Dünya'nın en ünlü tarihi miraslarından birisi olan Machu Pichu’nun fotoğraflarına her baktığımda ve dünyaca ünlü vokalist Yma Sumac’ın şarkılarını dinlediğimde bu ülkeye yapacağım gezinin hayalini kurmuştum. Sonunda bu geziyi gerçekleştirmek üzere İspanya üzerinden Peru’ya gidecek olan bir tura katıldım.
Bolivya’ya elinizi kolunuzu sallayarak vize almadan girebiliyorsunuz, fakat Peru için ne yazık ki aynı şey söz konusu değil ve vize işlemleri de biraz zahmetli. Çünkü Peru’nun Türkiye’de konsolosluğu yok. Pasaportunuzu ve gerekli evraklarınızı İtalya’ya göndermek zorundasınız. Pasaportun gönderilmesi ve vizenin alınması yaklaşık 100 Euro’ya mal oluyor. Bize vize uygulamalarının nedeni ise, 1941 yılında Ekvator ile aralarında yaşanan ve savaşa dönüşen olay sırasında, o dönemdeki Türk hükümetinin Ekvator’a askeri yardımda bulunması imiş. Ayrıca, Peru’ya girmek için sarı humma aşısı yaptırmanın zorunlu olduğu söylenmesine rağmen sınır kapısında bu tür bir kontrolle karşılaşmadığımızı da belirteyim. Her ihtimale karşı, bu aşı ile birlikte tetanos ve hepatit-B aşılarının da yaptırılması ve bunların da aşı kartına işlenmesi öneriliyor. Peru’nun tropik kuşağın üzerinde ve çorak bir çölün okyanusla birleştiği yerde kurulmuş olan başkenti Lima’ya on bir saatlik uzun bir uçak yolculuğu ile ulaşıyoruz. Yerel saat Türkiye’deki saatten 7 saat geride. Yağışsız olması sebebiyle kalabalık sezon kabul edilen temmuz-ekim ayları arası, uçaklarda yer bulmanın güçlüğünü göz önüne alarak uçak biletlerinin erkenden alınmasında fayda var.
Pasifik Okyanusu kıyısında kurulu olan Lima’nın farklı bir iklimi var. Ne çöl iklimi ne de tropikal, ılıman ve yağışsız bir iklim. Hatta Lima’da yaşayanların tüm yıl boyunca neredeyse hiç yağmur görmediği de söyleniyor. Şehrin serin sabahlarında ise, yıl boyunca gökyüzünün maviliğini engelleyen puslu bir hava var.
Lima, çoğu turizm rehberleri ve web sitelerinde turistler için güvenli olmayan bir şehir olarak belirtilmiyor. Buna karşın otelimizin yer aldığı ve turistler için göreceli güvenli yerlerden biri olan Miraflores semti; Lima’nın kalburüstü kesiminin yaşadığı, parkları, sinema ve tiyatro salonları, sanat galerileri, Peru mutfağının ve meşhur yerel içkisi pisco’nun sunulduğu restoran, cafe-bar ve mağazalarıyla hareketli bir merkez. Peru`nun en ünlü alkollü içkisi “pisco” bir brendi olup, Pisco Sour ve Perú Libre gibi kokteyllerin ana malzemesidir. Bu semt, Pasifik Okyanusu’nun çakıllı plajlarından birdenbire yükselen Chorrillos uçurumlarının hemen üzerindeki görüntüsüyle, bana falezlerin üzerindeki Antalya’yı anımsattı, ama şunu da belirtmekte fayda var, Antalya’da deniz çok ama çok daha güzel. Buradaki kafelerden birinde oturup Peru’nun popüler içkisi Pisco Sour’u yudumlayarak okyanus manzarasının keyfini çıkarabilirsiniz. Peru mutfağı da oldukça zengin. İlk gece taze çiğ balık, deniz ürünlerinin limon suyu ve soğan ile marine edilmesiyle yapılan geleneksel “ceviche” yemeğini tatma imkanımız oluyor. Bence Peru’ya gidilirse Ceviche ve Pisco’nun tadına bakmadan dönülmemeli.
