|
|
|
SAVAŞTA İLK YİTİRİLEN ŞEY: GERÇEKLİKTİR
Modernizmin temsilcisi olarak fotoğrafın kitlelerle buluşması, demokratik bir aygıt olmasına neden olmuş, bilgi aktarma ve kanıt görevi nedeniyle de delil olarak gerçekliği olduğu gibi aktardığı inancı gittikçe önem kazanmıştır. Fotoğrafa yüklenen gerçeği olduğu gibi aktarma ve demokratik olma niteliği, gazeteler için paha biçilmez bir buluşu kollarının altına alma ve ona sahip çıkma durumunu doğurmuştur. Gazeteler, fotoğrafı keşfettiklerinde ikna ve propaganda gücünün ellerinde daha da büyüyeceğini görmüşler, hükümetler fotoğrafı kendi çıkarları için propagandif amaçlarla kullanmışlardır. Böylelikle basın fotoğrafçılığı popülerleşerek, lümpenlikten kurtulup saygın bir konuma yükselmiştir. Modernizmin büyük vaatleri yavaş yavaş çökmeye başladığında aslında onun her bir zerresine olan inanç kırılmaya başlamış, fotoğraf da bu yıkımdan payını almıştır. Büyük savaşlarda, sömürgecilik sisteminin kurulmasında fotoğraf başrollerdedir ve dünya fotoğrafın delil olma becerisi ile kandırılmıştır. Sömürülen, bölüşülen ve bölünen ülkelerin hayal kırıklıkları tarif edilemez boyutlara ulaşmıştır. Batılı, kendi üretimi olan fotoğraf makinesini üçüncü dünyaya kaptırdığında ise kendi gözüyle aktardığı gerçekliklerin aslında hiç de öyle olmadığı anlaşılmış, üçüncü dünyalı kendi gerçekliğini batı icadı fotoğraf makinesi ile ortaya koymaya çalışmıştır. Gerçeklik algısının değişken olduğu, fotoğrafın evrensel olma klişesinin çürümeye başladığı, her şeyin 'mış' gibi olduğu bu “her şeyden şüphe ederim” dünyasında işler değişmiştir. Tarihe tanıklık ve belge niteliği manipüle edilmiştir. Manipüle eden de o sistemin en güçlü ayağıdır. Bu ayaklar -medya, iktidar, sermaye sahipleri- birbirleriyle sıkı sıkıya bağlı güçlerdir. Medyanın iktidar tarafından bu kadar ciddi bir biçimde yönlendirildiği ülkelerde fotoğrafın da bu baskıya maruz kalması kaçınılmazdır. Fotoğraf da kitle iletişim araçlarından biri olarak, fotoğrafçısına dayatılan yumruğa karşı duramaz, “neyse o” değildir görünen, görünen iki boyutlu fotoğraf karesinde var gibidir. Ancak o, gerçeklikler içinden seçilip yeniden üretilen bir nesneye dönüşür. Bu yeniden üretim gazeteler için çok kolaydır. Haber, başlığı ve fotoğraf alt yazısı ile birlikte ideolojik bir nefere dönüşür fotoğraf. Bu nedenle bugün bir olay kesinlikle fotoğraflanmaya değer bir şey anlamına gelse de, hâlâ o olayın nelerden oluştuğunu belirleyen tek şey ideolojidir. O olay ideoloji tarafından tanımlanana kadar fotoğraf onun bir kanıtı sayılamaz ve fotoğrafın katkısı her zaman olayın isimlendirilmesinden sonra gelmektedir (Sontag, 2008, s. 35).Althuser’in devletin ideolojik aygıtları olarak tanımladığı güçlere kendini kaptırdığında fotoğraf, fişlemede de kullanılmış, sıradan bir eylemde çekilmiş fotoğraflar bir kanıt görevi görerek suçun ispatında delil olmuştur. Paris polisi tarafından Haziran 1871’de Komüncülere karşı girişilen kanlı harekette kullanımından başlayarak fotoğraf, Sontag’a göre günümüz