Gezi Üzerine...
Taksim “Gezi” olayları sadece mimarlık, kentsel planlama değil, toplum ve siyasettarihimizde de önemli bir kırılma noktası oldu. Kentler; baskıcı politikalar ile temel hak ve özgürlükler alanında yaşanan kısıtlamalar karşısında yükselen seste birleşti, “her yer Taksim, her yer direniş” oldu. Taksim alanı için gündeme getirilen plan tadilatı kapsamındaki yayalaştırma projesi ve Gezi Parkı alanında Topçu Kışlası’nın yeniden inşası önerisi yoğun tartışmanın gündemi oldu.
2013 Haziran ayında yaşanan “Gezi olayları” sonrasında, konuyla ilgili bilgiler, belgeler, filmler, fotoğraflar ve kitaplar tüm hızıyla yayımlanmaya devam ediyor. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi olarak gerek “Mimarlara Mektup” başlıklı bültenimizde, gerekse mimar.ist adlı dergimizde konuyu daha çok tartışabilmeyi, değerlendirmeyi hedefledik ve kuşkusuz bu yaklaşım tüm duyarlı kesimler, araştırmacılar, sanatçılar tarafından da sürdürülüyor ve sürdürülecektir.
Gezi Parkı için alınan imar kararı karşısındaki yoğun tepki ve güçlü ses, son dönemlerde yaşanan aşırı yoğun yapılaşma sürecine, özel imar haklarına, plansız uygulamalara karşı oluşan tepki temelinde gelişti. Konu, sadece Topçu Kışlası’nın ihyası kararı değil, aynı anlayışla çevreye, doğaya, kültüre ve belleğe duyarsız, antidemokratik kentsel projelere karşı oluşan ortak tavırdı. Haziran 2013 bu nedenle, İstanbul ve genelde ülke açısından evrensel çerçevede doğaya, kamu ve kentli hakları ile giderek ifade özgürlüğüne ve demokrasiye davet anlamında tarihi bir dönüm noktası oldu.
Gezi sürecinden kuşkusuz toplum adına olumlu yenilikler yaratması beklenecek. Bunların başında kentsel mekân konusunda uyandırmayı başardığı “farkındalık” geliyor. Mimari ve kentsel tasarım alanında kamu yararını öne çıkartan yeni bakış, bugün kentsel mekân açısından oldukça yaşamsal bir kazanım. Süregelen kentsel planlama ve tasarım politikalarındaki yanlışlar, doğal ve kültürel değerler üzerinde oluşan tehditler karşısında biriken ve yoğunlaşan baskı, “Gezi ruhu”yla açığa çıkmış, çevresel duyarlılığa dönüşmüştür. Birçok sorunun çözümünde önemli bir araç ve anahtar olan “farklı bakış açısı” oluşturabilmek, bu sürecin de kilit noktalarından birisi olmalı.
Birçok uygar ülkenin kentsel örgütlenme modellerinde olduğu gibi, toplumda farklı sivil toplum birimlerinin, uzmanların ve bilim kurumlarının bir araya gelebilmesi, ortak fikir üretilebilmeleri, yeni yüzyılın çözüm önerisi olarak görülüyor. O nedenle, “Taksim Dayanışması” platformu da süreçte bir eleştiri modeli olarak görülmelidir. Buna kulak tıkamak, eleştiriyi “saldırı” olarak algılamak ve “taraf”lara ayırmak ise toplumlara ve ülkelere ancak zaman kaybına mal olacaktır.
Özetle denilebilir ki, “Gezi süreci” kamusal alana kamunun sahip çıkışıdır. Sadece sınırlı park alanında değil, kentsel konularda toplumun kendi yararı konusunda ilgisini uyandırmış, planlamaya uzun vadeli, çevre ilişkileriyle birlikte, araştırmacı ve toplumsal bir sorun olarak bakılmasını sağlamıştır. Bu yönüyle, bir farkındalık, bir uyanış süreci olarak değerlendirilebilir.
