"Sanat kut törenlerinin, tapınma törenlerinin bağrından doğmuştur."(1) Bu önermeyi önemsiz sayıp görmezden gelenler olabilir. Çünkü sanat tıpkı büyü gibi, yeryüzünde büyük bir güçtür - ya da böyle bir güç olabilir - ve bu yüzden uysal, evcil tutulmak istenebilir. Oysa ki gerçekte, sanatın kökenlerinin incelenmesini küçümsemekle onun ne olduğunu anlama ve böylece tadına varma olanağından yoksun kalırız. Biz böylesi bir durumla karşılaşmamak amacıyla kısa yazımızda "gittikçe çoğalan kanıtların zenginliğine bakarak, sanatın başlangıçta büyü olduğu, gerçek ama bilinmeyen bir dünyaya egemen olmaya yarayan tılsımlı bir araç olduğu " (2) sonucuna varan görüşü anlatmaya çalışacağız.
Ayakta durabilen ve ön ayaklarını kullanabilen yüksek memeliler daha baştan aşağı omurgalılardan ayrılırlar. Bedendeki devingen organların sürekli incelmesi anlamına gelen bu gelişme, çevredeki özel koşulların bir sonucu olarak ortaya çıkar. Ormanda yaşayan bu hayvanlar görme ve dokunma duyuları arasında yakın bir işbirliği ve incelmiş kas düzenine sahiptirler. Ellerin gelişmesi beyin için yeni sorunlar, yeni olanaklar ortaya çıkardığı için daha başlangıçta el ile beyin arasında bütünsel bir bağ kurulmuş olur. İnsan, yüksek memelilerin bir sonraki aşaması olan insansı memelerden, ayakta durabildiği ve bunun sonucunda elleri ile ayakları arasındaki işbölümünü tamamladığından dolayı ayrılır. Ayak parmakları kavrama özelliğini yitirir, el parmakları ise maymunlarda olmayan bir beceriklilik kazanarak artık araç yapabilir. Bu belirleyici adım yepyeni bir yaşama yolu açar insana. Doğayı denetimi altına alabilmek amacıyla kullandığı araçları ile geçimi için gerekli olan şeyleri aramaktan kurtulup, onları üretmeye başlar. Doğayı denetimi altına almaya çalışırken, onun insan isteminin dışında kendi yasalarına göre yönetildiğini anlar. Çevresinde olup bitenlerin nasıl olduğunu öğrenerek, bu olayları gerçekleştirmek için ne yapması gerektiğini kavrar ve bu nesnel gerekliliği tanıdıkça kendi amaçları doğrultusunda kullanma gücü elde eder. "Öte yandan doğa yasalarını anlayamadığı sürece, çevresindeki dünyayı salt kendi istemini öne sürerek değiştirebileceğini sanır. Büyünün temeli de budur." (3) Bu açıklama ışığında, tavanı damlayan dar geçitlerden onca eziyetle geçtikten sonra insanlardan uzak zifiri karanlık bir mağaranın duvarına meşale ışığı ile yapılan alabildiğine canlı bizon resimlerini çizen avcı-ressamı yalnız ressam değil, bir büyücü olduğunu çok rahat anlarız. Bu resimler "imgelerin etkisine ilişkin evrensel inanışın, en eski örnekleridir. Başka bir deyişle bu ilkel avcılar, oklarını ve taş baltalarını kullanarak elde ettikleri avların yalnızca resmini yapmakla, gerçek hayvanların da kendi güçlerine boyun eğeceğine inanır." (4) Böyle bir büyü, etkisini avcıya cesaret vererek gösterir. Aynı şey bir toplu çalışma ortamında,beraber söylenen ritmik şiir için de geçerlidir. Başlangıçta üretilen madde -örneğin ekin- çalışırken çıkan sesin nedeni olarak düşünülür. Ürünü artırmak amacıyla ses taklit edilir ve bu sesin oluşturduğu yeni ritme uygun olarak çalışma sürdürülür. Bu şekilde sağlanan düzen de yapılan işin artmasını sağlar ve ürün bakımından verim de yükselir. Verimin artmasına neden olarak, düzeni sağlayan ritmik sesi bir şekilde çıkaran büyücünün yaptığı büyü görülür. Örneklerinin çeşitli kaynaklarda sıkça görebileceğimiz bu gibi büyüsel inanışlar günümüz ilkel kabilelerinde halen sürmektedir. Bazı bayramlarda kabile üyeleri hayvan kılığına girerek, hayvansal davranışlarla kutsal oyunlar oynamaktadır. Onlar da bir bakıma av hayvanlarına karşı güç sağlamış olduklarını düşüneceklerdir. Bunun dışında bazı hayvanlarla akraba olduğunu düşünen inanışlar vardır. Orta Asya'dan göç eden Türkler'e bir dişi kurdun yol gösterdiğine inanılır. İlkel erginleme törenlerinde gencin yeniden doğduğunu, bir kişilik kazandığını simgelemek için kızların cinsel organlarından kan gelmesini sağlamak amacıyla başlayan sünnet olayı, günümüzde bekaretin önem kazandığı ataerkil toplumda erkeğin sünnet olması ile devam etmektedir. "Bu inanışların sanatla ilişkisinin az olduğunu düşünmek yanlıştır. Çünkü gerçekte sanatı çeşitli biçimlerde etkileyen bu inanışlardır. Bir çok sanat yapıtının anlamı bu acayip geleneklerde bir önemi olmasından ileri geliyor. Dolayısıyla önemli olan, bir heykelin veya bir resim yapıtının bizim ölçümüze göre güzelliği değil, onun etkililiği başka bir deyişle, istenilen büyüsel etkiyi sağlama olanağıdır." (5) Bu düşünceden yola çıkarak taşa bir şekil vererek ilk aracı yapan, mağara duvarına resim yapan veya ritmik bir ezgi ile çalışma sürecini düzenleyen, böylece toplu işgücünü artıran ilk örgütleyici için sanatçı ifadesini kullanmamız yanlış olmayacaktır. İlkel toplumdan, daha karmaşık yapılı toplumlara yani sınıflı toplumlara geçildikçe büyü ayrışmaya başlar. Büyücünün görevi sanatçı ve rahip daha sonra da hekim, bilgin ve düşünür arasında paylaşılır. Böylelikle sanat, kendi içerisinde önemli bir ilerleme sağlar ve daha belirgin olarak ortaya çıkmaya başlar. Sanatçı önemli bir yükü üzerinden atarak, kendi yaratıcı kişiliğini hissettirmeye başlar ama günümüz de dahil mevcut olana yeniden şekil verme veya yansılama gibi düşünceler sanatçının kafasından ve ürününden çıkmaz. Yani büyü gücünü sürdürür... Dipnotlar
1- Eski Yunan Toplumu Üzerine İncelemeler: Tarih Öncesi Ege. George Thomson, Payel Yayınları, c.2 , s.224.
2- Sanatın Gerekliliği: Ernst Fischer, E Yayınlar, s.11.
3- E.Y.T.Ü.İ. Tarih Öncesi Ege, c.2, s.193.
4- Sanatın Öyküsü, E.H.Gombrich, Remzi Kitabevi, s.21.
5- Sanatın Öyküsü, E.H.Gombrich, Remzi Kitabevi, s.22
|