Yazıma Nazım Hikmet’in dizeleriyle başlamak istedim.
Kimi der ki, bir kadın uzun kış gecelerinde yatmak içindir
Kimi der ki, kadın yeşil bir harman yerinde dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki, hayalimdir, boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki, hamur yoğuran
Kimi der ki, çocuk doğuran
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne hayal, ne veba.
O benim kollarım, bacaklarım, başım, yavrum, annem, karım, kız kardeşim, hayat arkadaşım.
Nazım Hikmet'in dizelerini okuduğumuz zaman, cumhuriyetten önce ve de günümüzde Anadolu’nun ücra köşelerinde kadına bakış tutucu olabilir. Fakat, bir suçlu aranıyorsa kadının haklarını sömüren taraf kadar, kadının da hataları olduğunu düşünüyorum. Çünkü kadının erkeğe ya da törelere karşı durabilmesi için, özverili ve çalışkan olması, yaşama bakış açısını azimle geliştirmesi gerektiğine ve de azmin elinden hiçbir şeyin kurtulamayacağına inanıyorum.
Çünkü kadınların geçmişteki başarılarına baktığımız da nereden nerelere gelindiğini görmekteyiz.
8 mart 1857 tarihinde Newyork’da, tekstil sektöründe çalışan yüzlerce kadın; düşük ücret, uzun çalışma saatleri gibi olumsuz çalışma koşullarını düzeltmek için greve gittiler. Polisin müdahalesi sonucu çıkan yangında 140 kadın işçi hayatını kaybetti. Bu olayın nedeniyle 8 Mart gününün ‘Dünya Kadınlar Günü’ olarak kabul edilmesi önerildi. Bu öneri, ancak 1977 yılının Aralık ayında, Birleşmiş Milletler Genel Toplantısı’nda görüşüldü ve kadın hakları, uluslararası barış gücü olarak kabul edildi. Bunun iki amacı vardı; dünya barışının korunması ve kadınlara eşit hakların verilmesi.
Türk kadınının geçmişine baktığımızda ise, toplumsal yaşamda etkinliğini her zaman koruduğunu görüyoruz. Orta Asya Türklerinde, törenlerde hakan ile hatun beraber otururlardı ve kadın devlet yönetimi ile ilgili pek çok kararda söz hakkına sahipti. Selçuklu dönemi ise; toplumsal yaşama önem veren köklü ve kendine özgü bir medeniyettir. O dönemden günümüze kadar gelen hastane, kervansaray, ibadethane ve hamamların çoğuna kadınların isimleri verilmiştir… Örneğin; Kayseri’de Gevher Nesibe Şifahanesi, Divrik’te Turhan Melik Şifahanesi, Kütahya’da Gülümser Hatun Ilıcası, Amasya’da Yıldız Hatun Ilıcası gibi. Osmanlı döneminde de Türk kadını, gerek yurt savunmasında gerekse hayır işlerinde etkili olmuştur. Örneğin; 1877-78 yıllarındaki Osmanlı Rus savaşında Kara Fatma, Gülizar onbaşı ve Hürmüz Hatun gibi isimler, Anadolu’ya yönelik saldırılarda Türk erkeği ile beraberce yurdu korumak için savaşmışlardır. İstiklal Savaşı’nda da Türk kadınının rolü büyüktür. Atatürk milli mücadelede de Türk kadınını büyük bir güç olarak görmüştür.
1919 yılının başlarında kurulan Çağdaş Kadınlar Cemiyeti, ilk mitinglerini Fatih Meydanı’nda yapmıştır ve bunu Üsküdar, Kadıköy, Sultanahmet mitingleri takip etmiştir. 13 Ocak 1920 yılında yapılan ikinci Sultan Ahmet mitinginde, Halide Edip Adıvar ve öğrencileri olan Naciye, Sebahat ve Münevver hanımlar ile şair Emin Yurdakul gibi ünlü kişiler de konuşma yapmışlardır. Mitingde konuşan okul müdürü Naciye Hanım ‘ben buraya kadın dünyasının yeminini tekrar için geldim’ demiştir. Kadınların düzenlediği bu mitinglerin Anadolu’ya da yayıldığını, Halide Edip Adıvar Hanım’ın da milli mücadelenin bir onbaşısı olarak Anadolu’da kadın haklarını koruduğunu görmekteyiz.
1948 yılında kurulan, Avrupa’ya da sesini duyuran ve Türkiye’nin en eski kadın kuruluşlarından biri olan ‘Türkiye Soroptimist Kulüpleri Federasyonu’dur. Adını ‘en iyiyi amaçlayan kadınlar’ anlamına gelen, Latince ‘sorore’ ve ‘optima’ kelimelerinden alan bu kurum, 1978’de Bakanlar Kurulu kararı ile ‘kamu yararına hizmet eden kuruluş’ olarak tescillenmiştir. Türkiye Soroptimist Kulüpleri Federasyonu, 1980 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile Avrupa Soroptimist Federasyonu’na (SIE) üye olmuştur.
Atatürk, 1923 yılının başında İzmir ve Konya’da kadını tanımlarken, ’dünyadaki hiçbir milletin kadını Anadolu kadınından üstün olamaz’ ve ‘dünyada görünen her şey kadının eseridir’ demiştir. Türk kadını, kendine tanınan bu haklardan dolayı dünyanın en büyük gururunu hem kadın hem anne olarak yaşamaktadır. En büyük özelliği olan özverisi çok önemlidir. Çünkü ülkenin geleceği olan çocukların gerek eğitimi gerekse onların geleceğiyle ilgili ve de aile içindeki görevlerinin kutsallığı bilinmektedir.
Özetlediğimizde ;
-Kadının tarihsel macerası,
-Toplumsal yaşamdaki geleneksel baskıların etkileri (sosyo-psikolojik)
-Demokratik yapı için varoluşu ve savaşı,
-Toplumsal sorumluluğu,
-Bireysel yaşamı ve yaşam biçimidir.
Amaca yönelik başarıyı en iyi anlatan bir gazete anketinden söz etmek istiyorum;
“En mutlu kişiler kimlerdir?” diye sorulmuş
İlk sıraları alan 4 yanıt şöyle;
-Yapmış olduğu işten hoşnutluğunu ıslık çalarak belirten bir sanatçı ya da zanaatçi
-Sahilde kumdan kaleler yapan bir çocuk
-Bebeğini yıkayan bir anne
-Zorlu bir ameliyat yaparak bir hayat kurtaran doktor.
Dikkat edilirse, yanıtların hiçbirinde para, güç ve mal varlığı yer almıyor.
| |
| |
| |
| |
| |
| |
| |
| |
| |
|
|