***
Yaşanan süreçte ülke gençliği başta olmak üzere halk son derece aktif bir rol üstlendi. Mimarlık ve kentsel planlamada “sosyal ve kültürel sorumluluk” olarak nitelendirilen hedefler yaşam içerisinde deneyimlendi, kuramsal düzeyden eylemsel düzeye taşındı. Bu beceride gençliğin iletişim araçlarını, gücünü ve olanaklarını bu denli kıvrak kullanabilmesinin katkısı büyüktü. Bu sadece çağdaş teknolojiyi, iletişim araçlarını ve sosyal medyayı kullanma becerisi olarak düşünülmemeli. Gençler siyasal ve toplumsal düşünce üretmeyi, ilişki kurmayı, değişmeyi ve değiştirmeyi yaşadılar; çok şey öğrendiler ve çok şey öğrettiler, önemli bir deneyim kazandılar. Düşünce ve duygularını toplumla paylaşırken yaratıcı ve etkili bir muhalefet dili oluşturdular. Kamusal mekâna, kentsel politikalara, giderek de yaşama bakışta eleştirel yaklaşımın ne denli değerli olduğunu kanıtladılar. Toplumun yakıştırdığı gibi, ekran bağımlısı, düşünme ve analiz alışkanlığı olmayan, apolitik ve kaygısız olmadıklarını gösterdiler. Toplumsal ve siyasal bilinç düzeylerini, çevre hassasiyeti konusundaki kararlılıklarını, barışçı bir ortamda gözler önüne serdiler. Kentsel tasarım kararlarının, mimari projelerin temelinde siyasi tercihlerin, sosyal ve kültürel politikaların yer aldığı görüşünü topluma aktardılar. Âdeta teorinin uygulama alanına dönüştürdükleri Gezi Parkı’nda, bu sembolik kamusal mekânda bir ilki oluşturdular, toplum yararı düşüncesini yüksek sesle haykırdılar. Bu sadece gençlik adına değil kuşkusuz, toplum adına önemli bir kazanımdı.
***
Tam bu noktada yönetim birimlerimizin katılımcı, özgür ifade bulan eleştirilere yanıt vermesi ve bunları değerlendirmeye almaları beklenmektedir. Farklı düzeylerden yöneticiler ve yetkililer, diyalog içerisine girmeyi, anlatmayı ve dinlemeyi deneyebilirlerdi. Ama park alanında sürdürülen eylemlere katılım değildi kendilerinden öncelikle beklenen. Asıl olan, kendilerinin eylemlerin içerisinde fiziki olarak bulunmasalar da, yöneticiler olarak duyarlılıklara tepki vermeleri, toplumsal ve çevresel hassasiyetler karşısında bunları dikkate alan bir tavrı sergilemeleriydi. Dünyada kentsel düzenleme ve dönüşümde demokrasi ve katılım fikrinin egemen olduğu çağdaş planlama süreçlerinde bugün, “toplumsal ve çevresel duyarlılık” karşısındaki tavır son derece belirleyicidir. Çevresel duyarlılık tartışmalarına, doğal ve kültürel değerlere bağlılığa uzlaşıcı ve barışçı bir tutumla yaklaşarak uluslararası düzeyde önemli bir örnek, bir başarı yakalanabilirdi.
Konu, meslek odalarının konumları ve sorumlulukları çerçevesinde de değerlendirilmelidir. Kamu kurumu niteliğindeki sivil toplum örgütleri olarak Gezi sürecinin öğrettiklerini unutmamak gerekir. Uluslararası ortak sözleşmeler, ilkesel etik bildirgeler açısından da süreç analiz edilmelidir. Bu alanda uluslararası birçok kurumun desteği alınmıştır ve ülke olarak imzaladığımız sözleşmelerin içerikleri sorumluluklarımız açısından göz ardı edilmemelidir.
UNESCO 2013 Hangzhou, Çin Halk Cumhuriyeti Bildirgesinde (17 Mayıs 2013) eleştirilerin temel çıkış noktalarına dair açık maddeler sıralanmakta, gerekçeleriyle yüzyılın hassas çevre dengelerine, kentsel planlama ilkelerine vurgu yapılmaktadır. Sürdürülebilir gelişmenin anahtarı “kültürel altyapı” olarak tanımlanmakta, tasarım alanı sosyal ve çok yönlü çevresel boyutuyla birlikte değerlendirilmektedir. Kültürel hakların garanti altına alınması, afetler, küresel ısınma gibi tehditler karşısında sosyal sorumluluk modelleriyle önlem getirilmesi istenmekte, gelecek kuşaklar açısından yöneticilerle bunların paylaşılmasının bir zorunluluk olduğu vurgulanmaktadır. 2000’li yıllarda gündeme gelen BM “Milenyum Gelişme Hedefleri” (The Millennium Development Goals -MDGs) çerçevesinde oluşturulan “Post-2015 BM” ana hedefleri, miras hakkı, çoğulculuk, çeşitlilik, yaratıcılık, bilgi paylaşımı, demokrasi ilkelerine vurgu yapmaktadır.
***
Bugün yerel ve merkezi yönetimlerin öncelikle afet karşısında kentsel dönüşüm gerekçesiyle yarattıkları ve kentsel bilimsel koruma ilkelerini de dışlayan politikalarının yarattığı imar furyası ve ekonomik gelişmelerin lokomotifi olarak inşaat sektörünün görülmesi sonucunda gelinen noktada, mimari ve kentsel tasarım alanında giderek yerel değerlerden kopmaktayız. Bu somut durum şüphesiz yalnızca son yıllara ait bir yaklaşım değil. Ancak, son yıllarda giderek buna eklenen sorgulamadan, tartışmalardan ve uzman görüşlerinden bağımsız düzenleme ve planlamalar kenti kamu hakları, insan hakları ve demokrasi süreçlerinden giderek kopartıyor. Sorunlar öncelikli olarak fiziksel olsalar da, sosyal ve kültürel haklar ve politikalar ile giderek kamu hakları bağlamında yasal çerçevede irdeleniyor.
