğraf degil, söylendiği gibi hiç de kısa olmayan bir fotoğraf muhalefeti idi. Fotoğraf muhalefeti, kökenleri 18.yüzyılda camera obscura ile yapılan çizimlere dayanan, 19.yüzyıl sonunda bittiği sanılan, oysa günümüze dek Sontag ve benzerlerinin “önderliğinde” süregelen “köklü” bir muhalefettir. (Camera Obscuranın mimari kullanımlarının yanında sık sık çizimlerde manzara resimleri yapımında kullanılmaya başlaması ise 17.yüzyıl başlarında görülür.) İlk Camera Obscura muhaliflerinden Hogarth, The Analysis of Beauty adlı kitabında “çıplak gözle gördüğüm herşey, camera obscura yardımı ile yapılanlardan daha resimsi görünüyor bana” diyor. İşte, camera obscura ile başlayan, Baudelaire, Ingres, Flandrin, Philippe Rousseau, Nanteuil, Delaroche gibi devrin önde gelenleri tarafından sürdürülen sanat – olarak – fotoğraf muhalefeti, fotografçıların yalnız yapıt üretmekle yetinmeyip “yaptıklarının neden değerli olduğunu tekrar tekrar açıklamalarına” da neden olmuştur.
“Fotoğraf'ın şaşırtıcı bir kolaylıkla çekilebilmesi, onun 'bilmek' ile ince bir ilişkisi olduğunu akla getirir.”(3)
“Resim-çekmek düşünen profesyoneller tarafından ya “bilmenin ve bilinçli zekanın berrak ve keskin bir hareketi” olarak, ya da “entelektüellik öncesi ve sezgisel bir tesadüf” olarak tamamen farklı iki şekilde yorumlanmıştır.
“Bu yüzyılda, eski kuşak fotoğrafçılar fotoğrafı, kahramanca bir dikkat çabası, çileci bir disiplin ve fotoğrafçıların bir bilinmeyen bulutunun içinden geçmelerini isteyen dünyaya karşı bir “alma eğilimi” olarak tanımlamışlardır. Minör White'a göre fotoğrafçının zihni yaratma anında boştur... Görüntülerini ararken fotoğrafçı kendisini (karşısındakini daha iyi anlamak ve hissetmek için) gördüğü herşeyin üzerine yansıtır, herşeyle özdeşleşir. Cartier Bresson, hedefini vurabilmek için onunla özdeşleşen bir Zen okçusuna benzetir kendisini. “Düşünmek fotoğraftan önce veya sonra yapılmalıdır” der “asla çekim anında değil” Düşünce, fotoğrafçının bilincini bulandıran ve fotoğraflanan şeyin özerkliğini yokeden bir şeydir. Fotoğrafın - özellikle “iyi” fotoğrafın - her zaman yazınsallığı aşacağını kanıtlamaya niyetli birçok ciddi fotoğrafçı, fotoğrafı “akli faaliyetle ilgili” bir paradoks haline sokmuşlardır. Fotoğraf, dünyaya “saldıracağı” yerde “daha akıllı olup ona galip gelme” yolunu tutan “bilgisiz bir bilme” işi haline getirilmiştir.”(5)
