Can’a…
Fotoğraf bir Rönesans bakışı eseridir.
Abelardo
Morell’in (1948) stüdyosu, da Vincivari bir camera obscura’dır.
Orijinalitesinin formülü, söz konusu optik mekanizmanın ilkesidir.
1990’ların ikinci yarısından bu yana, çoğunluğu Fotoğraf Tarihi’nde
anlamlı konuma sahip Amerikan ve İtalyan kentlerinde, aynı adlı projesi
boyunca, camera obscurasını inşa eder. Diğer bir ifade ile bulunduğu
yeri –otel odası, oturma odası vb. gibi- bir camera obscuraya
dönüştürür, kamerasını kurar; dışarının, dışarının yansıması ile
aydınlanmış içerinin iç içe geçmiş görüntüsünün fotoğrafını çeker. O, “Doğanın Mükemmel Temsili’nin Peşindeki Rönesans Ressamı” konulu tek kişilik bir performansın postmodern aktörüdür. Fotoğraf pozitivist bir bakışın eseridir. Hiroshi
Sugimoto, 2006 yılında sergilediği Gölge’nin Renkleri adlı çalışmasında
shikkui alçısı ile sıvanmış eski bir Japon evinin duvarındaki, farklı
hava koşullarına göre değişen gölgelerin fotoğraflarını çeker ve bu
bağlamda renkleri keşfeder.1 fotoğrafın bilimsel niteliği,
Sugimoto’nun yaratıcılığının süblim karakterini biçimlendirmektedir.
Çünkü o, mekanik röprodüksiyon deneyimini değil, çok daha öncesindeki
optik araştırmalar geleneğini temsil etmektedir: Athenasius Kircher ve
Ars manga lucis (1665); Johann Wolfgang von Goethe ve Renk Kuramı Tarihi
(1810); Sugimoto ve Colours of Shadow. Fotoğraf, narsist bir bakışın eseridir. Charles
Baudelaire, XIX. yüzyılda Daguerrotype’e olağanüstü bir kapasite
kazandıran Fransız toplumunu, narsist olmakla itham etmiştir.2
Ancak görüntü endüstrisinin gelişmesi, fotoğraf kültürünün evrimi,
kitle iletişim yaşantılarının global karakteri, söz konusu narsizm
olgusunu, yalnızca otoportre arzusunu değil, görüntünün fotojurnalizmden
pornografiye farklı bağlamlardaki kullanımlarını kapsar hale gelmiştir.
Baudelaire’in narsizm tanımı, kültür
araştırmaları bağlamında bir çığır açmıştır. Fotoğrafın ve diğer kitle
iletişim araçlarının doğası psikopatoloji –Susan Sontag’ın3
voyeurismi gibi- metaforlarıyla ifade edilir olmuştur. Ama fotografik
yaratıcılık, metafor üretimi, sosyal bilimlerin metafor kullanma
temkinliliğinden daima farklıdır. Thomas Ruff
(1958) 2003’de yayınlanan albümü Nudes için internetteki pornografi
sitelerinden indirdiği görüntüleri kullanmış; bunları dijital
olanaklarla işlemiştir. Anonimden orijinale, net işlevsellikten blur
algılamaya söz konusu görüntülerin temsil ettiği transformasyon
Baconvari bir şiddeti, orgazm boyutunu ifade etmektedir. Fotoğraf mazoşist bir bakışın eseridir. Nan
Goldin’e dair: Aids kurbanı dostlar, erkek arkadaşının dayağından sonra
kendisi, seks işçisi arkadaşlar, Fatima’daki çaresizlik mumları, mutlu
bir tesadüfle bütün insanlığın sorunu olan bu kişisel dertler, yine
mutlu bir tesadüfle kolektif bir güncenin görüntüleri haline gelmiştir.
Ne zevk! Fotoğraf obsessif bir bakışın eseridir. Gregory
Colbert (1960), Küller ve Kar (2005) adlı eserinde denizler, kıtalar,
iklimler, nesli tükenmekte olan hayvanlar, Tarih kavramından azade
egzotik insanların peşinde, biz kayıp ruhlar için –sahi bizim için mi?
Biz buna değer miyiz?- bir kavramı tanımlamak için olağanüstü
serüvenlere atılmaktadır: Harmoni! Fotoğraf teşhirci bir bakışın eseridir. Totaliter
bir rejimin sona ermesi, insanlık için daima hayırlı bir gelişmedir.