İşte bu sorunların odağındaki yoğun bir gündemde, “Gezi süreci” bir direniş, bir-ses oluş, bir uyanışı simgeledi. Süregelen imar hakları, kentsel değerlerin ihlalinde sessiz kalan toplumun bastırıldığı düşünülen düşünce ve tepkilerinin su yüzüne çıkışıdır.
Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası, Peyzaj Mimarları Odası İstanbul Şubelerinin ortak olarak başlattıkları ve mahkemeye taşınan yasal süreç, 6 Haziran 2013 tarihinde 1 Numaralı İdare Mahkemesinin Taksim plan tadilatını iptal kararıyla sonuçlandı. Bu karara bağlı olarak, yayalaştırma projesi tümüyle iptal edilmiş oldu. Diğer taraftan daha sonradan projeye eklenen Topçu Kışlasının ihyası projesi de geçerliliğini yitirdi. Bunlara ek olarak, Atatürk Kültür Merkezi için daha önce mahkemenin verdiği yürütmeyi durdurma kararı geçerliliğini koruyor ve bugün herhangi bir gerekçeyle AKM binasına yıkım kararı yasallığını yitiriyor. Yasal yetkililerin bu karar ve açıklamalarına karşın, Taksim Meydanında yayalaştırma projesine dair uygulama ve yapım çalışmaları sürdürülüyor. Gezi süreci toplum açısından değerlendirildiğinde; en önemli kazanımlarının başında kamusal, kentsel mekâna dair kararları tartışmaya açma gücü geliyor. Kente dair bir düzenlemede uzmanların desteğiyle toplumun aydınlatılması, kendi hakları ve yararı konusunda söz sahibi olabilmesi, en azından düşüncelerini ifade edebilmesi açısından bir kırılma noktası oluşturdu. Kuşkusuz, çağdaş demokratik kentlerde olduğu gibi, söz konusu katılım süreçlerinin yönetim birimleriyle koordinasyon içerisinde, uzmanların, bilim kurumlarının ve sivil toplumun ve örgütlerinin desteğiyle şeffaflıkla sürdürülmesi bizler için halen bir özlem konusu ne yazık ki.
Bu konularda bugün örgütlenen forum toplantıları, yerel halkın karar süreçlerine bilinçli katılımının önemi sürekliliği sağlamak adına yararlı olabilir. Ancak, ayrımcılık ve taraf anlayışıyla değil, ortak geleceğimizde en önemli hedef olan çevre değerlerimizin, kültür varlıklarımızın sürdürülebilirliği, bellek değerlerimizin yaşatılması adına olduğunu daha bir süre vurgulamak gerekecek.Diğer taraftan, bugün “Gezi Parkı”ndan söz ederken, alanın yepyeni bir kimlikle, toplumsal açıdan tarihi bir (yeni) değerle karşımızda durduğunu da unutmayalım. Gezi, 2013 Haziran ayından önce de tarihi, mimari, kentsel bir miras değeri idi ama bugün buna toplumsal bellek ve yaşam alanındaki sosyal, kültürel anı değeri de eklendi.
Geniş kitlelere yayılan ve kentliler tarafından büyük oranda sahiplenilen eylem, diğer taraftan meslek alanında kavramlara dair tartışmayı da destekledi. Bilgi kirliliği ve yanılgılar karşısında aydınlatıcı bir işlev üstlendi. Medyadan ya da basın organlarından izlendiği gibi, “çevreci”liğin ağaç dikmekle ya da ağaç sayısını artırmakla sınırlı olamayacağını, ekosistemin bütünlüklü ve çokboyutlu bir denge sorunu olduğunu, kültür varlıklarının toplumsal bellek değerleri taşıdıklarını, tescilli tarihi eserlerin yerlerine daha güzellerinin yapılmasının bir şey ifade etmeyeceğini ve daha birçok nesnel gerçeği bu süreçte tartışma fırsatını bulduk.
Bireyler, yaşadıkları kent hakkında görüş üretmenin ve paylaşmanın, kararlara katılımın, çevre kalitesinin, tartışmanın ve eleştirinin bir sorumluluk olduğunu duydular. Her yaştan gençler, adalet, barış ve özgürlük istemlerini yinelemek için haklı duruşlarının ışığını ve ateşini her yere saçtılar.Umalım ki, gençlerin önderliğinde gelişen kent hareketi, yöneticilerin de desteğiyle demokrasi tarihine dünya çapında başarılı bir yerel deneyim, katılım örneği olarak geçsin. Başta adalet, barış ve özgürlük olmak üzere herkes kazansın...
Prof. Dr.
|