AİLEİÇİ ŞİDDET
“Aile” ve “Şiddet”. Bu iki kelimenin yan yana bulunması bile ne kadar rahatsız edici iken maalesef görsel ve yazılı medyada “aileiçi şiddet” kavramını sık sık duymakta ve okumaktayız.
Aile; kan bağlılığı, evlilik ve diğer yasal yollardan, aralarında akrabalık ilişkisi bulunan ve çoğunlukla aynı evde yaşayan bireylerden oluşan; bireylerin cinsel, psikolojik, sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarının karşılandığı, topluma uyum ve katılımlarının sağlandığı ve düzenlendiği temel bir toplumsal birimdir.
Peki, büyük bir sorun olarak karşımıza çıkan aileiçi şiddet eğilimi niye var? Araştırmalara göre, aileiçi şiddet büyük bir oranla kadına ve çocuklara yöneliktir ve şiddeti gerçekleştiren kişi de çoğu zaman erkektir. Psikolojik vakalar tarafından bildirilen fiziksel ve cinsel şiddet eylemlerinin %90’ı aile bireyleri tarafından yapılmıştır. Aileiçi şiddetin sebeplerini biyolojik, psikolojik ve sosyal sebepler olarak sınıflandırabiliriz.
Biyolojik Sebepler
Biyolojik nedenler arasında, erkeklik hormonlarının etkisi, şizofreni, paranoid şizofreni gibi bazı akıl hastalıkları ile antisosyal kişilik bozukluğu gibi bazı ruhsal bozukluklar sayılabilir. Şiddeti uygulayan aile bireylerinin büyük oranlarda erkek oluşu ve bu saldırgan davranışların ilerleyen yaşla birlikte azalmaya başlaması, erkeklik hormonlarının şiddet davranışında etkili olduğunu düşündürmektedir. Gerçekte var olmayan şeyleri görme, gerçeklikten uzaklaşma, kıskançlık ve zarar görme paranoyalarıyla seyreden şizofreni hastalığı da şiddete sebep olabilmektedir. Yine öfke kontrolünün de bozulduğu depresyon sık rastlanan bir aileiçi şiddet sebebidir. Sorumsuz, düşüncesiz, vicdansız, suç niteliğinde davranışlar gösteren, insanlara zarar vermekten haz alan, zerre kadar pişmanlık duymayan tutumlarla seyreden antisosyal kişilik bozuklukları yani “psikopatik karakter bozukluğu” da şiddetin biyolojik sebeplerindendir. Şizofreni ve depresyon tedavi edildiği takdirde şiddet davranışı büyük oranda geçmektedir. Ancak antisosyal kişiliklerde aynı başarı söz konusu değildir.
Psikolojik Sebepler
İletişimin, diyaloğun yetersiz kaldığı, insanların birbirlerine saygılarının ve güvenlerinin zedelendiği noktalarda şiddet sinsice devreye girer. Erkek sözünü geçirmek, kadını baskılamak, eksikliklerini örtmek, iktidarını kabul ettirmek için şiddeti kullanmaya başlar. Şiddeti kullandığı an bir erkeğin en zayıf olduğu andır. Diğer bir tabirle zayıf kişilikli ve yetersiz erkekler şiddete başvurur.
Sosyal Sebepler
Şiddet uygulama, öğrenilebilen bir davranıştır. En önemli öğrenme kaynağı ise, şiddeti uygulayan kişinin kendi ailesidir. Çocukluk ve gençlik dönemlerinde, aileiçi şiddetin uygulandığı bir ortamda yetişenlerin, şiddet gösterme eğilimine sahip oldukları görülmüştür. Ayrıca şiddetin, toplum tarafından paylaşılan bir değer yargısı olarak kabul edilmesi ve kuşaktan kuşağa aktarılması da sosyal bir neden olarak kabul edilmektedir. Toplumların sahip oldukları iletişim becerilerinin yetersizliği, duygu ve düşüncelerin kışkırtıcı biçimlerde ifade edilmesi alışkanlığı, bilinçsizce yapılan suçlamalar, hatalı namus ve ahlak anlayışları da şiddetin sosyal nedenleri arasında sayılabilir. Yoksulluk, hayat karşısında şanssız olmak, beklentilerin ve kazanılmış niteliklerin yoksunluğu gibi sosyo-ekonomik baskı unsurları da şiddet sebeplerindendir. Alkol ve madde bağımlılığı olan kişiler de gerek bu sosyal faktörlerin gerekse kullandıkları bağımlılık yaratan maddelerin etkisiyle şiddet uygulamaya yatkın hale gelirler.