devletleri için hareketliliği giderek artan toplulukları kontrol altında tutmanın kullanışlı bir aracı haline gelmiştir. Gerek fişlemek, gerekse korkutmak amacıyla kullanımı; fotoğrafı, güçlü olanın yanında yer almaya itmiştir. Güçsüz olan ancak fotoğrafik bir nesne durumundadır. Çünkü güçsüz olan, muhalif olan, karşı çıkan herkes güçlü olanın altında ezilmeye mahkûmdur. Dünya düzenini anlatan bu üzücü cümle, hâlâ geçerliliğini korusa da teknolojinin gelişimi, fotoğrafı güçlü olanların elinden sıradan insanın eline geçirmiştir. Çünkü bu kocaman sanal dünyanın sarmaladığı, görüntü üretiminin çoğaldığı ve hızlandığı günümüzde, dağıtımının da tek tuşla sağlanması fotoğrafı tarifi imkânsız bir seviyeye taşımıştır. Özellikle savaşlar bu değişiminin en önemli göstergeleridir. Savaşın fotoğraflanmasının kısa tarihi 1846 Meksika savaşında yapılan 4-5 adet daguerrotipin bilinen en eski savaş fotoğrafları olmasına rağmen, fotoğrafın ilk kullanıldığı savaşlar Kırım Savaşı ve Amerikan İç Savaşlarıdır. Bu dönemdeki optiğin ve kimyasalların yetersizliğinden, fotoğrafların hepsi cephe gerisi fotoğraflarıdır. Kırım Savaşı fotoğrafları, kameranın büyüklüğü, poz sürelerinin uzunluğu nedeniyle gerçeğin bir belgesi, savaşın kanıtı değildirler. Çünkü fotoğraflarda şiddet görülmez. Amerikan İç Savaşı daha ayrıntılı görüntülenen savaş olmuştur. Birlikleri izleme izni alan atölye fotoğrafçısı Brady’nin yönetiminde bir çok fotoğrafçı dört yılda binlerce fotoğraf çekmiştir. Ancak fotoğrafların askerlere poz verdirilerek çekildiği ortaya çıkmıştır. Modern anlamda tanıklık edilen ilk savaş ise İspanyol İç Savaşı’dır. “Bu savaş, sıcak çarpışma hatlarında ve bombardıman altındaki şehirlerde görev yapıp, çalışmaları İspanya’da ve diğer ülkelerin gazetelerinde, dergilerinde anında yayınlanan profesyonel bir fotoğrafçı ordusu tarafından izlenmiştir” (Sontag, 2008: 20). İspanya İç savaşı sırasında çekilen ikonlaşmış, en ünlü fotoğraf, bir düşman mermisinin kendisine isabet etmesiyle aynı anda Robert Capa tarafından çekilen Cumhuriyetçi askerin vuruluş anıdır. Sontag, bu savaş hakkında bilgi sahibi olmayanların bile Cumhuriyetçi askerin vuruluşunu Capa’nın fotoğrafı sayesinde zihninde canlandırabileceğini vurgulamıştır. Bu görüntüyü şok edici bir görüntü olarak yorumlamıştır (Sontag, 2008: 22).Dört yıldan fazla süren, neredeyse beş milyondan fazla insan kaybının olduğu, insanlık tarihinin en kanlı dönemlerinden biri olan Birinci Dünya Savaşı’na gelindiğinde ise artık cephelerden yoğun fotoğraflar gelmemektedir. Bunun nedeni ise fotoğraf ve fotoğrafçılar üzerinde uygulanan “sansür”dür. Aslında gerçek savaş görüntülerinin kaydedilmesi İkinci Dünya Savaşı’na rastlamaktadır. Bu dönemde hem istihbarat örgütlerinin önem kazanması hem de baskı teknolojilerinin gelişmesi, fotomuhabirliğine ve fotoğrafa verilen önemi artırmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nda fotoğrafçıların cepheye gitmeleri engellenememiş ancak hükümetler tarafından sıkı bir şekilde denetlenerek