ŞİDDET BAŞA ÇIKILABİLİR BİR SORUNDURKendimizi şiddetten nasıl koruyalım diye soranlara sunulan ilk yanıt genelde "belanın geldiği yerde olmamaya çalış," kapısına çıkan öğretilerdir.
Ortamınızı iyi tanıyın, denir herşeyden önce. Aracınızı iyi ışıklandırılmış yerlere park edin. Çantanızın içini dakikalarca kurcalayarak anahtar aramayın. Arabanızın veya evinizin kapısına ilerlerken anahtarınız elinizde hazır olsun. Yapacaklarınızı önceden planlayın. Tahmin edilir rutinlere saplı kalmayın ki yolunuza tuzak-pusu kurulamasın.
Ana tema şudur: Başınıza gelebilecekleri önceden tahmin edip önlemler düşünün.
Çünkü siz canı rahatça yakılabilir bir canlısınız. Avcı ortalıkta dolaşır, onu durduramayız. Bari siz hedef olmayın.
Çok güzel, çok mantıklı. Ama sorun şu ki, bazen zihinsel bant genişliğimizin yarısından çoğunu güvenlik önlemlerine adayarak yaşasak bile, problem bir şekilde çatlakların arasından sızıp üzerimize atlamanın bir yolunu buluverir.
İşte o zaman bütün bu öğütler yararsız birer gevezelikten ibaret kalırlar.
Demek ki kendimizi şiddetten etkili biçimde koruyabilmek için aslında bunlardan daha farklı bir bakış açısına ihtiyacımız var.
"Av"ın görüntüsü, hareket tarzı, yürüyüşü, vücut dili bellidir.
Kurban gitmekten kurtulmanın ilk şartı kurban gibi görünmemektir.
Kurban gibi görünmemek için gereken ise, kurban gibi hissetmemektir.
Kendinizi kurban psikolojisinden kurtarmak için, "korku" denen hissiyatı tüm türevleriyle birlikte düşünce alışkanlıklarınızdan birer birer ayıklayıp atabilirsiniz.
Bu anlık bir geçiş değil, kişisine göre değişen kısalıkta bir süreçtir. Tavsiyem, bir an önce başlayın. En yakındaki endişenizi kuyruğundan yakalayın, evirip çevirip inceleyin, çözüm üretin, veya sinirlerinize değmeyeceğine karar verin ve beklentileriniz arasından çıkarın. Yerinizde duramadığınızı hissettiğiniz her seferinde bu işlemi tekrarlayın.
Bir süre sonra kuyruğundan yakalayıp attığınız, temizlediğiniz küçüklü büyüklü endişelerin epey bir yekûn tuttuğunu göreceksiniz. Şimdiye dek bunca zihinsel yükün altında iyi sağ kalmışım deyip kendinizi tebrik edeceksiniz.
Üstelik zihniniz de bunlardan temizlendikçe, virüsünden kurtulmuş bilgisayar misali daha verimli çalışacak.
Şiddete maruz kalma vakalarında asıl önceliğimiz, olaydan mümkün olduğunca az travmayla sıyrılıp hayatımıza devam etmektir.
Şiddet olayları iki çeşit travma bırakır: Fiziksel ve zihinsel. Fiziksel olanı çoğu vakada zaman içinde kendiliğinden iyileşecektir. Zihinsel olanı ise iyileşebilmek için bizim bilinçli olarak işi ele alıp üzerine ışık tutmamızı bekleyecektir.
Kadın veya erkek, insan beyni otomatik pilotta bırakılırsa gidip negatife saplanmaya eğilimli bir yapıdadır. Yani insanlar düşüncelerini çok fazla kendi akışına bırakırlarsa, aslında hiç de haketmedikleri bir acizlik yaftasının kimliklerine yapışmasına seyirci kalacaklardır. Bu yargıyla yaşam sürmek yerine konuyu daha verimli bir açıdan ele alıp, düşünceleri asıl gitmesi gereken tarafa yönlendirmek daha mantıklıdır. Şiddete karşı önlem ne yapamayacağımıza değil, ne yapabileceğimize odaklanmakla başlar. Önce olay başa gelmesin diye önlem alınır. Eğer tüm önlemlere rağmen yine gelip bizi buldu ise de, bu kez olaydan kendimizi en kestirme şekilde kurtarmaya bakılır.
Kas gücü olarak iddia taşımayan bireyin şiddetten kurtulma hareketleri, saldırgandan uzaklaşma fırsatı yaratmaya ve olay yerini hemen terketmeye odaklıdır.
