"Direnişin Estetiği" ve Fotograf
Gezi Direnişi'yle kısmen kırılmış olsa da sanatçının ve sanatın siyasete uzaklığı son iki on yılda moda olan olgulardan biridir. Sanatçının ve sanatın politikaya uzak kalması olsa olsa kara mizah malzemesi olabilir. Sanatçının siyasete uzak kalarak yaşadığı dünyayı, ülkesini ve çevresini anlayabilmesi, direnebilmesi ve içerikli bir ürün verebilmesi mümkün değildir.
Büyük altüst oluşların sanat üretimi için önemli anlatım konuları sunduğu, sunabileceği tartışmasızdır. Sadece çok genel bu görüş bile siyasetle sanat arasındaki güçlü ilişkinin bir kez daha doğrulandığını gösterir. Ancak burada çok daha belirleyici olan büyük altüst oluşların hedefleri:
Birleşmiş Milletler raporlarına göre bugün dünyada 250 milyon insan "mülteci" olarak yaşıyor. Güney Avrupa ülkelerinin sahillerinde sahil koruma güçlerinde fark edilen "mülteci tekneleri" haberleri artık ana haber bültenlerinde yer bulmayı bile hak etmeyen "bir sıradan bilgi". Bu "kaçış" sırasında açlıktan, susuzluktan, hastalıktan ya da bir başka nedenden ölenlerin sayısını, "bilgi çağı"nda bize tam sunabilecek bir kurum yok. Ya da dilenci yığınları hâline getirilmiş milyonlarca insan… Ya da her gün açlıktan ölen insanlar…
Bunların hepsi birer büyük altüst oluş bilgileri… Ama her büyük altüst oluş bilgisi "büyük sanat"a dönüşemiyor.
Devrim (yükselen insan başı) büyük eserleri imkân tanıyabiliyorken, karşı-devrimin (öne eğik insan başı) büyük eserleri olamıyor. Bu yazılanları sorgulamak için küçük bir karşılaştırma yapmayı önerebilirim: Sovyet Devrimi'ni anlatan ve karşıtlarınca bile "birer sinema klasiği" olarak gösterilen pek çok film var. Ancak ellerinde çok daha büyük imkân olmasına ve aradan iki on yıl geçmesine rağmen kapitalist dünya Sovyetler Birliği'nin çözülüşünü anlatan büyük bir sinema klasiği yaratamadı.
Yaratamazlar. Yaratamadılar. Yaratamayacaklar. Çünkü olması insana, onun akıl ve onur yarayışına aykırı. İkinci Dünya Savaşı sırasında gaz odalarında can verenlerin hikâyelerini anlatan "bir büyük sanat eseri" de çıkmamıştı.
Önemli olan büyük altüst oluşlar değil, onun niteliği ve hedefidir. Umut vermeyen, insana onurlu bir yaşamı işaret etmeyen, daha iyiyi ve daha güzeli en azından yakın bir gelecekte olabileceğini göstermeyen bir büyük sanat eseri olmadı.
Sanat, insanı ve onun dünyasını anlatır.
Direnişin sanatı olabilir.
Çöküşün ve teslimin ise estetiği olmaz.
İnsan kaybedilirse sanatın verebileceği mesaj kalmaz.
Bu nedenle "büyük sanat üretimi" ne yazık ki her dönemde mümkün olamıyor. Dönemin ruhu direnişi ve "yükselen insan başı"nı işaret ediyorsa sanat üretiminin yolu açılmış oluyor.
Her durumda sanat ve sanatçının karşısına siyaset çıkıyor. Siyaset hayatı anlamanın ön koşulu. Siyaset, hayatı önce anlayıp sonra anlatmak isteyen bir zekâ için zorunlu bir durak. Sanatsız siyaset kuru. Sanat insanı yeni ufuklara taşıyor, ona zenginlik katıp en zor zamanlarında bile çareler üretebilmesine imkânlar tanıyabiliyorken, insanlığın yücelişini arayan siyasetten istese de kopamıyor. Koptuğu anda önce içeriksizleşiyor, teslim oluyor ve bitiyor. Belki belki "dekoratif" değer görüyor, Joseph Haydn'ın saraydaki fonksiyonuna dönüşüyor, ama her durumda kişiliksizleşiyor.
Unutmuş gibi anlaşılabilirim… Bu bir fotograf yazısı olacaktı… Yazıda geçen "sanat"ın yerine lütfen "fotograf"ı koyun…
Fotograf tarihinde çöken, teslim olan insanı anlatan bir büyük fotograf eseri var mı? Klasikleşen fotografların hemen hepsinin yükselen insanı anlatması sadece bir tesadüf olabilir mi? Fotograf, sinema, şiir, roman, öykü ya da bir başka alan olması fark etmeden yoksa her durumda "evrensel bir insan özelliği" olarak karşımıza aynı gerçek mi çıkıyor: Ancak ve ancak "direnişin ve insanın onurlu bir yaşam arayışının estetiği" olabilir.
|