Biz yazısız yetiştik. Benim başladığım dönemde yayın yok denecek kadar azdı. Eğitim de yoktu. Kuruluşlar o zaman eğitim vermezdi. Olanlar da, işte film nasıl yıkanır gibi konulardaydı. Hala da yok. Yazı yok. Kimse eline kalemi kağıdı alıp yazmıyor.
Müthiş konuşuyoruz. Hem de hiç durmadan konuşuyoruz. Şimdi biraz daha şans var. Çeviriler, iyi kötü yazılar var. Ama çok az tabii ki.
- Çok fazla okumamanın yol açtığı kuramsal eksikliğin büyük payı var durumda.
Payı var tabii. Bizim Cengiz Özakıncı ile karşılıklı yazılarımız vardır. Cengiz şunu söylüyor: "Dernekler sanata zarar veriyorlar". Biz o zamanın heyecanıyla olur mu öyle şey diye ayağa kalktık. Şimdilerde düşünüyorum, adam haklı. Ve bunu söylediğim zaman kızıyorlar. Dernekler sanata zarar veriyor gerçekten. Neden? Şimdi bir kişinin herhangi bir nedenle kuruma gelip, 6 haftalık bir kurs sonunda bir sanat ortamının üye kartına sahip olması bir anlamda eğitim açısından yararlı bir şey. Ama diğer yandan 6 haftada sanatçı yaratmak gibi bir durum var. Hiçbir kuruluş bu kadar seri olarak sanatçı üretemez. Bizde bir derneğin çalışma programı yoktur. Sadece günü kurtarmak, o ayın kirasını ödemek, öbür kursa daha çok kişi gelmesini sağlamak ve belki daha çok fotoğraf üretmek. Şimdi üst düzey kurslar başladı. Bence üst düzey seminer verecek hoca yok. Ben dahil. Şimdi, üst düzey seminer verecek kişide neler ararsınız? Adamın bir tane yurtdışından gelen dergiye aboneliği bile yoktur. Yani fotoğrafın dünyada nerede olduğunun farkında değildir. Bir de creatif nedir diye üst düzey seminer açarsa kurum ve birisi de bunu üstlenip creatif fotoğraf seminerleri diye ad takarsa resmen yalan söyler. Biz bu yalanı söylüyoruz. Bu da programsızlık, yani işte üç kişinin biraraya gelip, ne yapalım hadi çok ilgi çekiyor, creatif fotoğrafa ait birşeyler verelim (gene tabii para karşılığında), kim yapar bu işi, kim yapmış ki hocalığını yapsın? Gösterebilirmisiniz? Yani, olayı benimsemiş, uygulamış, özümsemiş, okumuş, takip eden... Yok. Ama hocası var. O yüzden ben biraz günübirlik kararlarla günü geçiştirdiğimize inanıyorum. Tabii ki o zaman sanata zarar veriyoruz, gerçekten veriyoruz. İstemeden tabii, art niyetsiz olarak ama veriyoruz.
Bir sanatçının yetişmesi, herhangi bir kurum üyeliği ya da bir kursla olmaz ya da hadi ben bunu yapacağım diyen herkesin becerebileceği bir halt değil. O farklı bir şey. Teknolojiyi iyi tanıyıp, paraları da harcayıp iyi bir teknik donanım sağladıktan sonra, aptal olmayan herkes düzgün fotoğraf yapar. Ne yapar işte? Duvara asılabilecek gün batımları, çiçek detayları ya da nefis bir manzara... Bunlar yapılır. Yani, aptal değilse bir insan bunu yapar. Ama bunu ne kadar sanat diye yutturabilir. Vizörün arkasına sanatçı koymazsanız, fotoğraf sanat olmaz, olamaz. İşte o noktada şapkayı önümüze koymamız gerekiyor. Çünkü, nasıl sanat yapıtı ortaya çıkar? Bir sanatçı varolduğu zaman çıkar. Önce sanatçı vardır. O olguyu hissetmiş, o olguyla yetişmiş, kaygıları olan ve de yaptığı işlerin içine biraz kendini koyabilen kişi sanatçıdır. Ama şimdi siz çok iyi fotoğraf çekmekle yaptığınız işin içine kendinizi koyamıyorsunuz.