propaganda aracı olarak kullanılmaya başlanılmıştır. Buna rağmen “savaşı olduğu gibi” gösterme ilkesini benimseyen “Life” dergisi, çekilen acıları, savaşın bütün korkunçluğunu ortaya koymuştur. Hiroşima’ya atılan atom bombasının fotoğrafını çekebilen Japon fotoğrafçı Yoshito Matsushige’nin makinesinden çıkan basılabilecek durumdaki beş kare fotoğrafı o kadar etkileyicidir ki; fotoğraflar görüldükten sonra Hiroşima’ya bir ay boyunca tek bir fotoğrafçı bile alınmaz. Yani katliamın fotoğrafları, güçlüler tarafından gerçeğinden daha etkili bulunmuştur.Vietnam Savaşı’na gelindiğinde hükümetler fotoğrafçılarla aralarındaki mesafeyi genişletse de en vahşi, en çarpıcı fotoğraflar bu dönemde çekilmiştir. Çünkü artık fotoğrafçı her şeyiyle cephededir. Teknolojinin gelişmesi, fotoğrafçıların en kanlı savaş bölgelerine kadar ilerleyip belgelemeleri, LIFE Dergisi gibi önemli haber dergilerinde çalışan fotoğrafçıların Vietnam’a gösterdikleri ilgi sayesinde savaş karşıtı gösterilerin sayısı giderek artmış, geniş çaplı bir muhalefet oluşmuştur. Tarihteki tüm savaşlar içinde sansüre uğramadan ve engellenmeden fotoğraflanan ve filme alınan Vietnam Savaşı, çok sayıda haber fotoğrafçısının adını duyurmuş, akıllardan silinmeyen görüntüleri dünya tarihine kazıyarak, ikonlaştırmıştır. Böylelikle Vietnam Savaşı, gazetecilik açısından bir dönüm noktası olmasının yanı sıra ABD’nin medya politikalarını da etkilemiştir. Birinci Körfez Savaşı’nda ise haber havuzu sistemi oluşturulmuş ve bilgi denetim altına alınmıştır. Bu sistem ile İkinci Dünya Savaşı’nın ve Vietnam Savaşı’nın aksine, cephede bulunan basın mensuplarının ileri hatlara geçmelerine izin verilmemiştir. Bundan dolayı sivil ve askeri kayıplar hakkında sağlıklı bilgiler edinilememiştir. Irak savaşı ise “embedded-iliştirilmiş” fotomuhabirliği kavramının ortaya çıktığı bir dönemdir. Her iki habercilik anlayışı da ABD’nin savaş dönemlerinde uyguladığı sansürün bir ürünüdür. Her ne kadar sansürlese de, ürettiği teknolojinin hezeyanlarını yaşamıştır. Çünkü artık dünya profesyonel fotomuhabirlerinin makinelerinden çıkan görüntülerin haricinde, Amerikalı askerlerin cep telefonu ile elde ettikleri görüntüler sayesinde işkence görüntüleriyle de yüz yüze gelmiştir. Ebu Garip cezaevi fotoğrafları bu duruma verilebilecek en korkunç ve düşündürücü örneklerdir.Fotoğrafın şiddeti gösteren/göstermeyen yüzü Savaşı fotoğraflamanın kısa tarihi, fotoğrafın kendi çelişkisini de içinde barındırıyor. Başlangıçta teknolojik olarak hızı fotoğraflayamayan hantal fotoğraf makineleri, yine modernizmin kendi üretimi teknolojik gelişmeler sayesinde küçülüp, saniyedeki çekim hızlarını arttırarak, Mc Luhan’ın dediği gibi fotoğrafçının bir uzvu haline dönüşmüştür. Bu şekliyle artık fotoğrafçı savaşın tam da ortasında bu uzuvla dolaşmaktadır. Hem de göz, beyin, el üçlemesine sonradan eklemlenerek ve eklemlendiği anda da gerçek bir uzva dönüşüp, kanıksanarak var olmuştur. Bu haliyle iktidarların hayal edemeyeceği bir güce dönüşmüş, kamuoyu yaratıp, muhalif