Bundan sonraki durağımız eski İnka medeniyetinin başkenti olan Cuzco şehri. Gezinin kalan kısmı oldukça yüksek yerleşim alanlarından geçiyor. O yüzden bu ülkeyi ziyaret etmeyi düşünenlerin yüksek irtifalara alışkın olması büyük bir rahatlık sağlar. Uçakla direk olarak 3300 metre yükseklikte bulunan Cusco’ya gelenlerin, havaalanında düşüp bayıldıklarını anlatan hikayeleri hatırladığımızda gezinin ilk durağının başkent “Lima” seçilmesi yerinde bir karar oldu. Cusco’ya uçarken biletinizi sol taraftan ve cam kenarından almaya özen gösterin. And Dağları’nın büyüleyici manzarasını yolculuk boyunca izleme şansınız olur. Uçağımız Lima’dan kalktıktan yaklaşık bir buçuk saat sonra, büyüleyici And Dağları manzarası arasındaki İnka’ların imparatorluk şehri Cuzco’nun “And Alejandro Velasco Astete” havalimanına indi. Havaalanında geleneksel giysiler içinde geleneksel müziği icra eden bir topluluk bizi karşıladı. Müzik Peru kültürünün önemli bir parçası. Quena (And flütü olarak da adlandırılır), panflüt (zampoña veya sicu), cajón ve klasik gitar en yaygın enstrümanlar. Peru'nun en ünlü parçası “El Condor Pasa”, bir Daniel Alomía Robles bestesi olup, aralarında Simon and Garfunkel'ınkinin de bulunduğu çok sayıda topluluk tarafından yorumlanmış ve dünya çapında sevilmiştir. Bizi karşılayan topluluk da bu ünlü parçayı çalıyordu.
Cuzco’nun denizden yüksekliği 3300 metre ve nüfusu yaklaşık 350 bin kişi. Yılda bir milyondan fazla turistin ziyaret ettiği bu şehir, 1983’den beri UNESCO’nun dünya kültür mirası listesinde. Tüm dünyadan gezginleri kendisine çeken Cuzco’nun en önemli özelliği, İnka uygarlığının imparatorluk şehri olmasının ötesinde, kayıp şehir Machu Picchu’ya giden tek yolun buradan geçiyor olması. Hemen şehir merkezine geçip otelimize yerleşiyor ve bu tarihi kenti gezmeye başlıyoruz. Burası, İnka mitolojisinde “Güneşin Kutsal Kenti” olarak geçer ve İnka medeniyetinin doğduğu yer olarak kabul edilir. İnka mitolojisine göre; Tanrıların çocukları olarak kabul edilen ilk İnka İmparatoru Manco Capac ve eşi, yeryüzüne Titicaca Gölü’ndeki iki adaya indikten sonra, And Dağları arasındaki bu yere gelerek İnka medeniyetini kurmuşlardır. Ufak bir tur yapmadan önce otelimize yerleşiyoruz ve koka çayı ile ilk kez burada tanışıyoruz. Cuzco olduğu gibi, Peru'nun iç kesimlerinde de yükseklik arttığı için ilk günlerde mümkün olduğunca yavaş hareket etmeli, fazla yemek yememeli ve bol sıvı tüketilmelidir. Koka ağacı uyuşturucu yapımında kullanıldığı için illegal ekonominin en önemli öğesidir. Bu bitkinin yaprakları başta yerli halka zevk ve tamamlayıcı besin olarak hizmet eder. Zira bu bitkinin çiğnenmesi açlık, yorgunluk, soğuk ve yükseklik hastalığı duygularını bastırır. Bizler de özellikle yüksek kesimlerde irtifaya karşı hassasiyeti engeleyen, sinir ve sindirim sistemini de düzenleyen en iyi ilaç olarak kabul edilen koka çayını her bulduğumuzda bol bol içiyoruz. Kentin meydanına doğru ilerlerken hoş bir sürprizle karşılaşıyoruz. Kendimizi bir festivalin ortasında buluyoruz.
