"20 Milyon lira için cinayet" haberinin düşündürdükleri
Cinayet haberleri gazetelerin vazgeçemediği türden haberlerdir. Bu cinayetler bir de fotoğraflarla kare kare görüntülenmişse değmeyin gazetecilerin keyfine.
Bu yazının konusunu oluşturan fotoğraflar, 4 Aralık 1996 tarihinde Sabah gazetesinin üçüncü sayfasını doldurmaktaydı. Olay basit bir mal sahibi kiracı tartışmasıyla başlar. Kiracı mal sahibine 20 milyonluk borcunu ödemeyince mahkemelik olurlar. Edremit adliyesindeki duruşmada taraflar tartışmaya başlayınca, hakim davacı ile davalıyı salondan atar. Adliye binasının bahçesine çıkan davacı ile davalı bahçede tartışmayı sürdürürler, ancak tartışma bir anda yerini kavgaya bırakır. Bütün bu olup bitenleri, Edremit'in yerel gazetesi olan Olay Gazetesi yazı işleri müdürü Cevdet Uyar ile gazetenin muhabiri Filiz Aydoğan, baştan sona kadar izlemektedir. Herşey bu iki gazetecinin gözleri önünde cereyan etmektedir. Mal sahibi Selahattin Demirkıraner, cebindeki bıçağı çıkararak eski kiracısı Ahmet Çırpan'ın karnına saplamaya başlar. Gazeteciler bu sahneyi kaçırmış olmalılar, çünkü gazetede davalının bıçaklandığı anı gösteren fotoğrafa yer verilmemiştir. Bıçak darbelerinden kurtulmak isteyen Ahmet Çırpan kendisini içi su dolu havuza atar. Selahattin Demirer, bıçaklama işini havuzda sürdürmeyi göze alamadığı için havuzun kenarında, elinde bıçak beklemeye başlar. İşte acar ve cesur gazetecilerimiz ilk kareleri bu anda çekerler. Bu, bir gazetecinin hayatında nadiren yakalayabildiği bir fırsattır. Kaçırmamak gerekir (!) İlk kareye bakıldığında ortalıkta davacı, davalı ve (gazetecilerimiz dışında) kimseler yoktur. Adliye binasının bahçesinde adam bıçaklamanın tehlikesini sezen Selahattin Demirer, hızla olay yerinden uzaklaşır. Bu uzaklaşma anı gazetede yer almıyor ama haberde öyle söylüyor: "Elindeki bıçakla bir süre havuzun yanında duran Demirkıraner ise, çevredeki kalabalığın artması üzerine olay yerinden kaçtı." Ancak, biz çevrede insan olup olmadığını hala bilmiyoruz. Gazetede kullanılan ikinci fotoğraf, kendisini havuza atan Ahmet Çırpan'ın havuzdan çıkışını gösteriyor. Bu fotoğrafın altındaki fotoğraf altı yazısında şunlar yazılı: "Katil olay yerinden hızla kaçarken, Ahmet Çırpan da atladığı havuzdan çıkabilmek için çırpınıyordu. Çevreye toplanan vatandaşlar ise, Çırpan'ın yardımına koşmak yerine olayı bir film gibi izlemeyi tercih ettiler. Çırpan, uzun uğraşlardan sonra havuzdan çıktı ancak kan kaybından bitkin düşmüştü." Bu fotoğraf altı yazısında, gazeteciliğin işlevine ilişkin çok önemli bir sayıltı gizlenmiştir. Gazetecinin görevi, olayları kaydetmektir. O asla olayların seyrine müdahale etmemeli, olup bitenleri tarafsız bir gözle aktarmalıdır. Gazeteci bir tarihçidir. Foto muhabiri de görsel tarihçidir. Varsayalım ki, bu olayı sadece gazeteciler izlemektedir. Zaten fotoğrafların hiçbirisinde de etrafta insanlar olduğunu gösteren bir işaret yoktur. Fotoğrafın aktardığı gerçekliğe daha uygun düşen bir fotoğraf altı yazısını şöyle yazabiliriz: "Katil olay yerinden kaçarken, Ahmet Çırpan da atladığı havuzdan çıkabilmek için çırpınıyordu. Etrafta ona yardım edecek kimse yoktu. Biz gazetecilik görevimizi yaparak olaya müdahale etmedik. Olayı sadece görüntüledik. Çırpan, uzun uğraşlardan sonra havuzdan çıktı ancak kan kaybından bitkin düşmüştü." Gazetede olayla ilgili olarak yayımlanan üçüncü fotoğraf, Ahmet Çırpan'ın aşırı kan kaybından öldüğünü duyuruyordu. Ahmet Çırpan, havuzdan çıkmayı başarmış, ama kendisini hastaneye götürmeyi başaramamıştı. Havuzdan çıkışı ile ölümü arasında ne kadar süre geçtiğini haberden öğrenemiyorduk, ancak bu sürenin beş ya da on dakika sürmüş olabileceğini tahmin edebiliriz. Yani bu süre içinde de etrafta kimse yardıma gelmemiştir. Zaten gözleme ve kaydetme görevlerini başarıyla sürdüren gazetecilerimizin olaya bu