“Bir deliyle aramdaki tek fark, benim deli olmamamdır.”
Salvador Dali Delilikle dâhilik arasında ince bir çizgi olduğunu defalarca duymuşuzdur. Ama o çizgi nerede başlar, nerede biter, nereden sonrası delilik ve nereden öncesi dâhiliktir, henüz tanımlayamadık galiba. Öncelikle “delilik” ve “dâhilik”in ne olduğunu netleştirmek gerekir. Türk Dil Kurumu deliliği “aklını yitirmiş olan, akıl dengesi bozulmuş olan, mecnun, (mecaz) davranışları aşırı ve taşkın olan kimse, çılgın” olarak tanımlamaktadır. Dâhilik için ise “olağanüstü yeteneği ve yaratıcı gücü olan kimse, deha” tanımlamasını kullanmaktadır. Delilik üzerine neler yazıldığına göz gezdirdiğimizde ise, ilginç bir şekilde genellikle özgürlükle bir bağ kurulduğunu görürüz. Dâhilik hakkında yazılanlar ise sürekli bir hayranlığı vurgulamaktadır. Her ne kadar tanımlamalar ve değerlendirmeler netliği sağlamakta yetersiz kalsa da, her ikisinin kesişim noktasının “sıradışılık” olduğu söylenebilir. O halde bu iki terimi ayıran ince çizgi, sıradışılık tabanında yer almaktadır; yani bir insanın deli mi yoksa dahi mi olduğunu değerlendirirken öncelikle sıradışı olduğunu kabullenmek ve sonra nerede durduğunu belirlemek gerekir.
Bu şekilde ifade edince, deli-dahi ayrımını yapmak için bir formülün elde edildiği düşünülebilir. Ama, asıl konumuz olan kişiye, yani deli mi yoksa dahi mi olduğunu hala sordurduğumuz Salvador Dali’ye gelince, böyle bir formülün aslında var olmadığı söylenebilir. Onun için öncelikle sıradışılığı her zaman dikkati çekmiş, yapıtlarında da yaşantısında da aynı tabanda hareket etmiş bir sanatçı denebilir. Aslında hikâyesi o doğmadan önce başlamıştır ve bu sıradışılığının temeli dünyaya gelişinden üç sene önce atılmıştır. O tarihte kardeşinin ölümüyle kendisine hem onun adı, hem de kaybının aileye yaşattığı ağırlık miras kalmıştır. Aralarındaki benzerlikler de eklenince, ailesinin onun üzerinde kardeşini yaşatma isteğine karşı, farklı olduğunu belirtme ihtiyacı ve çabası oluşmuştur. İstemediği bir kimliğe bürünmektense olabildiğince farklılaşarak “o olmamak” çabasıyla hayatına yön vermiştir. Dahası kendisi olarak sevilme isteğiyle sınırlarını yerle bir etmeye gereksinim duymuştur. “Doğar doğmaz tapınılan bir ölünün ayak izlerinden yürümeye başladım. Beni severken hala onu seviyorlardı aslında. Belki de benden çok onu… Babamın sevgisinin bu sınırları, yaşamımın ilk günlerinden itibaren çok büyük bir yara oldu benim için.”
Salvador Dali Yeteneğiyle birlikte gittikçe sınırları zorlayan, ama aynı zamanda da ilgi uyandıran bir duruma gelmiştir. Biraz da narsistik bir yanı olan Dali, kimsenin onu değerlendirebilecek yetenekte olmadığını söylemesi nedeniyle okuldan atılmış, Paris’te katılmış olduğu sürrealist hareketten de dışlanmıştır. Kendisi gibi sıradanlığa uymayan Gala adında bir kadınla hayatını birleştirmiş ve eserlerinin yanında yaşamıyla da ilgi odağı olmaya devam etmiştir.
Şair Federico Garcia Lorca ile ilişkisini ve Dali’nin gençlik yıllarını anlatan Küçük Küller (Little Ashes, 2008), Dali’nin bu özelliklerini çok iyi işlemiştir. Lorca ile ilk tanışmaları sırasında geçen diyalogta Dali’nin narsist yönü kendini göstermiştir.
“Üye olduğunuz dernekler?”
“Dada, anarşi ve dahi eserler”
“Kimin?”
“Benim.”
Aynı zamanda Lorca’yı da bir dahi olarak nitelendiren Dali, beraber oldukları bir yemekte Lorca’nın her şeyi sarsacak bir şey hakkında çalıştığını söyler: Kendisi hakkında. Bu iddialı konuşmaları ve uçlarda davranışları gerçekten de zamanla herkesin Dali’yi farklı bulmasına yol açmıştır. Lorca bile bir süre sonra onun ne yaptığını sorgulamaya başlar ve yolları ayrılır. Tekrar bir araya geldiklerinde Dali, ona beraber çalışmayı teklif eder ama Lorca bunu reddeder. Ardından bir gazetecinin Dali hakkında ne düşündüğünü sorması üzerine ise onun bir dahi olduğunu söyler.
Dali, sıradışı olmayı çok öncesinde aklına koymuştur. Sınırlar olmadan, başkalarının gerçek olarak kabul ettiği her şeyi parçalarına ayırmayı, sanat olsun hayatın kendisi olsun her alanda çok daha ileri gitmeyi ve cesur davranmayı istemektedir. Öyle de yapar… Hayatı boyunca sınırları yok etmeye, her şeyi parçalara bölmeye ve değiştirmeye çalışır. Bu durum, fanatizm boyutunda değerlendirilebilir ki; Freud da Dali’yi tanımlarken “içten” ve “fanatik” kelimelerini kullanmıştır.
Erich Fromm, “Delilik, normalde anladığımız bir hastalık değil, insanın varoluş problemini çözme teşebbüsüdür” der. Bundan yola çıkacak olursak, delilikle dâhiliği ayıran ince çizginin ne zaman hangi tarafında durduğu kestirilemeyen Dali’nin, kardeşinin kaybıyla başlayan var olma problemini çözme adına bütün hayatı boyunca çabaladığı söylenebilir ve bu çabası resimlerinde, filmlerinde, hayatında ve istediği her alanda etkisini göstermiştir. İster deli, ister dahi olsun, yaratıcılığı ve zorlayıcılığı ile özgür ve hayranlık uyandırıcı eserler var eden Salvador Dali’nin anısına…
|