Fotografya / Mayıs, 2009 SERGİLER VE YORUMLAR Sergi Adı : “Duruşlar / Bakışlar II”
Sanatçı : Güner SARIOĞLU
Yer : İstanbul Fotoğraf Merkezi, Beyoğlu - İSTANBUL
Tarih : 02 Nisan -26 Nisan 2009 Sergi Salonu
İstanbul Beyoğlu’nun yoğun atmosferinin tam ortasında; ama içeri girdiğinizde çok farklı ve sakin, sıcak bir ortam sizi karşılıyor. Üç katlı eski bir İstanbul binası. Kurum kendisini şöyle anlatıyor: “İstanbul Fotoğraf Merkezi, 6 Mart 2003’te, dünya ölçeğinde ve arşiv-müze kalitesinde fotoğraf koleksiyonları oluşturulmasına öncülük etmek, fotoğrafın bir kültür olayı olduğunun bilinciyle daha çok ve daha doğru şekilde geniş bir perspektifle yaygınlaştırılması amacıyla, temel, siyah beyaz, stüdyo tanıtım alanlarında fotoğraf seminerleri vermek ve uluslararası ilişkiler ve bağlantılar sağlayarak ülkemizde fotoğraf sevgi ve bilgisinin artmasına katkıda bulunmak amacıyla kuruldu. O tarihten beri de bu yönde gerçekleştirdiği faaliyetler ile İFM, Türkiye fotoğrafçılık camiasında kendine saygın bir yer edindi.” Sanatçı Güner Sarıoğlu
TRT kurumunda, televizyonun kuruluş yıllarından başlayarak on yıl yönetici, yapımcı ve yönetmen olarak çalışmış. 1972–1982 yılları arasında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulunda (İletişim Fakültesi) film ve televizyon izlencesi yönetimi ve yapımı konularında dersler vermiş. Belgesel filimler ve haber filimleri yapmış. Kendi deyişiyle "bakaçtan bakma" tutkusu ile her zaman fotoğrafla ilgilenmiş. Bu, ikinci kişisel fotoğraf sergisi. Sergi
34 adet çeşitli boyutlarda (yaklaşık 50x60) siyah-beyaz fotoğraftan oluşuyordu. Baskılar, pigment mürekkep kullanılarak 100% pamuk elyaflı FineArt kağıda Labonix tarafından basılmış. Fotoğraflar, çeşitli ülkelerden ve farklı kültürlerden seçilmiş portrelerden oluşuyordu. Sanki bir dünya karması hissi veren çeşitlilik, sergiye ciddi bir zenginlik katıyordu. Özellikle bazı karelerde kültür yansımalarının bir kompozisyon ile fon oluşturması çok güzeldi. Sergi genelde portre çalışması gibi görünse de, bazı fotoğrafların arka planlarının zengin kompozisyonları, sanki kültürel dokuyu ön plana çıkarma çabası gibi algılanabiliyordu. Genelde netlikler doyurucu olmakla birlikte, kimi karelerdeki netlik sorunu rahatsız edici gibi duruyordu. Portre çekimlerinde, hele de konu durağan ise, izleyici netlikte mutlak bir keskinlik bekler. “PinSharp” dediğimiz mutlak keskinliği her sergide aramak bir izleyicinin hakkı olsa gerek. Siyah beyaz karelerden oluşan sergilerde, her fotoğrafta tam siyahı ve tam beyazı görebilmeyi arzu eder izleyici! Hele detay alınamamış bölgeler, tümüyle siyah veya tümüyle beyaz olarak, sanki fotoğrafın o bölgesini kare dışında bırakarak çerçeve dışına iter gibi! Dijital baskılarda yaşanan bu ciddi sorun maalesef hala çözümlenemedi: Geçmişin (!) ıslak baskılarında, tümüyle sanatçının kontrolünde olan siyah kalitesi, beyaz dengesi ve gri tonların doyuruculuğunu, makinaların (!) seçim ve kararına (!) bırakmayı zor kabulleneceğiz galiba! Dijital baskılarda kalite ne denli iyi olursa olsun, beyaz dengesindeki sapmalar, fotoğrafı kimi zaman sepia tonlarına götürebiliyor. Bu siyah beyaz fotoğraf sergisinde de, 2 fotoğraftaki sepia tonları rahatsız edici bir unsur gibiydi. Tam siyahın ve tam beyazın bulunmadığı kimi karelerdeki çok zengin gri tonlamaları da, netlik ve kompozisyondaki başarının da desteği ile yapıtı gerçekten değerli kılmaya yetmişti. Fotoğrafta dikey kadraj genelde sıkıntı verici olarak algılanır. Ama konu portre olunca, sanki dikey kadraj bir zorunluluk gibi geliyor insana. Bu sergide sanatçımızın dikey kadrajları biraz düzenlemeyle kare boyutlarına dönüştürmesi başarılıydı. Mekan çok güzel planlanmıştı ama tüm alanların kullanıma açılması biraz zorluklar doğurmuştu: dar ve girintili küçük bir koridorda sergilenen 3 fotoğraf, maalesef rahat izlenememekten şikayetçi gibiydiler! Bu dar alanlar da kullanılarak belki 3-5 fotoğrafa daha yer açılmış oluyor ama, o sıkıntılı alanlardaki fotoğraflara da yazık oluyor: en çok 1 metre mesafeden izlemek zorunda kaldığınız yaklaşık 50x60 boyutundaki bir fotoğraf karesinin içine giremiyor ve tam olarak anlamakta zorlanıyorsunuz! Duvarlar üzerine monte edilmiş büyük sabit fonlar güzel tasarlanmıştı, kutluyorum. Ama kullanılan camların mat olmaması ve parlamalara neden olması fotoğrafları incelemeyi zorlaştırıyordu. Fotoğrafların aydınlatılmasındaki güç düzeyi ve harekete duyarlı düzenek çok rahatsız ediciydi! Bir fotoğrafın önünde bekleme süreniz sınırlı olunca (!) bir fotoğrafa tam odaklanmaya çalışırken ışıkların aniden sönmesi ve ışıkların yanması için hareket etmek zorunda kalınması, bir sergi salonu için bence yanlış bir uygulama. Sanatçının düşünceleri
Fotoğraflar, bize uzak ülkelerdeki insanların yaşamlarını kendi doğallıkları içinde vurgulayan, yönlendirmesiz ve anlık saptamalardan oluşmaktadır. Bu görsel eylemde; yabancı bir bakış ve kısa bir göz atma dışında, tam da kendisi olan, içtenlikli bir duruş ve bir bakış yakalama güdüsü ağır basmıştır. Fotoğraflardaki eğilimin temel, yalın çıkış noktası da yalnızca budur. Fotoğraflarımda; o ülkenin yaşantısına biraz olsun sızabilme isteğinin yanı sıra, özellikle görselleştirilen tanıklarla, o ülkenin insanlarıyla kaynaşabilme çabasını göreceksiniz. Tüm bu görsel tanıkların durumunu, duruşunu, bakışını, duygularını ve tüm bu olguların anlık sunumlarını sizlere yansıtabilmeyi ve olabildiğince paylaşabilmeyi istedim. Benim amacım; bu içten, yoğun isteğimin ürünlerini saptamak ve kalıcı kılmaktır. Fotoğraflarımda; olağan, sıradan, ancak yaşananların tazeliğinde ve o gündelik yaşamlar içinde onlara, insan sıcaklığında bakmayı, anlamayı, algılamayı denedim... Sayın Güner Sarıoğlu’na emeği için teşekkür ediyor, bundan sonraki yaşamında sağlıklı, bol fotoğraflı uzun ve güzel yıllar diliyorum.
Mahmut Özturan
17 Nisan 2009, İstanbul
|