- Fotoğrafta başka bir kurum var, FIAP. Bu konudaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz. Çünkü bazı arkadaşların FIAP konusunda olumsuz düşünceleri var.
FIAP bence bir okuldur. Şimdi 10 $ verip bir yarışmaya abuk subuk bir fotoğrafınızı gönderiyorsunuz, puan almak için. Bu işin tuzu biberi. Ama size bir kitap geliyor. Bütün dünyadan bir çok insanın fotoğraflarının toplandığı bir kitap. İşte ne güzel bir eğitim aracı. 10 $'a alabiliyormusun bir kitap, bir albüm, alamıyorsun. Şimdi Sovyet fotoğrafını biz nasıl tanıdık? Yayınmı geliyor bize, hayır. Ama Sovyet fotoğrafçılar FIAP kataloglarına bakın, hep başı çekerdi. Aptal aptal bakardık. Ulan bu adamlar bunu nasıl yapmış, öyle değilmi? Sonra nasıl yaptığını merak ederdik. Denerdik falan. En azından Sovyet fotoğrafının o kapalı dönemlerini kastediyorum. Ne olduğunu bize FIAP taşımıştı. Hangi malzemeleri kullandıklarını bile bilmezdik, ama fotoğraflarını görürdük. İşte, Belçika'da çok başka işler yaparlardı. Amerikalılar kendilerine özgü bir fotoğraf üretirlerdi. Ama ne güzeldi, biz bilirdik bir Fransa'da kimler ne yapıyordu. Tabii amatörler, ama olsun biz de amatörüz. O yüzden FIAP'ın yararlı olduğuna hala da olacağına inanıyorum ben. FIAP karşıtı bir kesim var şimdi. Ama eğitimdir. Bakacak olursak FIAP bence çok yararlı. Benim kütüphanemde 60 tane katalog var. Ve ellişer fotoğtraftan düşünün bir sürü fotoğraf eder. O yarışmalar araclıığı ile bunları tanıdık. Ama hepsinde bir disiplin göze çarpıyor. Bakıyorsun kataloglara, adam (çünkü iyi oynuyor) bir tarz edinmiş, bir üslup var. Üç ay sonraki katalogda aynı kişiye rastladığında bakıyorsun ki çizgisinde başka bir gelişme göstermiş. Bizim gibi, bugün Karadeniz'e gittik ağaç çekelim, yarın da Akdeniz'e gittik mayolu kadın çekelim. Bu değil yani. Bir programı, insanın kendine yakın bulduğu bir konuyu benimsemesi, onun üzerinde kapılarını dışarıya kapatıp oturup çalışması, sabretmesi yani. Böyle olur.
- Türkiye'de son dönemlerde büyük bir yarışma enflasyonu yaşıyoruz. Ve bu yarışmaların çok azı kayda değer. Fotoğraf yarışmalarına bakışınız nasıl? Bu kadar çok yarışma yapılmalı mı?
