|
|
|
Gezinin İlhamında Haklar ve Özgürlükler
“Vazgeçer miyiz söyle bana?”1
Gezi direnişinin ardından iktidar içinde yer alan ya da ona yakın politikacıların Gezi karşıtı söylemlerini, analizlerini ve yorumlarını giderek daha çok duymaya başladık. Her ne kadar bazı politikacılar - İçişleri Bakanı Muammer Güler gibi - vatandaşın hak aramasını ‘elbette meşru’ saysa da, bunun temel özgürlüklerin bir parçası olduğu gerçeğine karşı çıkamasa da, her fırsatta hak aramanın devlet tarafından kabul edilebilir sınırları olduğunun altını çizmekte.2 Bu açıklamalarda devletin asli görevinin kolluk kuvvetiymiş gibi hareket etmesi fikrinin benimsendiğini görüyoruz. Hak arayışlarının ‘devlet tarafından kabul edilebilir’ sınırlar ve yöntemler çerçevesinde yapılması gerekliliği hatırlatılırken, bu sınırların aşılması durumunda ortaya çıkarabilecek durumlar muhtemel senaryolarla ve hatta komplo vari örneklerle ifade ediliyor: ‘bırakalım Meclis’i mi işgal etsinler?’; ‘haberleşme özgürlüğünü kötüye mi kullansınlar?’; ‘kamunun malına zarar mı versinler’ örneklerinde olduğu gibi.3 Referandumun ‘kabul edilebilir’ sınırlar dâhilindeki yöntemlerden biri olarak ısrarla dayatılmaya çalışması da bu örneklerinden biri aslında. Toplumun 'yararını’, neyin ‘doğru’ neyin ‘yanlış’ olduğunu, ‘kabul edilebilirlikleri’ ve ‘protestonun sınırlarını’ tanımlayan bürokratlar ve devlet kurumları Gezi direnişi sonrasında bütün enerjilerini gözaltılara ve karşıt suçlamalara harcadılar. Ne Gezi’den yükselen taleplere yeteri kadar ilgi gösterildi, ne de katılım süreçlerini iyileştirecek (dava-mahkeme süreçleri haricinde) yeni katılım mekanizmaları sağlayacak kanalları, yöntemleri gündemlerine aldılar. Kurumları ve uygulanan politikaları eleştirmek kamuya karşı anarşist bir tavır takınmak olarak değerlendirildi. Kamu alanının özgürlükler ve hak arama ile ilişkisi hep gözardı edildi.
Kamusal alanlar herkese ait olan, herkese açık, toplumsal sorunların demokratik tartışılmasına imkân veren çoğulcu mekânlar ol(a)madığı gibi, kamu ve kamunun verdiği hizmetler de eleştiriden bağımsız, belli sınırlar dâhilinde eleştirilebilen hizmetler olarak tanımlandı. Sağlık Bakanlığı’nın Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın uygulama aşamalarında hangi istatistiklerin mevcut veya açık olduğunu, hangilerinin paylaşıldığını hatırlayalım mesela. Sağlık Bakanlığı karar verdiği modeli tartışmaya açmadan, uygulamaların yarattığı iyi veya kötü sonuçları paylaşmadan tepeden inme yönetmeliklerle sağlıkta dönüşüm programını uygularken bazı konuları kamuoyundan özenle gizledi. Mesela, bir dönem kamu hastanelerinden özel hastanelere yapılan nakil istatistikleri sır gibi saklandı. Bu istatistikleri öğrenmeye çalışan araştırmacılara ve sendikacılara nasıl zorluklar çıkarıldığını tahmin edebilirsiniz. Başka bir örnek ise kentsel dönüşüm yapılan mahallelerden verilebilir. Belediyelerin bu mahallelerde yaşayanların kaçının başka bir yere gitme imkânlarına sahip, kaçının TOKİ’den ev alabilme, pazarlık edebilme şansı olabileceğinden habersiz olmasını düşünmek mümkün mü? Belediyeler bu bilgileri demokratik katılım ve kent hakkı anlamında kullanmak, eşit katılım ve erişim hakkı sunmak yerine, süreci en kolay nasıl yöneteceklerini planlamak için kullanıyorlar. Bazı bilgiler ya kamuya kapalı ya da teknik terimlerle anlaşılmaz kılınarak politik kararların uygulanma süreçlerinin belirsizliklerle yönetilmesine yarıyor. Özellikle kamu hizmetleri söz konusu olduğunda devlet için vatandaş olmanın anlamı devletten almak veya eleştirmek değil devlete koşulsuz itaat etmek ve devlete borçlanmak ve vermek olarak tanımlanmakta. Sağlık sektöründe özel hastaneye gidebilmek bir özgürlük olarak değerlendirilirken, özel hastanelere ödenen katkı payı haricindeki ödemelerin kişinin bağlı bulunduğu sosyal güvenlik kurumunu nasıl yıprattığı göz önüne alınmıyor. Diğer yandan, kamu hizmetlerinde olduğu gibi kamusal alanlarda da devletin yüceltildiği görülüyor. Bu alanlar, devlet tarafından anarşiye açık, kontrol edilmesi gereken alanlar olarak tanımlanırken, aynı zamanda özel sektör hizmetleri tarafından kuşatılmış yerler haline geldiler. Kamu hizmetlerinin planlanmasındaki katılımsızlığa ve kamusal alanların kullanımındaki tahammülsüzlüğe İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın Gezi Parkı açıklaması iyi bir örnek olabilir.
