Tekrar merhaba; Fotoğraf dünyasında yaptıklarıma ilgi gösteren herkese bir kez daha teşekkür ettikten sonra, sizlere bu kez daha yakın tarihlerde gerçekleşen küçük bir projemi sunmak istiyorum. Daha sonraki sayılarda tekrar geriye gideceğiz. Projenin başlığı “5 cm’den Roma!” Anlatayım. Her türlü görüntüleme cihazının kendisine özgü olanak ve olanaksızlıklarıya yine kendisine özgü bir estetik ve ifade biçimi getirdiğini düşündüğümden, en uydurma kameralara bile önyargısız yaklaşır, dilini öğrenmeye çalışırım. Belki de bunu bildiğinden, önde gelen cep telefonu üreticilerinden biri yaklaşık 2 yıl önce bana yaklaşarak, pazara yeni sundukları 1.3 megapiksel kameralı (o tarih için en iyi kalite) cep telefonunu denemek isteyip istemediğimi sordu. O tarihe kadar kameralı cep telefonu satın almamıştım ama bu yeni oyuncaklar ilgimi çekmiyor da değildi. Teklifi hemen kabul ettim. Telefon benim oldu; takip eden aylarda çektiğim fotoğrafların bir bölümünü firma kendi tanıtımlarında kullandı. Ekteki fotoğraflar da bu çalışma sırasında üretildi ve yine ekte bulabileceğiniz yazı eşliğinde bir gezi dergisinde de yayınlandı. Yazının orijinalinde (bir tür advertorial olduğundan) telefonun marka ve modeli belirtilmekteydi ama ben burada o bölümü değiştirmeyi uygun gördüm. Her ne kadar yazıda anlatılıyor olsa da, girizgahta şunu tekrarlamak istiyorum: Fotoğrafları çekerken, telefonun (ya da fotoğraf makinesinin; nasıl uygun görürseniz) minik objektifinin önüne bir büyüteç dayadım ve böylece netlik uzaklığını yaklaşık 5 cm’e kadar indirdim. Bunu neden yaptığımı yazıda anlatıyorum. Cep telefonlarıyla çekilen fotoğrafların herhangi bir değeri olup olmadığı hala tartışılıyor ve tartışılmaya da devam edilecek. Bu konuda bir süre önce Radikal gazetesinin düzenlediği açık oturumun linkini aşağıda veriyorum; böylece bu konudaki düşüncelerimi de kısa yoldan sizlere sunmuş olurum. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=161877&tarih=20/08/2005 Saygılarımla; Orhan Cem Çetin
Beş Santimden Roma
Seyahati kim sevmez?
Şaşırabilirsiniz ama, kimi zaman fotoğrafçılar. Herkes eli cebinde, rahat turist kıyafetleri içinde gezip tozar, yolculuğunun tadını çıkarırken biz zavallı fotoğrafçılar omzumuzda ya da sırtımızda ya da her ikisinde, hatta boynumuzda ağır yükler, kan ter içinde oradan oraya koşturup dururuz. Çantamızı, fotoğrafçılık malzemelerimizi, gözümüz gibi baktığımız makine(leri)mizi düşürmekten, kaybetmekten, çaldırmaktan korktuğumuz için sürekli çevreyi kollar, yükümüzü düşünmekten yolculuğumuzun keyfini çıkaramayız. Dahası da var: Aman şu kareyi kaçırmayım, bu fotoğrafı da çekmem şart, buralara kadar gelmişken filan fotoğrafı çekmeden dönülmez diye hiç durmadan, nefes almadan fotoğraf çeker, böylece tüm yolculuğu tek gözle, fotoğraf makinesinin bakacından, kafamız ayarla, kadrajla, netlikle meşgul bir vaziyette izlemiş oluruz. Bazı manzaralar yol arkadaşlarımız için yeterince iyi, hatta müthiş iken, bizim için berbattır: ışık kötü bir açıdan geliyordur, mekan fazla karanlıktır, yok efendim elektrik telleri gökyüzünün görünüşünü bozuyordur, binanın önüne iskele kurulmuştur vs. vs. Sıkça seyahat eden bir fotoğrafçı olarak ben bir noktada bu duruma isyan ettim. Artık yanımda pahalı malzemeler, ağır çantalar, üçayaklar taşımak istemiyorum. Her dakika dört başı mamur fotoğraflar çekmeye çabalamak zorunda değilim; yolculuklarımı biraz da çıplak gözle izlemek, hafif olmak, turist olmak istiyorum dedim. Artık uzun yola giderken yanıma küçük, otomatik ayarlı, amatör fotoğraf makineleri alıyorum. Çoğu kez de bakaçtan bakmadan, makineyi avucumun içinde sağa sola çevirerek fotoğraf çekiyorum. Elde ettiğim görüntüler belki başkalarını tatmin etmiyor ama benim için çok değerli yolculuk hatıraları oluyor. Eskiden yerlerden çakıl taşları, ezilmiş gazoz kapakları, kafelerden bardak altlıkları toplardım. Bu da öyle bir şey galiba. Yolculuğa dair küçük ayrıntılar, kanıtlar, hatıralar. Nisan (2005) sonunda bir vesile ile Roma'ya gittim. Kısacık, topu topu 3 günlük bir ziyaret. Bu kez cebimde fotoğraf çekebilen bir cep telefonu da vardı. 1.3 megapiksel çözünürlükte, ilk kameralı cep telefonum! Keyfimi varın siz düşünün. Ayrıca bir “seyahat fotoğraf makinesi”ne ihtiyacım yoktu. Her an elimin altında, avucumu hem kulağa, hem de göze çeviren iyi bir yol arkadaşı. Roma'da insanlar hep uzaklara doğru bakıyorlardı. Geniş caddelerin ta öteki ucuna; tepelerin zirvelerine, yüksek binaların alınlıklarına, çatılarına, tepelerindeki heykellere. Bunu ben de yaptım tabii ki ama, sıra fotoğraf çekmeye gelince dedim ki bu kez menzilimi kısaltayım, hatıraları çok eskiden yaptığım gibi burnumun dibinden, en yakınımdan toplayım. Hiç yanımdan ayırmadığım bir büyütecim var. Onu da telefonun objektifinin önüne yerleştirince artık ben hazırdım. Bu fotoğraflara şimdi bakınca, uzaktaki Roma ile yakındaki Roma'nın birbirinden çok farklı olduğunu görüyorum. Uzaklardan bu olağanüstü kent görkemiyle, tarihiyle, sanatıyla insanı eziyor. Gel gelelim, yakından bakınca iş biraz değişiyor. Tıpkı Guliver'in devler ülkesinde hissettiği gibi. Yakından bakınca görünenler Roma'nın hem bakımlı hem bakımsız, Roma sokaklarındaki insanların hem titiz hem bizim gibi biraz pasaklı olduğunu gösteriyor. Kent bir yandan temizlenirken bir yandan da kirletiliyor, genç ellerden çıktığı belli graffitilerle her santimetrekare fütürsüzce boyanıyor. Uzaktan durmuş oturmuş görünen kentin aslında büyük bir şantiye olduğu, tamiratın, tadilatın, restorasyon ve kazıların hiç bitmeyecek gibi göründüğü hemen göze çarpıyor. O devasa yapıların yanında küçücük ayrıntılar gözden kaçıyor galiba, tıpkı Colosseum'da biten yabani otlar gibi. Şimdi Roma'yı çok daha iyi tanıyor, daha iyi biliyorum. Malum, hakikat ayrıntılarda gizlidir.
OCÇ
Mayıs 2005
Yazı ve Fotoğraflar: Orhan Cem Çetin
|