Sadece birini dövmekle mi şiddet uygulanmaktadır? Aslında çoğumuz farkında olmadan şiddete maruz kalıyoruz. Şiddetin türlerini fiziksel, cinsel, duygusal, ekonomik olarak sayabileceğimiz gibi ihmal de bunun bir türü sayılabilir. Örnekleyecek olursak; 1. Fiziksel şiddet: Dövme, tokatlama, tekmeleme, yakma gibi eylemlerin yer aldığı şiddet türü.
2. Cinsel şiddet: Seksüel motivasyona bağlı yapılmış şiddet türü.
3. Duygusal istismar: Sevgi göstermeme, aşağılama, devamlı eleştirme, kıskançlık, reddetme gibi eylemlerin yer aldığı şiddet türü.
4. İhmal: Daha çok çocuklar ve yaşlıların maruz kaldığı istismar türüdür. Kişinin sosyal ve maddi ihtiyaçlarını gidermeme, bunları sağlamada ihmal göstermektir.
5. Ekonomik istismar: Yaşlılarda özellikle çok rastlanır. Kişinin parasını yönetmek, şahsa ait paraya veya kazanç sağlanmasına izin vermemek.
Genellikle kadın-erkek ilişkisindeki güç dengesizliği sonucu meydana gelen kadına yönelik şiddet, özel yaşam içinde gerçekleşmesi nedeniyle açığa çıkarılması zor bir toplumsal sorundur. Aile bireylerinin sosyal işlevselliğini ve yaşam kalitesini bozan şiddet, sonuçları itibariyle bireyde kalıcı etkiler oluşturmaktadır. Yeterli iletişim donanımna sahip olmayan, öfkesini kontrol edemeyen ve dürtüsel hareket eden aile bireyinin kendisinden daha zayıf diğer aile bireylerine uyguladığı her türlü fiziksel, psikolojik, sosyal, ekonomik, cinsel baskı ve zorlama aileiçi şiddet olarak tanımlanmaktadır. Aile içinde çoğunlukla kadın ve çocukların şiddete maruz kaldıkları bilinmekle birlikte, yetersizlikleri nedeniyle aileyle birlikte yaşayan yaşlıların ya da engellilerin de şiddete uğradıkları tespit edilmektedir. Şiddetin her türlüsü mağdura acı vermekte ve yaralamaktadır. Fiziksel yaralanmaların etkisi kısa sürede iyileşse bile psikolojik incinmenin etkisi bazen bir ömür boyu sürebilmektedir. Özellikle cinsel saldırılarda mağdurun aldığı psikolojik ve sosyal yara bireyi intihara kadar götürebilmektedir.
Kadına yönelik şiddet coğrafi bölge, sosyoekonomik statü ve eğitim düzeyine bakılmaksızın tüm dünyada ve kültürlerde son derece yaygın görülen bir olaydır.
2013 yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanan kadına yönelik şiddetin küresel ve bölgesel yaygınlığıyla ilgili raporda, küresel ölçekte tüm kadınların %35’inin şiddete maruz kaldığı belirtilmiştir. Kadına yönelik şiddetin yaygın bir küresel sağlık sorunu olduğunun vurgulandığı raporda; hayatını kaybeden kadınların %38’inin şiddet sonucu yakınları tarafından öldürüldüğü, şiddete uğrayan kadınların %42’sinin ciddi anlamda yaralandığı tespit edilmiştir. Ayrıca şiddete maruz kalan kadınların şiddet mağduru olmayan kadınlara oranla depresyon yaşama, cinsel hastalığa maruz kalma ve alkol kullanma riskinin birbuçuk-iki kat daha fazla olduğu ortaya çıkmıştır.
Türkiye açısından kadına yönelik şiddet sorununun yaygınlığına baktığımızda gelişmekte olan ülkelere paralel bir durum sergilendiği görülmektedir. Göç sonucu kent nüfuslarının kontrolsüz bir şekilde artması, sosyal sorunların aile yapısında çözülmeler meydana getirmesi, işsizlik ve yoksulluk gibi etkenlerin psikolojik uyumu bozması gibi nedenlerle aileiçi şiddet olaylarında artış gözlenmektedir. Her geçen gün şiddet ve töre cinayetleri nedeniyle pek çok kadın dramatik bir şekilde hayatını kaybetmektedir.