Birkaç darbeye maruz kalmış olmak, işinizin bittiği anlamına gelmez. Kendinizi savunmaya devam etme kararında olun, kıpırdayamayacak hale gerçekten gelmediğiniz sürece erken pes etmeyin. Çoğu insan (özellikle kadınlar) kendisinin gerçekte olduğundan daha güçsüz olduğuna inanmış durumdadır. Bu inanç sizde de varsa aldanmayın ve erken teslimiyet tuzağına düşmeyin.
1. Kendimizi ne olarak algılıyorsak o haline getiririz.
2. Bir olayın tek anlamı, biz algımızda ona ne anlam veriyorsak odur.
3. Kendi haline bırakılmış bir beyin dönüp dolaşıp kendini negatif düşünce tarzına gömer.
Çözüm: Algınızı akıllıca seçin!
Düşünebileceğiniz en korkunç kişinin peşinizde olabileceği endişesini mi yaşıyorsunuz? Hayalinizde onun suratının ortasına bir kartopu fırlatın, patlayıp dağılsın. Hayret ifade eden birer "O" şeklinde açık kalmış, karlar içindeki ağzını ve gözlerini hayal edin. Sonra da bakın bakalım o korkuyu hâlâ aynı yoğunlukta yaşayabiliyor musunuz?
Kendinizi tekrar korkutmak için aksi yönde özel bir çabaya girmediğiniz sürece, bu kişinin oluşturduğu tehdidi bir daha eskisi kadar ürkerek karşılamanızın artık imkânsız olduğunu fark edeceksiniz.
İnsan kendi beyninde hangi duygusal devreleri çalıştıracağına kendisi karar verebilir. Bir olaya veya kişiye "korkunç" etiketi yapışık olarak önümüze gelse de, onu geldiği şekilde kabullenip kabullenmemek tamamen bize kalmış bir karardır.
Hayatta fiziksel saldırıya uğrama durumları için seçebileceğimiz iki rotamız vardır. 1- Çığlık atmak, gözlerimizi yummaya çalışmak, kaçıp uzaklaşmaya kilitlenip debelenmek, sonunda da iyice donakalıp kendi algımızın sonunu getirmek. 2- Önceden bilgi edinip zihnimizi eğitmek, olaydan en az hasarla çıkmak için ne gerekiyorsa hesaplayıp uygulamaya hazır hale gelmek.
Korku gerçekte yalnızca hayal gücümüzün bir ürünüdür, bir sıfatlandırma biçiminden ibarettir. Korku bir tek şey için vardır: Fethedilip algı yüzeyimizden silinmek için.
Korku hissini zihninden ayıklayıp başarıyla temizlemiş bir insanın bu durumu, haline ve hareketlerine bir şekilde yansır. Yüzünün ifadesine, gözünün bakışına bile değişik bir anlam getirir. Sadece korkunun üstesinden başarıyla gelip kendini arındırmak bile bir insanın, karşılaşabileceği şiddet içerikli durumların yüzde doksanbeşini daha başlamadan sona erdirir. Zira saldırgan psikolojisi kolay av arar. Özellikle cinsel talep söz konusu olan saldırı durumlarının çoğunda avcı, kendine güveni yerinde biriyle uğraşma riskini göze almaktansa pas geçecek kadar sıkıntı içindedir.
Bir saldırgan karşısındayken kendimize yapabileceğimiz en büyük kötülük, kendimizi korku kimyasının diktelerine teslim etmektir.
1- Daha verimli kodlamalarla hareket etmek için ilk adım, korku söndürücü düşünce tarzımıza sarılmaktır. Sinik kalmayın, meydan da okumayın, ayrıca karşınızdaki canlıya aklınızda aşağılık sıfatlar yakıştırmayın. Çünkü bu, kendi zihninizde de aşağılık birinin avı olabilme mesajı uyandırır. Daha baştan kendi kendinizi sabote edip, saldırgana tepsiyle sunmaktan çok fazla farkı yoktur.
2- Merak silahınızı çalıştırın. Saldırganın duruşunu, hareketlerini gözlemleyin. Giysilerini inceleyin. Yüz ifadesine, vücut diline bakın. Analiz yetinizin musluğunu açın, gördüğünüz verileri çabucak değerlendirin. En akıllıca yaklaşımın nasıl olabileceği üzerine kafa yorun.
3- Saldırganın daha iri veya daha büyük kaba kuvvete sahip taraf olduğunu varsayıyoruz. Ancak öyle olmayıp da siz vakaya görevli giden silahlı bir komando olsaydınız bile, yaklaşımın genel prensibi yine aynıdır: Olay gidişatını kızıştırma/tırmandırma etkisinden uzak durun. Daha çok yatıştırma/normalleştirme etkisi hedefleyerek hareket edin.
