Oturduğum restoranda öğle yemeği siparişimi beklerken, genç bir kızın, bambu yapraklarından örülmüş bir tepsi taşıyarak sokağın karşı tarafındaki küçücük, Bali’ye özgü bir maket-tapınağın önüne geldiğini görüyorum. Sepetin içerisinden avuçiçi büyüklüğünde, içerisinde çiçekler ve yiyecek olan daha küçük bir sepeti alıp üstteki sunağa bırakıyor. Ardından da, yanmakta olan bir tütsüyü sunağa yerleştiriyor. Eliyle, büyük sepetin içindeki bir su kabından aldığı suyu, üç kez sunağa serpiyor. Sonra sağ eliyle havada yana doğru bir süpürme hareketi yapıyor. Daha sonra da aynı şeyleri yerdeki sunakta tekrarlıyor. Böylesine bir dinsel ritüel. Benzerlerini Nepal’de ve Hindistan’da çokça görmüştüm. Tek fark, sunağın fiziksel biçimi ve farklılığı. Geriye kalan her şey hinduizmden gelen aşina görüntüler. Akşam üzeri ana caddede bulunan büyük tapınaktaki dinsel töreni izleyeceğim. Budist manastırlarından hindu aşramlarına, dargahlardan kiliselere kadar her dinin mabedlerinde huzur duyabildiğim için bu tecrübeyi de yaşamayı çok istiyorum. Tapınağa giriş için belirli bir kıyafet zorunluluğu var. Bunu da kaldığım pansiyonda çalışan Chiem ayarlayacak. Zaman geldiğinde de Chiem ile buluşuyoruz. Kıyafetleri hazırlamış. Önce, pareoya benzeyen ama daha farklı desenleri olan bir kumaşı değişik bir stilde belime bağlıyor. Ön tarafımda doğal bir yırtmaç oluştu. Bu kumaşın üzerine parlak sarı kumaştan yapılmış ikinci bir saron daha geçiriyor ve bel hizasında düğümlüyor. İki kumaşın ayrılmaması ve düşmemesi için, hardal renginde bir bel kuşağını üzerlerine geçirerek düğümlüyor. Üste giyeceğim, beyaza yakın renkte bir gömleğim olduğu için bu kısmı geçip işin en önemli kısmına geliyoruz. Bu da, başın etrafına geçirilecek olan beyaz renkli üçgen kumaş bant. Üçgenin ucu geriden getirilerek alnın ortasında diğer iki uçla birlikte bağlanıyor. Artık yola çıkabilirim. Tapınak, kaldığım yere yüzelli metre kadar uzakta. Kestirme bir yoldan çıkıyorum hemen. Kıyafetim uygun olduğu için rahatça giriyorum içeriye. Karanlık basmadan önceki son zaman dilimi. Ana kapıdan girişten sonra, üzeri lotus çiçekleri ile dolu büyük bir havuz-göl karşılıyor gelenleri. Gölün ortasında devam eden yürüme bandı, gölün bittiği yerde geniş bir platforma açılıyor. Her iki tarafta da, oldukça süslü bir ağaç işçiliği ile yapılmış iki sundurma var. Sundurmaların altına geleneksel çalgılar yerleştirilmiş. Daha ileride iki şemsiyenin ve iki ejderha heykelinin arasından çıkan merdivenler, üzerinde muhteşem ahşap işlemeleri olan bir kapıya yöneliyor. Yan kapıyı kullanarak, biraz da çekingenlikle, asıl kutsal alana geçiyorum. Her taraf sarı, turuncu parlak renkler içinde. Yerlere çökmüş, iki eli başlarının üstünde Hindular, dinsel rituelleri ile meşguller. Aralarda dolaşanların gülümsemeleri beni rahatlatıyor. Beyazlar giymiş bir orta yaşlı bayan elindeki bir kaseden serptiği suyla dua edenleri kutsuyor. Gerilerden gelen bir erkek sesi, ilahi bir müziğin eşliğinde dualar okuyor. Bol renkli bu ana mekanda o kadar çok ayrıntı var ki hangi birisine dikkat edeceğimi şaşırıyorum. Bayanlardan oluşan büyük bir grup, sırayla orta kapıdan kutsal mekana giriyor. Hepsi de başlarının üzerindeki tepsilerde meyve taşıyorlar. Meyveler kat kat dizilmişler. En üstte de bambu yaprakları. Büyükçe bir masaya bırakılıyor. Tanrılara yapılan bir sunum. Tanrıların, meyvelerin ruhlarını yediklerine inanıyorlar. Herkesin yüzünde bir gülümseme. Baştan beri dikkatimi çeken en önemli şey, insanların ve tapınağın son derece temiz oluşu. Hindistan’daki hindu tapınaklarının artık kanıksadığım, rahatsızlık verecek boyutlardaki kirliliği yok burada. İnsanlar çok temiz, pırıl pırıl giyinip gelmişler. Hakim renk erkekler için beyaz. Mutlaka ceket giyiyorlar. Bir grup erkek ise lacivert ceketler