anda da müdahale etmelerini beklememeliyiz. Nihayet son karede, klasik Türk filmlerindeki sona uygun bir final fotoğrafı vardır. Polisler olay yerine gelirler, cesedi ekip otosuyla hastaneye götürürler. Bu gazetecilik başarısı (!) etik açıdan iki temel sorunu gündeme getirmektedir. Bu sorunlardan ilki, gazetecilerin haber yapma, olayı görüntüleme sürecine ilişkindir. Gazetecilik ders kitapları genellikle gazetecilerin haber toplarken tarafsız ve nesnel olmalarını, olayın seyrini değiştirecek müdahalelerden kaçınmalarını öğütler. Nesnel gazetecilik tanımına göre, "gazeteci meydana gelen olaylara katılan değil, bu olayları izleyen kişidir." Gazeteci, olguları toplarken ve sunarken soğukkanlı olmalı, duygusal davranmamalıdır. Gazetecilerin haberin bir parçası haline gelmeleri asla onaylanan bir davranış değildir (Goodwin, 1983: 240). Peki insan yaşamı söz konusuysa, gazeteci, basit bir müdahaleyle insan yaşamını kurtarabilecek durumdaysa yine de tarafsız gözlemci konumunu sürdürmeli mi? Bu soruya, yukarıda anlatılan olayı sayfalarına taşıyan Sabah gazetesi sürdürmeli yanıtını veriyor olmalı. En azından bunu ima ediyor. Fotoğraf altı yazılarda olayın kurbanına yardım etmediler diye halkı suçluyor. Olayı fotoğraflayan gazetecilerin de diğer vatandaşlar gibi insanlar olduklarını unutarak... Olayı görüntüleyen gazeteciler, benzer şekilde kendilerine yönelik bir saldırıda yaralansalardı, diğer gazetecilerin olayı sadece görüntülemelerini nasıl karşılarlardı acaba? Yoksa, olayda saldırıya maruz kalan vatandaş, habere nesne olmaktan öte bir değer ifade etmiyor mu? Bu tür olaylar sadece bizim basına özgü değil elbette. İşte, gazetecilerin gözlemci konumunu terketmedikleri iki olay: 1. Amerika Birleşik Devletleri'nin Alabama Eyaleti Anniston kentinde 1983 yılında yaşanan olayda Cecil Andrews isimli genç, işsizliği protesto etmek amacıyla kendisini sokakta yakmaya karar verir. Önce bir yerel televizyon istasyonuna telefon ederek, gelip kendisini yakarken görüntülemelerini ister. Bir kameramanla yardımcısı önce polise haber verir ve ardından eylemin gerçekleşeceği alana giderler. Olay yerine ulaştıklarında ortalıkta kimse yoktur. Kamerayı kurarlar ve beklemeye başlarlar. Birkaç dakika sonra Cecil Andrews görünür. Ortalıkta polis ya da başka kimse yoktur. Andrews, üzerine benzin dökmeye başlar ve benzini tutuşturmak için birkaç kez kibrit çakar. Son denemede benzin ateş alır ve işsiz genç yanmaya başlar. Kameraman bütün olup bitenleri kaydetmektedir. Yardımcısı da olan biteni izlemektedir. Alevler gencin bütün vacudunu sardığında yardımcı genç harekete geçer ve elindeki not defteriyle yangını söndürmeye çalışır, ancak başarılı olamaz. O sırada olay yerine gelen bir itfaiye eri genci kurtarır (Goldstein, 1985: 29; Hulteng, 1985: 156-157). Medya etiği çerçevesinde büyük bir tartışmanın başlamasına yol açan bu olayda şu sorular gündeme getirilmiştir: Televizyon ekibinin olay yerine gelmesi, işsizlikten bunalmış genci, kendisini ateşe vermesi konusunda teşvik etmiş midir? Kameraman ve yardımcısı, bu genci kendisini yakma eyleminden caydırmaya çalışmamakla insanlık görevlerini ihmal mi etmişlerdir? Televizyon ekibinin, alevler gencin her yanını sarana kadar beklemeleri ihmal sayılmalı mı? Gazetecinin görevi, sadece olan biteni kaydetmek ve olayın seyrine herhangi bir müdahalede bulunmamak mıdır? ABD'de gazetecilerin ve medya eleştirmenlerinin büyük çoğunluğu, olayı görüntüleyen muhabirleri duyarsızlıkla suçlamışlardır. Eleştirmenler, gazetecilerin kamerayı hazırlayarak genci teşvik ettikleri noktasında birleşmişlerdir. "Eğer gazeteciler kamerayı bir kenara bırakarak genci engellemeye çalışsalardı, bu trajedi yaşanmayacaktı. Ama onlar bunu yapmadılar" (Hulteng, 1985: 157). 