Ama her totaliter rejimin ardından bir geçiş süreci başlar. İki seçenek
vardır: Ya demokrasi, ya kaos! Demokrasiye geçilmişse durum ümit
vericidir. Ama yine de sorunlar vardır. Geçmişteki baskı, şiddet ve
ızdıraplar, şimdinin yoksulluğu ve yalnızlığı ve şiddetiyle birleşir ve
demokratik kültürel rejenerasyon olgusu nihilist bir tavırla önemsenmez
olur, bu tehlikeli bir durumdur. Boris
Mikhailov’un (1938) evsizlerinin kimseden saklayacak bir şeyleri
yoktur. Sefil, hastalıklı, çıplak bedenleri politik konjonktürü hiçe
sayan, ütopya ve adaletin anlamını silen bir hayasızlığın
enstrümanlarıdır. Fotoğraf ruhçu bir bakışın eseridir. Frantisek Drtikol4
(1883-1961) avangarda özgü form araştırmasını hakikate ulaşma arzusuyla
özdeşleştirmiş, bu süreçte geometrik mükemmeliyetin teyidi
niteliğindeki süblim bedenli modellerinin yerini animasyon figürü
simulakrları almıştır. Fotoğraf pürist bir bakışın eseridir. Edward
Weston (1886-1958) poetikasını oluştururken adeta bir fotoğraf tapınağı
inşa etmiştir. Orada teknik virtüözite ve deneysel ruh; formalist
prensip ve klasik gusto, hiperrealizmden metaforik ifadeye, olağanüstü
geniş bir realizm skalası, doğanın hikmeti ve insanoğlunun güzelliği
mevcuttu; -günümüz itibariyle ise postmodernizme özgü anakronizm
politikalarından azade- ebedi bir modernizm temsil edilmektedir:
Absolute photography! Fotoğraf determinist bir bakışın eseridir. Walker
Evans (1903-1975) bir tür olarak belgeseli toplumcu gerçekçi
duyarlılık, hümanist bir enerji, New Deal’in yeniden yapılanma arzusu
ile tanımlamış FSA fotoğrafçısıdır. Gerçeği yani yoksulluğu, hem
yaşamdan manzaralar, portreler, eylemler, hem de boş mekanlardaki izler
dolayısıyla anlatmıştır. Ama aynı zamanda da bir stil olarak belgeseli
herhangi bir fotoğraf türü ve bağlamı içinde değerlendirilebilen bir
şekilde fotoğrafik dil yetisine maletmiştir. Günümüzde kavramsal sanat
söylemine sahip fotojurnalistlerin ve belgeselcilerin sayısı az
değildir. Onun 1936 Alabama Burroughs portreleri ya da 1938 New York
metro portreleri düşünüldüğünde buradaki estetiğin, postmodern
koordinatlarda yeniden ortaya çıktığı gözlemlenebilir. Örneğin, ikinci
çalışma için, Luc Delahaye’ın –Öteki ( ) ya da ilk çalışma için Isabel
Muñoz –Mara Çeteleri, 2007-
Fotoğraf ironik bir bakışın eseridir.
François Arago’nun 19 Ağustos 1839’da Fransız Bilimler Akademisi’nde yaptığı Daguerreotype’i takdim konuşmasından5
beri fotoğraf, dünyayı, insanoğlunun serüvenlerini, mücadelelerini,
bilimsel araştırmalarını izlemeye endekslidir. Yaşamın yanı sıra, ölüm
de fotoğrafın konusudur. Çünkü birbirlerini var ederler. Ayrıca, pratik
olarak, fotoğraf bilimsel bir araçtır. Tıp, kriminoloji, arkeoloji,
antropoloji v.b. gibi alanlardan görsel veri, kanıt, arşiv materyali
sağlar. Tabii bir de günümüzde yaygınlığını kaybetmiş olmakla birlikte
post-mortem fotoğraf ritüeli vardır. Bunların dışında fotoğraf
sanatçılarının, fotoğrafı araç olarak kullanan kavramsal sanatçıların
ölümle ilgisi nekrofilik fantazya ya da alegori niteliğindedir.