giymiş. Altlarındaki etek ise siyah-beyaz damalı. Başlarına, kırmızı şeritleri olan yine siyah beyaz damalı bir kumaşı bağlamışlar. Bunun dışındaki tüm erkekler beyaz giyinmiş. Bol düğmeli beyaz ceketler tertemiz. Kadınlar ise tek renk saten bir eteğin üzerine tülden bir gömlek giyiyorlar. Renk sarı veya pembe. Saçlar mutlaka toplanmış, arkada bağlı ve bazen beyaz bir bant alnı çevreliyor. On-oniki yaş gurubu erkeklerden oluşan iki ayrı orkestra yerlerini aldıktan sonra üyelere sıcak kahve ikramı yapılıyor. Şimdi müzik zamanı. Uzun davullar, flütler, yaylı çalgılar ve en önemlisi metal bir çekiç yardımı ile çalınan özel vibrafonlar. Müzik çok farklı, etkileyici ve böylesine muhteşem bir Bali gecesinde olağanüstü egzotik. Küçük kızlardan oluşan onbeş-yirmi kişilik bir grup çıkıyor sahneye. Sarı renkli bir elbise giymişler. Enteresan ve hoş danslar izliyorum. Ertesi sabah erkenden küçük sırtçantamı ve fotoğraf makinalarımı alıp Ubud şehir merkezinin batısındaki Cumpanan’a yürüyorum. Pirinç tarlaları arasında güzel bir yürüyüş. Yirmi yaşlarında genç bir erkekle karşılaşıyorum. Geçtiğim tarlanın sahibiymiş. Hindistan cevizi suyu içmek isteyip istemediğimi soruyor. “Okey” diyorum. Koşarak yeşilliklerin arasındaki bambu kulübesinden bir hindistan cevizi alıp geliyor. Kesip içebilmem için ucuna bir kabuk yerleştiriyor. Kahvaltı yapmadan yola çıktığım için harika gidiyor bu saf meyve suyu. Tabi böyle bir ikram, ancak bizim memleketimizde karşılıksız olarak Tanrı misafirine yapılır. Buralar Anadolu olmadığı için, soruma “up to you” (sana bağlı) diye karşılık geliyor. Pirinç tarlaları arasında birbuçuk saati aşan uzun bir yürüyüşten sonra duvara kazılmış rölyeflerin bulunduğu kutsal Yeh Pulu’ya geliyorum. Bu kutsal yerde giymek zorunda olduğum bir tür peştemal olan mor renkli sarong’u sarınıyorum. Yaşlı bir kadın, ileride rölyeflerin bittiği yerde sabah ayinini yapıyor. En sondaki rölyef neredeyse tam bir heykele dönüşmüş. Yarı insan, yarı fil hindu tanrısı Ganesh. Heykelin önüne çiçekler ve tütsüler konmuş. Yaşlı kadın, beni heykelin yanına çağırıp heykelin önündeki sunağın üzerine konmuş kabtan ellerime su döküyor. Bu suyla ellerimi yıkamalıymışım. En sonra da ellerime döküp içmem gerektiğini söylüyor. Temizliğinden çok çok şüpheliyim. Ama böylesine bir ritüelin yarım kalmasını da istemiyorum ve birazcık içiyorum. Tabi doğal olarak ta biraz “bağış” yapmam gerekiyormuş. Hindistan’dan buralara kadar gelen klasik bir numara diyeceğim. Neyse, fil başlı Tanrı Ganesh tarafından kutsanmış olmak, çok ta ticari görünmüyor. Bali için “Hinduizmin en görkemli kalesi” desem herhalde çok doğru olur. Onu böylesine farklı kılan en önemli özellik, kanımca, yoğun ve farklı bir dinselliğin yaşanması. Hindistan’dakinden çok farklı bir anlayışla yorumlanan hinduizmin yarattığı farklı bir mimari, çok farklı dinsel seremoniler, artık kanımsadığım hindu tapınaklarının kirli ve pislik dolu görüntülerinin tam aksine, tertemiz ve bir örnek giyinmiş hindularla dolu tertemiz tapınaklar, akşamın 6sından geceyarısına kadar süren çok farklı ayinler, farklı bir yaşam tarzı, arkadaş canlısı Balililer, bunların yanı sıra dalga sörfçüleri için cennet denilebilecek plajlar, kilometrelerce uzanan pirinç tarlaları. Kesinlikle inandım ki, Tanrı, Asya yollarındaki güçlüklerle dolu zorlu yolculuğumdan sonra bana küçük bir lütufta bulunarak, bu küçük adada sanki bir balayı gibi farklı ve harika günler geçirmemi hediye etti.
| | | | | |
Bali'de Tapınak
| |
Bali Yeh Pulu Ganesh Rolyefi Önünde Kutsama
| |
Bali Ubud
| | | | | | |
Bali Ubud
| |
Bali Ubud
| |
Bali Ubud
| | | | | | |
Bali Ubud Tapınağında Hindu Bayanlar
| |
Bali Tanah Lot Tapınağında Hindular
| |
Bali Bir Tapınakta Dans Gösterisi
| | | | | | |
Bali Ubud Pirinç Tarlaları
| | |
|