2. Oregon Journal gazetesi muhabiri William T. Murphy bir sabah işe giderken, yolunun üzerindeki köprünün üzerinde bir olaya tanıklık eder. 40 yaşları civarındaki siyah erkek köprüden atlamaya çalışırken, karısı da onu atlamaması konusunda ikna etmeye çalışmaktadır. Murphy ilk fotoğrafını çeker. O sırada köprüden bisikletli bir beyaz genç geçmektedir. Murphy ikinci fotoğrafını da çeker. Murphy, köprüden geçen hiçbir aracın durmadığını farkeder. Sonra yavaş yavaş, adamla kadına yaklaşır ve adamı ikna etmek için konuşmaya başlar. Ancak bunların hiçbirisi işe yaramaz ve adam kendisini köprüden aşağıya bırakır. Murphy, adam düşerken üçüncü fotoğrafını da çeker. Oregon Journal bu fotoğrafları yayımladığında oldukça kızgın mektuplar alır. "Gazetecilik etiği, insan yaşamının haberden önce geldiğini söylemiyor mu?" diye sorar bir okur. Bir başkası gazeteciyi, "iyi bir fotoğraf uğruna adamın ölümüne seyirci kalmak"la suçlar (Goodwin, 1983: 238-240). Elbette bir kişinin köprüden atlayarak intihar etmesi haberdir. İntiharı görüntüleyen fotoğraflar da bu haberi görselleştiren, olayı zihinlere kazıyan malzemelerdir. Olayın gazetecilik boyutunu tartışmaya gerek yok. Tartışılan boyut, gazetecinin fotoğraf çekerken harcadığı zamanı, adamı kurtarmak için harcayıp harcamaması. Eğer vakit yitirmeden köprüye gitseydi, bir hayat kurtarabilir miydi? Bu iki olay, gazetecilerin ölüm ve yaşam sınırında yaşanan olaylara ilişkin davranışlarında geleneksel gözlemci konumunu terkederek, hayat kurtarma adına olaya müdahale etmeleri gerektiğini gösteriyor. "Bir hayat kurtarmak, sansasyonel bir haber kotarmaktan elbette daha onurlu bir davranıştır." Edremit Olay Gazetesi yazı işleri müdürü ve muhabiri de hayat kurtarmayı başkalarına bırakmayıp olaya müdahale etselerdi, kurbanın dakikalarca yerde kıvranmasını görüntülemeye çalışmasalardı, belki Sabah gazetesine satılacak özel bir haberden mahrum kalacaklardı, ama bir hayat kurtarmanın onurunu yaşayacaklardı. Böylece başkalarını duygusuzlukla suçlayarak asıl kendi duygusuzluklarını gizlemek zorunda kalmayacaklardı. Bu haber fotoğrafları çerçevesinde tartışılması gereken ikinci etik sorun da bu cinayet fotoğraflarını sayfalarına taşıyan Sabah gazetesinin tutumudur. Gazete, gazetecilik etiği açısından asla onaylanamayacak bir tutumla bir kişinin ölümüne seyirci kalan iki gazetecinin fotoğraflarını basmakla, kınanması gereken insanları ödüllendirmiştir. Böylece, mesleğin daha başlangıcında olan genç gazetecilere de kötü bir örnek sunmuştur. Son söz olarak şunu söyleyebiliriz: İyi bir gazeteci, insan hayatı söz konusu olduğunda haberi feda ederek hayat kurtarmayı başarabilen kişidir. Buna iyi bir örneği, Washington Post gazetesi Lübnan muhabiri Nora Boustany veriyor: "Televizyon kameraları otelin önünde Anglikan Kilisesi elçisi Terry White'ın otelden çıkmasını bekliyorlardı. Bu sırada silah sesleri duyuldu. Sokakta yaralı insanlar vardı. Fransız Sipa ajansında çalışan Türk foto muhabiri Coşkun Aral ile Visnews muhabiri Lübnanlı Ali Musa, görüntü almayı bırakıp kurtarma çalışmalarına katıldılar." Bu iki gazeteci risk alarak hayat kurtarma cesareti gösterdiler. Diğer gazeteciler de sadece ve sadece kendi profesyonel görevlerini yerine getirme cesaretiyle yetindiler. Onlar için hayat kurtarmak, görüntü almaktan daha az değerliydi (Klaidman ve Beauchamp, 1992: 43-44). Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Bizim gazetecilerin, cesareti uluslararası literatüre geçen ünlü foto muhabirimiz Coşkun Aral'dan öğrenecek çok şeyleri var. Kaynakça: Goodwin, H. Eugene, Groping for Ethics in Journalism, Ames: Iowa State University Press, 1983.
Hulteng, John L., The Messenger's Motives, New Jersey: Prentice Hall, 1985.
Klaidman, Stephen ve Tom L. Beauchamp, "The Virtuous Journalist: Morality in Journalism," der., Elliot D. Cohen, Philosophical Issues in Journalism, Oxford: Oxford University Press, 1992, s. 39-49.
|