Kulağa şiddet yanlısıymış gibi gelebilir, ama üzerinde biraz daha düşünüldüğünde öyle bir niyet taşımadığı görülecektir: Haklı savaşlar da vardır! Yani haklı şiddet kullanımı da vardır. Egemen sınıfların çıkarları uğruna başlatılan savaşlara karşı savaş vermek haklı savaş olarak görülmelidir. Bağımsız, özgürlük, adalet ve eşit hak arayışı herşeyin üstündedir. Ancak bu haklarla insan ve onun bir gelişim aşaması olarak birey olunabilir. Bunlar için verilen savaş ve mücadele, bedeli ne olursa olsun, haklı savaş ve mücadeledir.
Savaş ve sonuç olarak şiddet kullanımının tarihteki rolünü görebilmek için kısa bir tarih gezintisi yapmak yetecektir. İmparatorluklar, medeniyet arayışları, cumhuriyetler savaşla kurulmuş ve yine aynı şiddet kullanımıyla yıkılmıştır. Her bir savaş sonrasında yeni bir dönem başlamıştır. Bu açılardan bakıldığında şiddet, zamanı hızlandıran bir faktördür; yıkıcılığı oranında dönüştürücü ve yenileyicidir.
İnsan haklarından yana, emeğe, insanlığın kültür mirasına saygı duyan gerçek barış arayan insan ve çevrelerin savaş ve şiddetin tarihteki rolünü bilmeleri şarttır. Nazi faşizmini tarihin lanet sayfalarına gönderenler, bunu soyut bir "barış hareketi"yle değil, 27 milyon insan kayıp vererek yapmışlardır.
Günümüzde Prusya-Fransa Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı gibi büyük ve topyekûn savaşlar aramak gerekmez. Bu dönemin geride kaldığını söylemek ise ancak naifliktir. Soğuk Savaş sonrasında dünyaya barış ve huzurun geldiğini söyleyecek kadar naif sivil toplumcu "teorisyen"ler ortaya çıkmıştı, bunlar bugün de var ve var olmaya devam edecektir. Soğuk Savaş, savaş konusunda bir "yenilik" getirmiştir: Soğuk Savaş sonrasında dünyada huzur ve barış değil, "sürekli savaş" dönemi başlamıştır. Bugün dünyamızda, Soğuk Savaş dönemiyle karşılaştırılamayacak oranda, 250'den fazla bölgesel savaş sürmektedir.
İleri kapitalist ülkeler, özellikle Batı Avrupa ülkeleri, savaştan çok şey öğrenmiş ve tecrübe biriktirmiş taraf olarak İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra büyük bir savaşa gerek olmadan politika yapmayı öğrenmişlerdir. Günümüze hâkim olan savaş türüne "sürekli savaş dönemi" denebilir. Günümüzde kapitalist ülkeler direkt değil, üçüncü bir ülke üzerinde karşı karşıya gelmektedir: Birinci ve ikinci Irak Savaşı, günümüzde ise Suriye'deki iç savaş ve Ukrayna'da yaşanan problemler karşısında ileri kapitalist ülkelerin gösterdiği farklı tavırlar buna örnek olarak verilebilir. Dünya ve insanlık, onların haberi olmadan ve onlara sorulmadan sürekli savaşlara alıştırılmıştır. Savaş, geçmişte olduğu gibi topyekûn olarak değil, parçalara ayrılarak ve çok daha büyütülerek hayatın bir parçası hâline getirilmiştir. Bu durum,şiddete ve savaşa karşı olanları bir tercihe zorlamaktadır: Ya savaşa neden olan egemenlerin yanı, ya da onun karşıtı olmak gibi bir tercih artık elzemdir.
Fotografçı, sonuç olarak bir kültür insanıdır; ürünleriyle sözünü söyleyerek insanlığın en zararsız yanı olan kültüre, yani insanlığın beyaz sayfalarına katkı koymayı amaçlar. Fotografçı, yükselen insan başını savunduğu için insan haklarını doğal olarak savunur, bağımsızlık ve özgürlük yanlısıdır; adaleti arar, bunları engellemeye ve insan onurunu ayaklar altına almaya yönelik her gelişme karşısında durur ve bunun için mücadele verir.
Günümüzün savaş teorisi, "sürekli savaş" teorisidir. Bir kriz ve savaş bölgesinde insanlar şiddeti fizikî yaşarken diğer ülkelerde insanlar yanlış bilgilendirme ve yalan propagandayla entelektüel olarak şiddeti yaşamaktadır. Fotografçı bunun bir aracı olmak bir yana, karşısında durmalıdır. Yalan bilgilendirme ve yalan progaganda uygulanarak insanların yaşadığı şiddet, fizikî şiddetten çok daha fazla derin ve kalıcıdır. Fotografçı, şiddet ve savaşın nedeni olan tarafların yayın organlarına ürünleriyle destek vererek buna araç olmamalıdır.(*)
Fotografçı akıl tutulmasına uğramamalıdır.
Fotografçı, sapla samanın birbirine karıştığı, çok ileri teoriler bir yana, herhangi bir politik gelişme karşısında soyut düşüncenin mumla arandığı günümüzde en başta aklını korumalıdır.
Fotografçı, fotograf makinesini çantasından çıkarıp göz hizasına getirirken, onun bir oyuncak değil, hümanist amaçlar için kullanılması gereken güzel bir araç olduğunun bilinciyle hareket etmelidir. Fotografçının ürettiği fotografların sosyal sorumluluğu vardır. Fotografçı hayattaki duruşu ve ürettikleriyle şiddet ve savaş karşısında durabilir. Bu mümkün ve değerlidir.
(*) Somut örnekler verilebilir: Marc Riboud, Pakistan-Hindistan sınırında linç edilen bir askerin fotografını çekmeyerek tavır gösterir. Riboud, yıllar sonra bunun nedenini "Ben diz çöken değil, başı yukarıya bakan insanı fotograflarım" türü bir ifadeyle açıklar. Buna karşılık, yakın bir zamanda Sırbistan'ın NATO uçakları tarafından bombardımanını haklı gösterebilmek için "büyük basın"da kullanılan fotografların pek çoğu, "efsanevi fotograf ajansı" Magnum ve aynı düzeyde fotografçılara aitti. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra Salgado dahil, bu sorunu yaşayan bazı fotografçılar "biz kullanıldık" açıklaması yapma gereği duymuşlardır. Ama önemli olan zaman geçtikten sonra değil, asıl zamanında tavır almaktır. Çünkü geçmiş geçmiştir ve tüm insanlar gibi fotografçının da sadece şimdiki zamana hükmü geçer.