Bir seyler söylemeli fotograf. Susmamali. Öyle yüksek sesle, öyle özgür anlatmali ki öyküsünü, az sonra unutulmamali. Uzundu yol. Renksiz, örtüsüz, çiplak tepelerin arasindan düzensiz kivrimlarla uzuyor, bitmiyordu. Diger yolcular benim gibi yapmadilar. Hep yola bakmadilar. Birbiriyle tanistilar. Sigaralar ikram edildi. Konustular. Neyse ki, kimse bana nerelisin, kimlerdensin gibi sorular yöneltmedi. Düsüncelerim bende, gözlerim uzaklarda kalabildi. Yanlis mi bilmiyorum; nereli oldugumu önemsemedim hiç. Kimlerden oldugum ise, benim için hiç degerli olmadi. Solumdaki koltukta konusmayan, hiç konusmayan iki kisi daha vardi. Ilk bakista kari koca olabile- ceklerini düsündüm. Basina örttügü örtünün altinda, kadinin genç yüzünü, iri ve siyah gözlerini görebildim bir ara. Gözlerindeki belirgin aciyi izledim bir süre. Kucaginda tuttugu bez yiginini andiran bohçaya neden öyle özenle sarildigini anlayamadim. Tirnaklari ile bohçanin bir kösesini çekistiriyor, gözleri gidebildigi kadar uzakla, bohça arasinda gidip geliyordu. Basimi çevirip gözlerimi kapattigimda, o olabildigince siyah gözleri tasiyan beyaz yüz, beynimde siyah beyaz bir fotografa dönüstü. Aciyi yeniden gözlerime tasidi. Fotografin adini "uzaga gitmek isteyen yüz" koydum. Adi olmamali fotografin. O kendisine istedigi adi koyabilmeli. Ya da baska gözleri, baska öykü adlarina götürebilmeli. Otobüs ilk mola yerine vardiginda, henüz aksam olmamisti. Baska bir otobüsün bosalttigi alana girip durduk. Lokanta bölümünün agir kokusu ve yogun sigara dumani, otobüstekini aratmiyordu hiç. Çay içmekten vazgeçip disariya çiktim. Su içebilmek, yüzümü yikayabilmek için bahçedeki muslugu olmayan, hep akan çesmeye yöneldim. Bir torbanin içinden çikardigi domatesleri yikayan adami beklerken, onun "uzaga gitmek isteyen yüz" ün kocasi oldugunu fark ettim. Gözlerim çevremde onu aradi. Az ilerde bir tasin üzerinde oturuyordu. Kucaginda yine özenle tuttugu bohçasi vardi. Yine uzaktaydi gözleri... Yine kupkuruydu...Yine siyahti...Yine umutsuzdu... Hüzünden övgü çikarmak için yapilmamali fotograf. Bazen yalnizca yasanip saklanmali. Teleobjektif, "uzaga gitmek isteyen yüzü" bana tasidi. Iste o anda, bohçanin üzerinde, eski kumas parçalari arasinda kimildayan minik eli gördüm. Nasil da düsünememistim!. Anne el, minik eli eski yerine tasidi. Üzerini örttü. Esi getirdigi domateslerden birini bir parça ekmekle birlikte ona uzatti. O almadi. Adam sinirli bir biçimde yanina oturup yemege basladi. O sirada "uzaga gitmek isteyen yüz"le ilk kez karsilasti bakislarimiz. Gözlerimiz kisa bir süre sonra birbirinden ayrildi. Bohçadaki bebegin üzerinde kaldi. Karanlik geceyi getirdiginde, soför otobüsün tüm isiklarini söndürdü. Okumakta oldugum kitabi çantama yerlestirip gözlerimi kapattim. Uyumaya çalistim. Olmadi. Uzakta, pencerelerindeki ciliz isiklari ile bir köy göründü. Neresi olabilecegini düsündüm. Vazgeçtim...Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Bir ara "uzaga gitmek isteyen yüzün" kocasinin kalkip soförün yanina gittigini gördüm. Kisa süren bir konusma geçti aralarinda. Adam dönüp yerine oturdu. Ona , "az kalmis inecegiz" dedigini duydum. Oysa daha en az bes, alti saatlik yol vardi Ankara'ya. Adama dönüp "Siz" dedim, "Ankara'ya gitmiyor muydunuz?" "Dönecegiz biz" dedi. "Geri dönecegiz"...Yüzünü önüne çevirdi. "Uzaga gitmek isteyen yüze" baktim. Gözleri karanligi deldi. Gözlerime bakti. "Öldü dedi" ... "Yetismedi doktora"... Islak bir isik deldi geceyi; bebegin üzerine düstü. Yüzümü geceye sakladim... Az sonra durdu otobüs. Soförle birlikte indiler. Onlari izledim. Soför önce lokantada kasada oturan adamla konustu, döndü. Lokantanin arkasindaki küçük toprak evlerin arasinda bir dev gibi duran tas binaya, camiye yöneldi. Kapisini açti. "Bekleyin burada" dedi. "Bir saat sonra gelir bizim firmanin arabasi". "Uzaga gitmek isteyen yüz" büyük kapidan girdi. Bebegi yerdeki halilardan birinin üzerine birakti, döndü. "Kapiyi açik birakmayin" dedi soför. "Köpek gelir ölüye". "Uzaga gitmek isteyen yüz" esige çöktü... Esine yaklasip "basiniz sag olsun" dedim. "Siz sag olun" dedi adam. Ona baktim. O bakmadi... Otobüs yeniden yola hazirlanirken, uzaklardan bir çiglik eklendi geceye. Az sonra duyulmadi. Yanimdaki bos koltuk da bir sise su, kararmis bir çay kasigi vardi.. O negatifi neden basmadigimi, neden küçük parçalara ayirip attigimi bilmiyorum. Birileri görüp "iyi bir portre" demesin diye mi?. Iyi bir portre degildi ki o! "Uzaga gitmek isteyen yüz" dü. Bir kart üzerinde bir ani olarak da kalmasin, gidebilsin diye mi attim? Bilmiyorum. Yoksa, baska gözlerde tüm gerçekligini yitirmesin diye mi? Dedim ya, bilmiyorum... Tugrul Çakar
Kasim 1995,Ankara
|