Bugünkü kültürel yapının geniş bir alanında, İspanyol işgalcilerin getirmiş olduğu kültürün ve onların temsil ettiği dinin izleri var. İspanyol işgalinin temel noktası, ülkenin sahip olduğu başta altın ve bakır olmak üzere, zengin yeraltı kaynaklarıdır. Bu efsanevi başkent, bir zamanlar Ekvator’dan Şili’ye kadar uzanan ve yaklaşık 5500 km’lik bir uzunluğa sahip İnka ülkesini saran yolların merkezinde yer alırdı. Bu büyük imparatorluğun gücünü sağlayan ulaşım sisteminin birçok köprü, tünel ve taş döşeli etaplarla desteklenen ve yaklaşık 40.000 kilometreyi bulan bir ağdan oluştuğu bilinmektedir. Dört gün süreyle bu tarihi yolda yürüyecek olmamızın verdiği heyecanla Cuzco şehrinden tekrar dönmek üzere ayrılıyoruz. Hedefimiz, “İnka Yolu” yürüyüşümüzün de başlangıç noktasına çok yakın olan Ollantaytambo kasabası. Günün sonunda tipik bir Quecuha yerleşkesi olan Ollantaytambo’ya varıyoruz. Pakaritampu isminde son derece sevimli ve temiz bir otele yerleşiyoruz. Yemekte sunulan tatlının bizdeki sütlaça çok benzemesi bizi şaşırtıyor.
Bu kasaba geleneksel yaşamın en özgün örneklerini ve geleneksel İnka mimarisini görebileceğiniz özel bir yer. Artık kutsal Urubamba vadisindeyiz. Peru nüfusunun % 45'i Kızılderili kökenlidir. Bunlar ağırlıklı olarak Quechua (% 40) ve Aymará (% 5) konuşan halklara aittir. % 37 melez olan halkın, % 15 kadarı Avrupa kökenli, geri kalan % 3 ise kısmen Afrika kısmen Asya kökenlidir. Ollantaytambo Quechua kökenli halkın yoğun yaşadığı bir yerleşim alanı.
İrili ufaklı taş blokların büyük bir ustalıkla ve özenle yerleştirildiği duvarlar arasında kenti keşfetmeye çıkıyoruz.
Ollantaytambo, güney Peru'da Cuzco bölgesinde yer alan bir şehirdir. Cuzco şehrinin 60 km kadar kuzeybatısında yer alır ve denizden yüksekliği 2792 metredir. Ollantaytambo şehri, Manco Inca'nın İspanyolları bir savaşta yendiği yerde olan İnka kalıntıları ile de ünlüdür.
Dört günlük meşhur İnka yolu yürüyüşünden sonra, Dünya’nın en ünlü tarihi miraslarından birisi olan Machu Pichu’ya gün doğumunda, henüz kimseler yokken, Güneş Kapısı’ndan, tıpkı uzaklardan gelmiş bir eski zaman gezgini gibi girmeyi hayal edin. Bu heyecanla sabah erkenden yola koyuluyoruz. Aracımız grubumuzu otelden alarak, Cuzco Machu Pichu yolu üzerindeki demiryolu kenarında ve Vilcanota nehri kıyısında yer alan küçük bir yerleşim olan Piskacuchu’ya (2700 m) götürüyor.
Vilcanota nehrinin karşı kıyısına, rüzgardan deli gibi sallanan bir asma köprüden geçip yukarıya doğru çıkan patikayı takip ederek ünlü İnka yürüyüşüne başlıyoruz.
Küçük bir köy olan Miskay’ı geçtikten sonra, İnka kalıntılarının bulunduğu Huillca Raccay tepeliğine ulaşıyoruz. Burada Peru`da sevilen diğer içkiler olan, mısırdan yapılan, çok az alkollü olan Chicha ve Chicha Morada ile, ve de bu içecekleri satan Peru’lular ile tanışıyoruz. Chica Morada geleneksel bir Peru içeceği ve kırmızı taneli mısırdan yapılıyor.
Yürüyüşümüze Urubamba Dağları’nın ve karla kaplı tepesiyle Veronica Dağı’nın (5860m) büyüleyici manzarası eşlik ediyor. Bir zamanlar Machu Pichu’ya İnkaların temel besin maddesi olan mısırı sağlayan bir tarım yerleşkesi olan Llactapata’ya (2750 m) ulaşıyoruz. Llactapata Quechua dilinde “yukarı köy” anlamına gelir ve 1911’de Machu Pichu’nun kaşifi Hiram Bingham tarafından keşfedilmiştir. Tepeden izlediğimiz ve Kusichaca vadisine bakan bu yerleşim yeri, bir zamanlar 100 den fazla binaya, askerler ve işçiler için evlere, barınaklara ve 7 adet hamama sahipmiş.