Geçenlerde bir yeni yarışmanın sonucu vardı. Öykü yarışması da vardı. Bütün jüriler tanıştı. Ayla Kutlu'yla tanıştık orada. Dedim ki hocam şimdi siz de öykü seçtiniz o yarışmada, biz fotoğraf seçtik. Şimdi de resim seçiyorlar falan. Sanat var ya olayın ucunda. Sanat yarışırmı? Böyle bir şey varmı? Ne düşünüyorsunuz? Sanat yarışmaz, yani böyle bir şey yok. At mı bu yani yarışacak. Fakat, Ayla Hanım da "bırakın yarışsınlar" dedi. "Ben 35 yaşımda yazmaya başladım ve yazdıklarımı ulaştırırken sıkıntı duydum. Yazarken yarışsınlar, bu bir eğitim oluyor, en azından yarışanlar biraraya gelip, birbirlerini okuyorlar". Böyle bir yaklaşım getirdi. Ama tabii sonuçta sanatın yarışamayacağı herkesçe kabul ediliyor. Bir şeyini anlayamadım sorunun. Bu kadar çok yarışma yapılmalı mı? Elbette yapılmamalı ama bunu ben yapmıyorum. En ufak bir suçum yok. Benim suçum çok jüride olmak. Şimdi, çok iyi bir gerekçe koyamazsanız hayır demek çok ayıp oluyor. Çünkü, ben bu yarışmaya jüri olarak katılmam demek için bazı şeyleri, gönülleri kırmak lazım. Çünkü, onlar aslında yaptıkları eylemin nereye vardığını, ne kadar zarar getirdiğini bilmiyorlar. Hatta, yaptıkları işle gurur duyuyorlar. Biz fotoğraf sanatına fon ayırıyoruz, amatörleri güçlendiriyoruz, ne güzel onlara ödüller de vereceğiz falan. İyi bir şey yaptıklarını zanneden insanlar. Yani, iyi insanlar sonuçta ve her yarışmada da birisi bu işi yapacak, eleyecek. Ama, bence bunun ben ya da öbürü oluşu da zaman içinde çok değişir. Bugün ben çok giderim, yarın bir başka arkadaşımız gider. Hep söylüyorum, beni bugün 50 fotoğrafla başbaşa bırakın, deyin ki 3 tanesini seç, seçerim. Aynı fotoğraflarla yarın başbaşa bırak başka 3 tane seçerim. Bu böyle, neden? İnsanım ben. O gün başkayımdır, ertesi gün başka olacağım bilemem. Bugün bana müthiş keyif veren bir görüntü yarın bakmak istemediğim bir görüntü olabilir. Yani bu işte duygusal birşey, ne bileyim 30 tane tuğla içerisinden en düzgün 4 tanesini seç olayı değil bu. Tamamen o anda o fotoğrafla karşı karşıya geldiğinde olan bir alış-veriş, o anda fotoğrafçı da yok zaten, fotoğrafı yapan savunabilir, sevebilir. 3 dakikalık bir karşı karşıya kalmada fotoğrafla jüri üyesi arasında, nasıl savunabilirim ki yani fotoğrafçının duygularının nasıl hepsini taşıyabilirim ki kendime? Önce teknik hataları falan ayırıyoruz (onları söylememe gerek yok), bana sıcak geliyor, yanımdakine gelmiyor. Oturup tartışıyoruz, ikna olayı var falan. Kişiler birbirini ikna ediyor. Şunu söyleyeyim, şu 5 kişiyle öbür 5 kişinin çok da farklı şeyler seçeceğini sanmıyorum aslında. Sonuçta tartışma var. Tabi kavgalar da çıkabiliyor. Peki yanlış nerede o zaman? Yarışmayı düzenleyende değil, yarışmayı düzenleyen kişi bir şey yaptığını sanıyor fotoğraf adına. Jüride de değil, bu işi birisi yapacak sonuçta. Neden çok yarışma var ve neden bu yarışmalar düzeyi alta çekiyorlar? Bence fotoğrafçının hatası. Yani, Tuğrul Çakar bu tip fotoğraflar yaptı yıllardır. Ha, benim görüntüm de ona uygun, kazanabiir bu fotoğraf gibi.. Böyle bir mantıkla. Ya da yahu bak böyle bir konu verdiler, 3 gün kaldı, şuraya gideyim de 2 fotoğraf çekeyim, katılayım düşüncesini yaşama geçiren fotoğrafçılarda kabahat. Niye seçici olmazlar? Niye önce arşivlerini güçlendirmezler? Yarışmalar her zaman var. Her sene 30 tane geliyor. Niye otuzuna da birden katılma gibi bir kaygıları var.
- Sanırım bu bireysel sorumluluk sahibi olmamaktan kaynaklanıyor.