Buyurun sofraya... Meğerse bu fotoğraf sanatçısıgeçinen adamlar ne kadar düşüncesiz, ne kadar boşkafalı, ne kadar bilgisiz adamlarmış da haberimiz yokmuş. Sontag’ın onlarıikinci kategoriye, yani “entelektüel ¬öncesi ve sezgisel rastlantı ile çalışan” fotoğrafçılar grubuna dahil ettiğini söylememe bilmem gerek var mı? Sontag'ın bir fotoğraf kuramcısı olarak bilindiği ülkemizde yazdıkları 180 derece ters anlaşıldığı için, yukarıdaki alıntının fotoğraf sanatçılarına bir övgü dizesi olduğu sanılabilir. Ama, onun asıl yapmak istediği, ellerinde “düzene iyi bir darbe indirme olanağı varken” bunu yapmayarak fotoğrafla uğraşmayı yeğleyen, ömrünü sanatın ve yaratıcılığın o gizemli dünyasında geçiren “eski kuşak” fotoğraf sanatçılarını “nazikçe” aşağılamaktır Hele hele bu fotoğrafçılar Gerçeküstücü felsefe(6), Zen Budizm, Hipnotizma, Geştalt Tedavisi, Gürciyef Felsefesi, Görüntü Psikolojisi ve Sumiye Resmi(7-8) gibi “ne idüğü belirsiz” şeylerle uğraşıyorlarsa vay hallerine. Bütün bunların “düşünce” ile ne ilişkisi olabilir ki? “Sanat fotoğrafçılığı geleneğinde GÖRÜ, sonucu belirleyen öğedir, bu da Stieglitz'in “eşdeğerlilik” düşüncesinden kaynaklanan bir gelenektir”(9) diyor Harianne Fulton.”Düşüncesiz bir görü” de düşünülemeyeceğine göre, fotoğrafçılar (veya fotoğraf sanatçıları) söylendiği gibi “kafası boş” “düşüncesiz” ve “bilgisiz” insanlar olmasa gerek. Bir zamanların New York Üniversitesi Rektörü George D.Stoddard, insanın Ölçüsü Olarak Sanat başlıklı denemesinde “Gözlerimizle düşünemeyiz. Adımlarımıza yol gösteren verileri ve hammaddeleri getiren görüntüdür. Göz, optik yeteneğiyle beynin gerçek bir parçası olan, paha biçilemez bir organdır.(...) Sanatçı, aynı anda gören ve düşünen insandır. Onun marifeti beynindedir.” diyor. Cartier Bresson ise “karar anı”nda neden hiç düşünülmemesi gerektiğini şöyle açıklıyor: “Düşünmek...Ya fotoğrafı çekmeden önce, ya çektikten sonra yapılacak şeyler bunlar. Fotoğraf çekerken hiç düşünmemeli insan... Doğal olmalı... Olmasını istediğini değil, olanı yakalamalı. Bir fotoğrafçıne zaman başarılısayılır? Onu da söyleyeyim... Kültür düzeyinin değer yargılarının, zihin berraklığının oluşturduğu iç dünyayla, yorumsuz var olan dış dünya arasında sağlam, sağlıklı bir denge kurulduğunda...”(10) “Düşünen fotoğrafçı” konusunda ise şöyle diyor Bresson:”.. .yazar - çizerlere de benzemez fotoğrafçı... Yazar çizerin yaratmadan önce düşünme fırsatı vardır. Bir şeyi kabul eder, sonra reddeder, içinden öyle geliyorsa daha sonra tekrar kabul eder. Fikirlerini kağıda dökmeden önce, ilgili - ilgisiz bütün unsurlarıbir araya getirip alıcı gözle bakabilir, değerlendirmeye alabilir, zaman kaygısı olmadan her türlü senteze gidebilir. Yalnız o kadar olsa yine iyi... Bir yandan yazarken öbür yandan bilinçaltını çalıştırıp fikirlerini sıraya da koyabilir yazar...