Kadir Topbaş Gezi direnişi sonrası yaptığı ilk basın açıklamasında öncelikle ve özellikle belediyenin uğradığı maddi zararlardan bahsederken diğer taraftan da gayretsizce ‘Artık bir otobüs durağının yeri değiştirilirken bile halka sorulacak' diyordu. Katılımı, kararlar verildikten sonra halka sormak olarak algılayan Topbaş, hangi kararların nasıl verildiğinden ya da karar verme süreçlerinden çok, kimin ne zaman katılacağı ya da ne zaman görüşüne danışılacağının sınırını hatırlatmış oluyordu. Tarlabaşı’nda, Fikirtepe’de ev sahipleriyle firmaları karşı karşıya getiren, bütün süreci katılımdan çok pazarlık sürecine dönüştüren gene belediyelerdi. Bugüne kadar pek çok kentsel projede belediyeler için katılım plan kararlarının açıklandığı toplantılardan ya da rant miktarının pazarlığının firmalarla ev sahipleri arasında yapıldığı görüşmelerden ibaret oldu. Güç ilişkileri içinde eşitsiz grupları bir araya getirmek ve güçlü tarafın güçsüz tarafı ikna etmesini beklemek katılım süreçleri olarak tanımlandı. Kentsel dönüşüm projelerinin uygulandığı mahallelerde sadece bu süreçlerden tümüyle dışlanan kiracılar değil, ev sahipleri de barınma ve mülkiyet haklarında kayıplara uğradı, uğramakta. Belediyeler için Alo Beyaz Masa, sağlık hizmetleri için de Sağlık Bakanlığının Alo Sağlık şikâyet ve danışma telefon hatları vatandaşın fikrini sormak, katılımını sağlamak için yeterli görülmekte. Demokratik katılımı hizmetler hakkında temel bilgilendirme ya da yapılan yanlışlarda kuruma şikâyet etme olarak algılayan elbette sadece belediyeler ve Sağlık Bakanlığı değil.
Katılım mekanizmalarının yetersizliği ya da eksikliğinin politikacılar için pratik bir yararı da var tabii. Katılımın ve bununla birlikte kamunun denetiminin olmadığı, karar mekanizmalarının kararlardan etkilenenleri içermediği durumlarda belirsizliklerin artması, belirsizliklerin süreci etkileyen faktörler değil sürece yön veren bir araca dönüşmesine yol açıyor. Belirsizlikle yönetmek ve belirsizliği otoriter bir güce dönüştürmenin sonuçlarının ne anlama geldiğini anlamak için Sulukule, Ayvansaray, hatta Fikirtepe verilebilecek örneklerden sadece bir kaçı. Hak(kını) aramak, politikaları ya da uygulamaları eleştirmek özellikle son yılların politikacıları tarafından kabul edilebilir bir şey değil. Özel sektörün alanına baktığımızda ise, bu alanın da boykot ve yasal süreçler haricinde halkın ortak çıkarından bağımsız algılandığını ve işlediğini görüyoruz. Hangi şirketin nereye özel hastane yapacağı, kentin hangi arsasına yüksek bina inşa edip edemeyeceği, buna benzer konularda kimlerin söz sahibi olabildiği düşünüldüğünde demokratik katılım kanallarının sınırlılığını görebiliriz. Özel sektörün alanı ticari ve kişisel sayılmakta, kamu yararı gözetilmesi gereken durumlarda bile dokunulmaz olarak değerlendirilmekte. Kamu yararının özel sektör tarafından gözetilmesinin devlet aracılığıyla denetlendiği ya da denetlenebileceğini düşünenler için herhangi bir Sağlık Bakanlığı hastanesindeki eleman ya da cihaz hizmetlerindeki taşeron zincirine ve bu zincire dâhil olanlara bakmak küçük bir örnek olabilir.