4- RUH HALLERİ BULAŞICIDIR. Bu iki tarafa doğru da geçerlidir, yani siz de kendi sahip çıktığınız ruh halinizi pekala karşı tarafa sirayet ettirebilirsiniz. Bu yüzden kendi tarafınızı olabildiğince POZİTİFTE tutun.
-Korkunuzu söndürün, bakışlarınızı her türlü kötü hissiyattan olabildiğince arındırın. Gözünüzü üzerinde tutmaktan çekinmeyin, ama ifadeniz yargılama, suçlama veya aşağılama içermesin.
-İletişim kanalı yakalarsanız, sağduyusuna ulaşıp uyandırmaya çalışın.
-Eğer kadınsanız, karşıdan görüp duyacağınız hiçbir şeyin sizi kadınlık gururunuzdan vurmasına izin vermeyin.
-Eğer yanlış izlenime yol açmayacak bir ifade tarzı yakalayabilirseniz, yardımını talep etmekten çekinmeyin. Bu onun zihnini daha yatışık bir hale geçirmek için basamak olabilir.
-Neyi niye yaptığınızın ve söylediğinizin kendiniz de farkında olun, sorarsa ona da gerçek yanıtı verin. Kendisini kandırılmış hissetmesine neden olacak açıklamalardan kaçının.
5- Bu hayatta hiçbir şeyin kontrolünüzde olmadığını düşünüyor olabilirsiniz. Ama kesin ve yüzde yüz kontrolünüz altında olan birşeyiniz vardır ki o da algınızdır. Herhangi bir durumu hangi açıdan görmek istediğinize tamamen kendiniz karar verirsiniz.
Bu olaya da hayattaki can sıkıcı problemlerden biri gözüyle bakmaya karar verin. Canınız da yansa nasılsa geçecek, yara da alsanız nasılsa iyileşecek diye düşünün. O güne dek başınızdan geçen diğer tatsız ıvır zıvırın bütün hayatınızı etkilemesine nasıl izin vermediyseniz, bunu da onlardan biriymiş gibi sınıflayın.
Buna aklınız ne kadar başarıyla yatarsa, olayı da bu bölgeye o kadar başarıyla indirgersiniz.
6- Düşünün ki dünyanın her tarafında bir sürü insan, birçok tehlikeli durumdan canlı ve sağlam biçimde kurtulmaktadır. Önünüze çıkan bu olay da pekala öyle sonuçlanabilir, neden olmasın.
7- Mantıki önlemleri gereğince alma haricinde, olayın nerelere gidebileceği hakkında negatif ihtimallere kafa yormayın. Acil durum anları için kaygı-geçirmez bir zırh kuşanın, olası kötü sonuç fikri sizi hiç ilgilendirmesin.
Bu yaklaşımın zihin kodlama açısından önemli etkisi vardır. Tehlikeyi yok saymak ile aynı şey değildir. Eldeki duruma gereğince odaklanmaya, gücünüzü ihtimaller yerine gerçekler üzerinde organize etmenize yarar. Yetilerinizin vahamet hissi altında bloke olmasını engeller.
Her daim akılda tutulmalıdır ki eğer siz kendinizi acı verici dehşetler yaşama beklentisiyle peşinen travmatize etmezseniz, büyük olasılıkla saldırgan da edemeyecektir.
AİLEİÇİ ŞİDDETE SADECE FİZİKSEL ÖZSAVUNMA METODLARI NEDEN ÇÖZÜM OLMAZ
Çünkü aileiçi şiddetin iki komponenti vardır: Fiziksel şiddet VE sözel şiddet. Özsavunma metodları fiziksel şiddete karşı kullanılabilir, ama işin sözel şiddet boyutu ile başa çıkmak tamamıyla apayrı bir konudur.
İkili ilişkilerde bir beyin diğerini kendi etkisi ve kumandası altında tutmak istiyorsa, insan zihninin çalışma koduna göre bunun için yapabileceği iki çeşit şey vardır: Ya korkutma yöntemine yönelecektir, ya da suçlu hissettirmeye çalışacaktır. Veya bunların her ikisini de birbirine örülü olarak kullanmaya çalışacaktır.
Üçüncü bir alternatifi ise ancak gerçeklere sadık kalarak karşı beynin sağduyusuna hitap etmektir, ki bir sözel ya da fiziksel şiddet uygulayıcısının bu yolu seçmesi oldukça nadirdir.
Sonuçta bir beynin diğerini gönlü olmayan birşeye mecbur bırakmak için yapabileceği herşeyin, istediği kadar ayrıntılı ve zekice olsun, istediği kadar dolambaçlı ve ince taktiklerle tasarlansın, aslında dönüp dolaşıp iki gruptan birine dahil olduğu görülür. Ya kötü bir his yaşatmakla tehdit edip korkutmak ya da vicdanı hedef alarak suçlu hissettirmek.