görüşün gelişmesine sebep olarak kendi rüştünü ispat etmiştir. İşte her şey tam da bu nokta da değişime uğramış görünüyor. Bu rüştü fark edip, güce karşı güçlenen optik göz, sakınılması ve mesafeli durulması gereken ideolojik bir neferken, bir yandan da iktidar yanına eklemlenerek yine ideolojik olarak taraftarlığının artırılması ile manipüle edilebilecek ikinci ve sakıncalı bir göze dönüşmüştür. Bu dönüşüm karşılıklı ve eşzamanlı gerçekleşmiştir. Göz ve teknoloji bu çağın en kutsal şeylerinden; biri olayı kurgulayıp yorumluyor, diğeri müthiş bir hızla iletiyor, diğer göz ise bütün bu ideolojiyi görüp inanıyor. Teknoloji ve göz sarmalında önceleri gösterilemeyen şiddet, sansürsüz ve limitsiz var olması gereken bir ögeye dönüşmüş, sonraları iktidarın engellemesi ile görüntü üretimi sınırlanmış, tek taraflı bir bilgi akışı haline gelmiş, her ne kadar iliştirilmişse de fotoğrafçı; gücü elinde bulunduranların kontrolü dışına çıkamamıştır. Ne zaman cep telefonları fotoğraf çeker duruma gelmiş, ne zaman internet ağı güçlenmiş işte o zaman sansürlenemeyen, kontrol edilemeyen bir görüntü akışı gerçekleşmiştir. Artık görünür olanın, görünür olması istenen durumların ve olayı görünür kılan gücün (fotoğrafçı) dışında, savaşın işkence ve şiddet halleri, bunu uygulayanlar tarafından hem de bir gurur emsali olarak dünyaya servis edilmektedir. Gerek Ebu Garip Cezaevinde çekilen görüntüler, gerekse Orta Doğu’dan gelen başı kesik insan fotoğrafları, uçsuz bucaksız evrende, şiddetin yaygınlaştığının bir göstergesidir. Yani şiddeti kaydedip bunu yaymak artık çok kolay gerçekleştirilir olmuştur. Geçenlerde kedisine işkence eden, onu parçalayıp bir de video ile kaydeden üniversite öğrencisi ile tanıştık. Sonra kadını kaçırıp, tecavüz eden ve bunu cep telefonu ile kaydedip, internette insanlarla paylaşan yaratıklarla da sıklıkla ekranda karşılaşıyoruz. İşkenceyi kaydedip, sonra paylaşmak hangi akıl tutulmasının bir ürünü olabilir? Bu durum Freud ya da Lacan ile açıklanacak gibi değil. Teknoloji ah teknoloji. İyi ki varsın, keşke olmasaydın! İlginç olan bir diğer şey ise; şiddeti görüntüleme ve bu görüntüleri kolayca yayma durumunun şiddet sebebi olup olmaması durumudur. Geçenlerde katıldığım panelde verilen bir örnek, çatışma bölgelerinde fotoğrafçının varlığının da şiddete sebep olabileceği konusunu gündeme getirmişti. Görüntülemek her zaman gücü elinde bulundurmaktır. Bunu artık herkes biliyor. Orada olmanız, infazın gerçekleşmesine bir sebep olabilir. Yani optik güce sahip olan siz, istemeseniz de bir ya da birkaç insanın ölümüne neden olabilirsiniz. Bu ise; fotoğrafın bittiği, insanlığın başladığı nokta olarak durmanız gereken yeri size anlatacaktır. Siz eğer gözlerinizdeki enerjinin tükenmesini istemiyorsanız, fotoğrafik gücü, optik gözü ve uzva dönüşmüş parçanızı her daim insandan yana kullanın. Her zaman dediğimiz gibi, hiçbir şey insanca yaşamak ve insanca ölmekten daha değerli ve anlamlı değildir, fotoğraflar bile.
|
|
|
Ziyaretçi Sayısı:1000793
|
|