Fotojurnalistlerin konumu ise profesyonel bir tarih tanıklığıdır. Onlar
hayatta kalmayı temsil ederler. Bununla birlikte, postmodern dönemde
konumları fotoğraf sanatı ile kavramsal sanat arasında belirsiz bir çok
sanatçının ölüm temalı çalışmaları poetikalarının önemli bir bölümünü
oluşturmaktadır. Andres Serrano, Jerome Liebling, Zarina Bhimji,
Elisabeth Heyert vb. gibi. Ama bu bağlamda Joel Peter Witkin’in (1939)
bambaşka bir yeri vardır. O’nun stüdyosu morglardır. Ölüm ve ölüler
karşısında Jungvari bir coşku ve hayranlığını gizlemez. Hatta cesetlerin
yanı sıra ona poz veren örneğin hermafroditler bile aynı estetik
çerçevede “Hades’in Yoldaşları” konulu bir tableau vivantın figüranları
haline geliverirler. Ancak onun gustası, ölüm ile seyirci arasında bir
filtre oluşturmaz. Bilakis birbirlerine öpücük veren kelleler, bir
natürmortun parçasına dönüşmüş ceset parçaları, cesetler, ölüm
nekrofilik spekülasyonları, anlamsız kılacak denli somuttur. Thanatos ve
Eros birbirlerinin yerine geçmiştir. Söz konusu metonimi, Maestro
Witkin’in ironik söyleminin temelidir. Fotoğraf, hermetik bir bakışın eseridir. Louise
Lawler, müzelerin depolarında, gözden ırak köşelerinde, ıssız
zamanlarında, yerleştirme ve düzenleme hazırlıkları sırasında sanat
eserlerinin fotoğraflarını çeker. Onun bakışı resmi olmayan bir seyirci
hatta bir yaramaz çocuk bakışıdır. Sanatçının eserleri herhangi bir
müzeoloji, sanat tarihi, röprodüksiyon faaliyeti kategorisine girmeyen
bir konumda yer alır. Musaların mekanında, yaratıcılığın sırrına vakıf
olma arzusu, Lawler’i fantastik bir saklambaç oyununa sürüklemektedir.
Fotoğraf minemonik bir bakışın eseridir.
Fotoğraf
çekmek, kişisel bir deneyimi başkalarıyla paylaşmaktadır. Müze
duvarlarından aile albümlerinin sayfalarına -artık dijital çerçeve,
albümler- bu gözlemlenebilir. Yanı sıra sanat fotoğrafı gibi bir
profesyonel bağlam söz konusu olduğunda, bazen sanatçılar otobiyografik
görüntüleri bütün insanlıkla paylaşır. Kişisel bellek kayıtları evrensel
bellek kayıtlarına dönüşür. Alfred Stieglitz, musası Georgia O’
Keefe’nin fotoğraflarını çekmiştir. Georgia’nın elleri, …Georgia’nın
bakışları… 1918 ve 1937 arasında üç yüz portre!6 Bu fotoğrafın noeması aşktır. Saf, straight aşk! Stieglitz’in varoluşunun equivalent’ı olan aşk! …..İnsanoğlunun
maddi manevi deneyimi, sayısız bakışı biçimlendirir ve bunları temsil
eden sayısız fotoğraf mevcuttur. Yabancılaşmış bakış, kitsch bakış,
hümanist bakış, aykırı bakış, melankolik bakış, toplumcu gerçekçi bakış,
maniyerist bakış, individualist bakış, hatta ikonoklast bakış…belki de
bu sonsuzluk içinde bir aşkınlık boyutu vardır: Fotoğrafçının fotoğraf,
fotoğrafın fotoğrafçı olduğu….Her şeyin fotoğraf, fotoğrafın her şey
olduğu… Fotoğraf bir Zen bakışının eseridir. Eugen
Herrigel’in Zen Okçuluğu adlı kitabı Henry Cartier Bresson’un favori
metinlerinden biridir. 1960ların ortalarından itibaren bu kitabı
yanından ayırmaz. Çünkü fotoğraf sanatını tanımlayabilmek için Zen
okçuluğunun prensiplerini öngörmektedir.7
Bu kez Fotografya dergimizin yayına giriş tarihi çok güzel bir güne rastlamaktadır: 14. Şubat.2009 Sevgililer Günü!
İyi dileklerimle…
|