Aileiçi şiddet sorunu kadının mağdur olması, eşler arası ilişkilere zarar vermesi ve ailenin savunmasız üyeleri olan çocuklar üzerinde olumsuz psikolojik etki yaratması nedeniyle üzerinde çok boyutlu çalışılması gereken bir konudur. Aile üyelerine psikolojik destek verilmesi yanında, bozulan ilişkilerin onarılması için aile danışmanları ile oturumlar yapılması, eğer şiddet tehlikeli boyutta ise kadın ve çocukların hukuki destek almaları önerilmektedir. Şiddet gören kadınların öncelikle yaraları tedavi ettirilmeli,.kadınlar aynaya baktıkları zaman mecazi anlamda “ben güçlüyüm” diyebilmelidir. Güçlü olmayan kadın iyi çocuk yetiştiremez. Aralarından çıkar elbet ama, farkındalığı olan az bir topluluk çıkar. Çocuğa verilen insan sevgisi şiddeti de önleyecektir.
Kadına ve çocuğa yönelik aileiçi şiddet davranışı toplumsal cinsiyet rolleri açısından bakıldığında erkek egemenliğine dayalı geleneksel yaklaşımların ürünü olduğu görülmektedir. Gerçi her geleneksel yaşam tarzını benimseyen erkeğin şiddet uygulayacağı düşünülmemelidir. Modern yaşam tarzını benimsemiş entelektüel insanlar arasında da aileiçi şiddet olaylarının varlığı bilinmektedir.
Yapılan araştırmalar kadının fiziksel, erkeğin psikolojik şiddete maruz kaldığını gösteriyor. Toplumda -her ne kadar bunu savunmasak da- erkek kadından üstün olarak eğitiliyor. “Erkek adamsın”, “Sen yaparsın”, “Erkekler ağlamaz” gibi söylemler de toplumun erkeğe yüklediği ödevdir. Erkeği sürekli ön plana çıkarıp, kadını arka planda bırakan bir anlayış hâkim. Çocukluktan beri böyle yetişen erkek, gün geliyor eşit olduğunu ifade eden ve savunan eşiyle karşılaşıyor. Bu durumda da maalesef gücünü ispat etmeye çalışıyor. Erkeğe uygulanan başka bir psikolojik şiddet de erkeklerin tartışma esnasında konuşturulmaması. Erkek aslında dışarıda da çok konuşup deşarj olmuyor. Kadın yapı gereği dertleşiyor ama erkek bu anlamda kendini ifade edemiyor. İfade edemediği zaman kendini ifade etmenin tek yolunu şiddet olarak görüyor. Erkekler açısından ailede görülen psikolojik şiddet, çoğu kez de buna bağlı olan kadına yönelik fiziki şiddet her iki tarafa ve aile kurumuna zarar vermektedir. Ancak bu menfi durum; zarar gören veya gördüğünü iddia eden kişinin hiçbir delil dahi göstermesine gerek kalmadan kayırılıp, cesaretlendirilmesi, sözde şiddet uygulayan kişinin ise cezalandırılmasına karar verilmesi, bu cezaların ağırlığının artırılması ile aşılamayacaktır.
Şiddet tek başına ataerkil yaşam tarzı ile açıklanabilecek bir olgu değildir. Şiddet uygulayan aile bireyinin öz geçmişi, kişilik yapısı, psikolojik durumu, sosyal statüsü, ekonomik şartları gibi pek çok değişkenin şiddet davranışı sergilemede etken rol oynağı araştırma sonuçlarıyla ortaya konulmaktadır. Bu nedenle şiddet uygulayan bireylerin ruh sağlığı ile ilgili ciddi tahliller yapılmalı ve bağımlılık, stres, duygu durum ve kişilik bozukluğu gibi belirtiler varsa bunların tedavisi yoluna gidilmelidir. Ayrıca öfke kontrolü güçlüğü çeken eşler için öfke ve dürtü kontrolü eğitimleri almaları sağlanmalıdır. Sonuç itibariyle aileiçi şiddet için “Kol kırılır yen içinde kalır.” atasözünü bir kenara bırakıp kendimiz ve ileride gelecek sağlıklı nesiler için aile içişiddete son diyelim. Daha mutlu bir ülke için toplumun en küçük yapı taşı olan aile içinde huzurlu ve mutlu bir hayat diliyorum.
|