Irmağın sol yakasındaki 7 km’lik bir etabı geçip Wayllabamba (3000m) köyüne varıyoruz. Yerel dil olan Quechua dilinde Wayllabamba “otlak” anlamına gelir. Burası yürüyüş boyunca atıştırmalık yiyecek ve içecek alabileceğimiz son nokta. Kamp alanına ulaşıp kendimizi çadırlarımıza atıyor ve günün yorgunluğunu muhteşem gökyüzünü seyrederek atmaya çalışıyoruz. Sabah erkenden kalkıyoruz ve İnka yolundaki ilk kahvaltımızın ardından Wayllabamba’yı ardımızda bırakıp yola çıkıyoruz. İnka yolunun en zor etabı bizi bekliyor. Aşmamız gereken 3700 ve 4200 metre yükseklikte iki geçit var. 4 saatlik dik ağaçlık alandaki bu yürüyüş bizi ağaç ve çayırların sınır çizgisi olan Llulluchapampa’ya (3680 m) ulaştıracak. Ardından, 2 saat daha yürüyerek yolun ilk ve en yüksek geçidine Abra de Huarmihuanusca (4200m) ulaşıyoruz. Yerel dilde neden ‘ölü kadın geçidi’ denildiğini de geçiş sırasında anlıyoruz. Tüm yolun bu en zorlu sayılan bölümünü geçtikten sonra, oldukça dik ama rahat bir patikayı takip ederek alçalmaya başlıyoruz. Patika tamamen İnkalar tarafından taş döşenerek yapılmış bir yol aslında.
İnka Yolu’nun bu inanılmaz taş işçiliğine şaşırmamak mümkün değil. Bu yolun büyük bir kısmı hala orjinal halini koruyarak günümüze ulaşmış. Vadinin sol yanından ilerleyerek vadi yatağına ve aynı zamanda ikinci gecemizi geçireceğimiz 3600m yükseklikteki Pacamayo kampına ulaşıyoruz. Ertesi gün, yürüyüşümüzün en uzun ama aynı zamanda en etkileyici günü. Yolumuz üzerinde birçok İnka kalıntısı görerek ve bu yerleri ziyaret ederek ilerliyoruz. Önce, yaklaşık bir saatlik mesafedeki ve dairesel bir dizilime sahip, 3800 metredeki Runkuracay kalıntılarına ulaşıyoruz. Ayaklarımızın altında uzanıp giden Pacamayo vadisini ve karşımızda görünen Ölü Kadın Geçidi’ni seyrediyoruz.
Ardından 1 saatlik bir yürüyüşle 4000 metredeki Abra de Runkuracay isimli ikinci bir geçide ulaşıyoruz. Yürüyüşün bundan sonraki kısmı yer yer güzel manzaralarla dik uçurumlara bakan bentlerden geçiyor.
İkinci geçitten sonraki 1 saatlik yürüyüş mesafesindeki, harika taş işçiliği ile yapılmış basamaklar, bizi 3624m yüksektlikteki “ulaşılamayan şehir” anlamındaki Sayacmarca’ya ulaştırıyor. Karşılaştığımız kalıntıların konumu, bu ismin anlamını anlatmaya kolayca yeter. Yapılış amacı günümüzde halen bilinmeyen bu kalıntıların üç tarafındaki keskin yamaçların oluşturduğu doğal engel etkileyici.
Buradan sonra, sarkan yosunların, ağaçların ve çiçeklerin arasından kayaya oyulmuş bir İnka tüneline varıyoruz.
Ardından, patikamız bizi 3700 metredeki üçüncü geçide ulaştırıyor. Bu geçitte bizi yolculuğumuzun en görkemli manzaralarından birisi bekliyor. Başta Veronica Dağı ve buzullarla kaplı Salkantay (6180 m) Dağı olmak üzere, beyaz takkeli yüce dağlardan oluşan harika manzarayı izliyoruz.
Son geçidin biraz ötesi ise, görülebilecek en etkileyici İnka kalıntılarının olduğu yer. “Bulutlardaki şehir” anlamına gelen Phuyupatamarca bizi bekliyor.
Hayatımda hiç bu kadar çok merdiven ineceğimi düşünmezdim. Dizleri fazla yormamak için dikkatli bir şekilde, binden fazla İnka basamağını inerek bu alandan ayrılıyoruz.
İki saatlik bir yürüyüşün ardından Winay Wayna’ya ulaşıyoruz. Tüm yorgunluğumuza rağmen böcek ve kelebeklerin sergilendiği bir müzeyi geziyoruz.