Gezi Parkı direnişi, katılıma ve denetime kapalı özel sektör ve kamu sektörü arasında kalmışlığa karşı bir hareket başlattı. ‘Memlekette nereye elini atsan, nereyi tutsan elinde kalır’ şikâyetleri Gezi Parkı direnişinin ardından sorunların nedenlerine bakmaya ve çözümlerin tartışılması sürecine dönüştü. Halka dayatılarak uygulanan politikalar herkesin konuştuğu konular haline gelirken, mahalle forumları devletin ya da özel sektörün yanlış politikalarını ya da uygulamalarını eleştirenlerin artık insiyatif alıp çözüm üretme yollarının tartıştığı yerler haline geldi. En önemlisi neyin ‘doğru’ ya da ‘yanlış’ olduğu kararının devlete ve onun bürokratlarına bırakılamayacağının yanısıra, eğer bırakılırsa devletin aldığı kararlara karşı çıkmanın devlet tarafından fiziksel ve sembolik şiddetle cezalandırıldığı açıkça görüldü.
Gezi Parkı direnişinin ilhamını Tahrir’de ya da Wall Street’te aramak yerine yerel ilham kaynaklarına bakmak gerektiğinden bahsetmişti Sinan Erensu Gezi direnişi ile ilgili yazısında.4 Gezinin ilhamına benzer ilhamın ve sivil direnişinin ‘Muğla-Yuvarlakçay nöbetinde, Kastamonu Loc Vadisi’nde iş makinalarının üstüne çıkan köylü kadınlarda, Trabzon-Solaklı Vadisi direnişinde, 31 Mayıs 2011 Hopa olaylarında, Sinop-Gerze Termik karşıtı harekette, Erzurum Aksu Vadisi HES karşıtı eylemlerinde, Artvin’in maden karşıtı mücadelesi gibi hemen hemen tüm çevre hareketlerinde’ olduğunu hatırlatıyordu. Bu listeye kadın hareketini ve LGBT hareketini, tecavüz ve kadın cinayetlerine karşı mücadeleleri, gecekondu yıkımlarındaki direnişleri de eklemek lazım. Geziye katılanların profilini çıkarmak, pozitivist bir kaç grafikle durumu özetlemeye çalışmak, direnişçileri x, y, z kuşakları olarak tanımlamak ya da proleterleşmiş entellektüel emekçiler olarak değerlendirerek belli bir grubu tanımlamanın yararını anlamak zor. Geziyi belli gruplara mal etmek yerine geziyi daha çoğulcu hale getirebilmenin imkânları, ortak toplumsal yarara yönelik, hak ve özgürlükler alanlarını oluşturmaktan ve hesap sorma hakkından vazgeçmemekten geçer. Türkiye’deki demokrasi mücadelesi artık devletin tanımladığı ve benimsediği sınırlardan çok demokratik katılımın mahiyeti ve o sınırları koyanların otoritesiyle ilgili olacak.
“… Gün gelur hesap sorar oy oy Recebum çapulcu deduklerun, çapulcu deduklerun…”5
Dr., Oxford Üniversitesi, Antropoloji Bölümü
1Duman müzik grubunun Gezi Direnişi için bestelediği Eyvallah şarkısından
2İçişleri Bakanı Güler’den ‘Gezi Parkı’ açıklaması; Hürriyet, 4 Haziran 2013, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23433346.asp
3Benzer bir açıklamayı İstanbul Valisi Mutlu da yaptı. Gezi parkının nasıl kullanılması gerektiğine işaret eden Vali, parkın sadece bir istirahat alanı olduğunu hatırlattı. Vali’den Gezi Parkı açıklaması; Sabah Gazetesi, 8 Temmuz 2013; http://www.sabah.com.tr/Gundem/2013/07/08/validen-gezi-parki-aciklamasi 4Sinan Erensu, Gezi Parkı Direnişinin İlhamını Yerelde Aramak, Bianet, 10 Haziran 2013.
5Marsis müzik grubunun ‘Oy Oy Recebum’ isimli şarkısından.
|
|
|
Ziyaretçi Sayısı:1000737
|
|
|
Copyright and "Fair Use" Information
Dergimiz ticari bir kuruluş olmayıp amatör bir yayındır. Fotoğrafçıları ve dünyada yapılan fotoğraf çalışmalarını tanıtmak amacıyla bilgi ve haber yayınları yapmaktadır.
Bir kolektif anlayışıyla çalıştığı için makalelerde yer alan fotoğraflar ve alıntıların sorumluluğu makalenin yazarına, fotoğrafçısına aittir.
Dergide yer alan içeriklerden ve ihlallerden derginin herhangi bir sorumluluğu yoktur.
Fotoğrafya'da yayınlanan yazıların, fotoğrafların ve kısa filmlerin sorumluluğu
yazarlarına/fotoğrafçılarına/sanatçılarına/film yönetmenlerine aittir. Dergimiz fotoğrafla ilgili gelişmeleri duyurmak amacıyla çalışmaktadır. Ek olarak, ülkemizde yeterince tanınmayan yabancı fotoğrafçılar ve fotoğraflarıyla ilgili bilgi de aktarmaktadır. Makalelerde yer alan fotoğraflar HABER amaçlı kullanılmaktadır. |