Yaptığı işin bilincinde olmamaktan kaynaklanıyor. Şimdi, her yarışmaya yetişmesi mümkün. Bir sürü ödül alması da mümkündür. Bir tanesi benim. Bir sürü ödülüm vardır. Ama sanıyorum, ödül alan fotoğrafımın 10 misli daha iyi fotoğrafım vardır. Çünkü çok fotoğraf yaptım ve çok uzun zaman geçti. Fotoğrafa girdikten 3 gün sonra yarışma kazanmayı ideal edinmek ne yarışmayı düzenleyenin suçu, ne jürinin suçu. Bu kişinin kendi sorumsuzluğundan başka birşey değil. Bir kere tarzları yok, yani çalışmak istedikleri belli bir konu yok ortada. Ceplerinde bir sürü yarışma formuyla gezen bir sürü insan var. Bunlar sorumlu davransalardı, yarışmalar da bir düzene girerdi. Bir yarışmaya hiç fotoğraf gelmediğini varsayalım. Kişiler düşüneceklerdir. Biz bir şey yaptık ama niye talep gelmedi? Ya da istediğimiz düzeyi niye bulamadık? Fotoğrafçılar daha bilinçli olsa bu durum değişir.
- Türkiye'de yarışmalara F.D.Ç.K. patronaj veriyor. F.D.Ç.K. patronaj verirken katalog yapma ön koşulunu getirse...
Bir amatör için katalog çıkartmak çok pahalı. En azından yarışmalarda bu konuda seçici olmak lazım. Yarışma, sonuçlar bir yayında toplandığı zaman, kütüphanelere girdiği zaman yararlı olur, eğitim işlevini yerine getirir. FDÇK madem bu kadar kaygılı, biz bu kadar kaygılıyız. Niye daha ciddi önlemler alınmıyor? Patronaj verilecek olan yarışmaların kataloğa dönüşme şartı katılımcıyı da bilinçlendirir. Bence kataloğa girmekle birinci olmak arasında bir fark yok. Ödül yararsız değil, yararlı ama ayağınızın altına koyup yükseldiğinizde yararlı. Ama, genelde ödül ayak altında değil, baş üstünde. Biraz bilinçlendirilmesi lazım amatörün. Keşke birileri yazsalar. Deseler ki yarışmaları başka bir gözle de değerlendirelim. Onlar fotoğraf adına tavır koyamıyorlarsa biz koyalım gibi.
- Bazı fotoğrafların farklı yarışmalarda derece veya sergileme aldığını gözlemliyoruz.
Bir çoğunu yakalıyoruz. Bir daha yapma diye kulağını da çekemezsin ki, çünkü adamı hırs bürümüş.
- Son devlet yarışmasında jürideydiniz. Jüri içinden sadece siz tepki gösterdiniz.
Fotoğraflarda hiçbir sınır yoktu (Boyut, sergileme gibi). Bu kararları biz hep birlikte aldık ve bu uygulandı. O hevesle bu yılki düzenlendi. Yeni gelen bakan, duyurulmuş bir yarışmayı çekemedi elinde olsa çekerdi. Bu arada Tunç Hakkari'ye gitti. Çekilelim diye düşündük, fakat sonra gittik ve seçime müdahale de olmadı. Tartışma çıkmasına rağmen seçildiler. Gelgelelim adamlar fotoğraf indirdiler. Basına gittik. Fotoğrafı indirilen arkadaşı buldum, İzmir'den geldi. Doğan Hızlan bir makale yazdı. Çeşitli TV'lerde yayınlandı. Fakat hiçbir dernek çaba harcamadı (jürilere). En azından sergi kapattırılırdı bu da yapılmadı. Akıllarına gelmemiş olamaz. İndirmeleri de güzel. Hiç olmazsa yüzlerini görüyoruz adamların bu da bizim sayemizde oldu. Ben orada o fotoğrafı seçerken çıkarsaydım bu olay olmayacaktı. Maskeleri düşmüş oluyor. Aynı durum Milli Kütüphane olayı için de geçerli.
- Güzel bir söyleşi oldu, teşekkür ederiz.