Fotoğrafçının böyle bir imkanı yoktur. Onun için, bir kere kaybolan şey, hepten kaybolmuş demektir. Mesleğimizin bütün zorluğu, bütün sıkıntıları, bütün üzüntüleri de buradan kaynaklanıyor zaten.(...) Fotoğrafçının görevi, göz açıp kapayıncaya kadar geçen giden bir zaman kesiti içinde, gördüğü, yaşadığı olayıfotoğraf makinesine geçirmektir.”(11)
Kendini hiçbir zaman “fotoğrafçı” olarak bile görmeyen Cartier Bresson kamerayı sadece “kendi amaçları” için kullandığını, fotoğrafın disiplin ve olanaklarından ise “zevk aldığını” söylüyor. (12) “Hayatta önemli olan GÖRÜdür. Fotoğraf ve diğer görsel araçlar bu sonuca ulaşmak için araçlardır” (13) diyerek GÖRÜnün sadece bir sanat fotoğrafı geleneği olmadığını, FOTOĞRAFIN taa temelinde yattığını belirtiyor.Çok değil, birkaç satır sonra Sontag da bunun böyle olduğunu görecektir: “Genel düşünce, iyi bir fotoğraf çekmek için, onun önce GÖRÜLMESİ gerektiğidir.”(14) Bresson için fotoğraf “bir insanın kafasını, gözünü ve kalbini aynı düzlem üzerine koyması”(15) demek.”Benim için fotoğraf fiziksel bir zevktir. Fazla beyine filan da ihtiyacıyoktur. Hatta hiç yoktur. Duyarlılık, bir parmak ve bir çift ayak yeterlidir.”(16)
Bresson, Sontag hakkında ne düşünür bilemiyorum ama aklı başında bir fotoğrafçının pek iyi şeyler düşünmeyeceği kesindir.Biraz sonra göreceğimiz gibi, Sontag “bilgisiz fotoğraf” konusunda tamamen haksız değildir. Onun yanılgısı seçtiği örneklerden (Bresson-White) kaynaklanır. Bu denemenin yazıldığı yıl olan 1973'de postmodern fotoğrafın, yıldızının tam olarak parlamadıgıgöz önünde tutulsa bile Sontag, seçebileceği en kötü örnekleri seçmiştir. Onun tüm olumsuzlamalarına rağmen Cartier - Bresson ve Minor White, yazdıklarımakale ve kitaplarla ENTELEKTÜEL insanlar olduklarını göstermişlerdir. (Darısı Sontag'ın başına)
Aslında sınıflandırmalara pek meraklı olmadığını, fotoğraf sanatını ve fotoğraf medyasını aynı kutuya koyarak göstermiş olan Sontag'ın fotoğrafı bilen - ve - bilmeyen fotoğraf olarak ikiye ayırmaya kalkışması, onun fotoğrafa ne derece çarpıkça yaklaştığının iyi bir delilidir. Oysa Sontag fotoğraf -olarak - fotoğraf ile sanat ¬olarak - fotoğrafın tamamen ayrışeyler olduğunu bilir (.. “bu da her kitle sanatı gibi fotoğrafın da herkes tarafından sanatsal amaçlarla çekilmediği anlamına gelir” - Sontag) (17) ama her iki gruba giren örneklerin çokluğu nedeniyle faturayı kesiverir: “Fotoğraftaki üstü örtük anlam, dünyayı fotoğraf makinesinin kaydettiği biçimde kabullenirsek dünya hakkında bilgi sahibi olabileceğimizdir. Oysa bu, dünyayı olduğu gibi kabul etmemekle başlayan anlama ediminin tam tersidir.”(18) Bu sözleri duyan birisi, sanki fotoğraf olmasa idi dünyayı “şıp diye” anlayabileceğimizi sanabilirdi. Oysa tam tersi geçerli değil midir bunun? Fotoğrafsız (ve dolayısıyla hareketli filmsiz) bir dünya düşünebilir miyiz? Gerçek hayatta fotoğrafçı olmadığı halde sanki “fotoğrafçıymış gibi” desteksiz yazan Sontag'ın deklanşöre basıldığı anda hiç bir şey düşünülmemesinin çok normal olduğunu görebilmesi için fotoğrafla “azıcık” uğraşması yeterli olacaktı. Oysa o, fotoğrafla uğraşmak yerine “uğraşmayı” tercih etmiştir. Çünkü yazı yazarak ahkam kesmek fotoğraf peşinde koşturmaktan çok daha kolaydır.
|
|
|
Ziyaretçi Sayısı:1000669
|
|