Şimdi bir aileiçi şiddet vakasında, mağdur tarafa şiddetten korunmanın fiziksel yöntemlerini öğrettiğimizi düşünelim. Hatta onun da kendine ket vuran tüm içsel mekanizmalarına rağmen, bu yöntemleri başarıyla uygular hale geldiğini varsayalım.
Bir sonraki kavganın patladığını hayal edelim. Baskın taraf her zamanki gibi el kaldırsın, ama her seferinde sindirmeye alıştığı mağdur tarafın bu kez dayak yemekten kendini başarıyla kurtarabildiğine hayretle şahit olsun.
Fiziksel acı tehdidini kullanarak korku üretip, itaat elde etme yolu kapanmış gibi mi görünüyor? Öyleyse baskın taraf hemen ikinci yönteme geçecektir. Mağdur tarafı hayatlarındaki herşeyden suçlu ilan etmek için kullandığı önermeleri artırıp çeşitlendirecek, aklına gelen her türlü fikri gerçeğe uyup uymadığına bakmadan suçlama haline sokup öne sürecektir. Yani fiziksel şiddet yolunun kapandığını gören baskın taraf, bu kez tüm ağırlığıyla sözel ve psikolojik şiddete yüklenecektir.
Psikolojik şiddetin ağırlığı ve mağdur tarafa verdiği hasar ise göze görünmez belki, ama fiziksel olanından çok daha yaralayıcıdır. Fiziksel olanın aksine, kendi kendine de iyileşmez üstelik.
Bu tarz iyileşmeyi sağlayabilecek tek güç, bireyin kendisinin bilinçli farkındalığını kullanarak konuya dikkatini odaklamasıdır.
Bireyin bilinçli farkındalığıyla odakladığı dikkati aynı zamanda, aileiçi şiddet probleminin de tek çözüm anahtarıdır.
Aileiçi şiddeti patlatan zihinsel düğümlerin çözülmesinin ilk adımı, şu gerçeği idrak etmekle başlar: Saldırgan taraf üstün güçlü bir canavar filan değil, tersine diğer herkes kadar yaratıcısının yarattığı bir insanoğlu insandır, ne daha az, ne daha fazla. O da diğer herkes kadar umutsuzluğa boğulmuş durumdadır, ama bunu berbat şekilde ifade eder. Birbirine üstünlük taslamak veya diğerinden aşağıda göstermek ile ilgili "hayal gücüne kalmış" imaj oyunları, görmesini bilen göz tarafından bir tarafa atılabilmelidir. Bu gözle olaylar tekrar değerlendirilebilmelidir ki, içi boş tehditlere karşı verilen tepkiler artık değişebilsin.
ŞİDDETTEN KORUNMANIN KANUNDAKİ YERİ
Dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de, insanın kendini bir başkasının fiziksel saldırısına karşı koruma hakkının nereye kadar uzandığı kanunlarla düzenlenmiştir. Bu sırada saldırgana verilebilecek zarar da kanun tarafından olay sonrasında değerlendirilir.
Bu kanunlar her ülkede kelimesi kelimesine aynı değildir elbette. Ama yeterince gelişmiş olanları incelendiğinde göze çarpan belirgin bir ortak noktaları bulunur, ki ülkemiz ceza kanunlarında da bu ortak nokta mevcuttur: Kendimizi korurken orantılı güç kullanmak.
Bir insanın kendisinin veya ortamdaki üçüncü bir kişinin, varlığını ve insan haklarını korumak için yapabileceği hareketlerin, daha sonra kanun nezdinde haklı ve cezalandırılmaz çerçevede kabul edilmesi için şunlar gerekir:
1- Bireylerin hayatının veya insani haklarının acil tehlike altında olduğu;
2- Veya bunları tehlike altına sokması muhakkak bir durumun hızla yaklaşmakta olduğu;
3- Polisten veya devletin koruyucu güçlerinden vaktinde yardım ulaşmasının imkânsız olduğu;
4- Bahsi geçen hakları veya hayatları güvenceye almak için görünürde başka hiçbir alternatif yol bulunamadığı;
5- Savunma ve koruma için kullanılacak gücün şiddetinin, gelen tehlikenin boyutları ile orantılı olarak ve sağduyu sınırları dahilinde ayarlandığı;
6- Savunma ve koruma için harekete geçirilen gücün, tehdit ile eş zamanlı olarak kullanıldığı ve tehdit ortadan kalkar kalkmaz sona erdirildiği;
durumlarda, korunma eylemi meşru müdafa olarak kabul edilir ve uygulayan kişiye ceza verilmez.
Kaynak: "Korkunuzu Söndürün ve Şiddetten Korunun". Yazan: Dr.Özlem Kurdoğlu
https://www.smashwords.com/books/view/414625