Burası Machu Pichu’dan önceki son konaklama yerimiz. Restoran, içecek, hatta soğuk bira, sıcak duş ve tuvalet olanağı gibi özlenen lüksler burada mevcut olsa da, hijyen konusunda ciddi sıkıntıların olduğu bir yer. Bu dağ evinin güney ucundan devam eden kısa patikayla Winay Wayna kalıntılarına ulaşılıyor. “Hep genç” anlamına gelen ismini, burada açan pembe orkidelerden almış bir İnka kalıntısı burası. Kalıntılar, etkileyici şekilde konumlandırılmış muhteşem tarım teraslarını içeriyor. Ayrıca işçiliğine hayran bırakan taş binalar ve 10 kadar banyo içeriyor.
Buranın, Machu Pichu yolundaki hacılar için son arınma ve temizlenme amaçlı bir dini yer olduğu düşünülüyor. Ertesi gün Machu Pichu’yu görecek olmamızın verdiği heyecanla çadırlarımıza çekiliyoruz. Çok erkenden gün doğmadan kalkıyoruz. Gün doğmadan Machu Pichu’ya doğru yola koyuluyoruz. İnka Yolu ile gelip Machu Pichu’yu görmek için yola koyulmuş yüzlerce, hatta binlerce kişiyi kontrol noktasında sıra beklerken görünce şaşırmaktan kendimi alamıyorum. Uzun bir bekleyiş sonunda kontrol kapısına yaklaşıyoruz.
Günün ilk ışıkları altında, bulutların arasından yükselen görkemli Machu Pichu’yu izlemek heyecanı ile, çeşitli ülkelerden insanların oluşturduğu turist grupları arasında, maratona benzer bir tempoyla “Güneş Kapısı” olarak adlandırılan İnti Punku geçidine giden 50 basamaklı merdivene ulaşıyoruz.
Bu kutsal kapıdan son ana kadar görülemeyen ve vadi içerisine çok güzel saklanmış olan Machu Pichu tüm görkemi ile karşımıza çıkıyor. Hava kapalı da olsa bulutlar biraz yükselene kadar Güneş Kapısı’nda vakit geçiriyoruz.
Buradan Machu Pichu’ya kadar olan son yürüyüş etabı yaklaşık 45-50 dakika sürüyor. Birçok insanın rüyalarını süsleyen bu antik kentin seyir noktasına vardığımızda, manzaranın tadını çıkararak ve fotoğraf çekerek bolca zaman geçiriyoruz.
Şehrin İnka İmparatoru Pachacutec Yupanqui tarafından 1450 yılları civarında inşa ettirildiği sanılmaktadır. Pisarro öncülüğündeki İspanyol istilacılar 1500’lü yıllarda “Eldorado” adını verdikleri altın şehir efsanesinin peşinde bu bölgeyi ele geçirmeye çalışırken, sık dağlar arasındaki ve kayalık bir sırttaki sıra dışı konumu sayesinde saklanmayı başaran bu şehir, yüzyıllarca fark edilmemeyi başarmış. 1911 yılında bu bölgede Vilcabamba adlı başka bir antik şehri arayan Amerikalı bir arkeolog, yerli bir çocuğun yardımıyla tesadüfen bu şehri buluyor. Keşfedilene kadar el değmemiş halde kaldığı için çok iyi korunmuş olan Machu Pichu, karmaşık bir merdiven sistemiyle birbirine bağlanmış olan taş yapılardan oluşuyor.
Şehrin içindeki temel ulaşımı sağlayan ve binaları birbirine bağlayan bu 3000 basamak, bugün hala gayet iyi durumda. Geleneksel bir şehir olmaktan daha çok, özel bir amaç için inşa edildiği düşünülen bu kentin kuruluş amacı halen tam olarak açıklanamamaktadır. Bunun en önemli nedenlerinden biri, son derece iyi gizlenmiş bir geçmişinin olmasıdır. Hakkında birçok sav öne sürülmekle birlikte hiçbirisi kanıtlanamamıştır. Kent, günümüzdeki adını eteğinde yer aldığı ve Quechua dilinde “eski zirve” anlamına gelen 2360m yükseklikteki dağdan almaktadır. Machu Picchu'nun çehreye benzeyen dağının burun gibi görünen ve adı “Wayna Pichu” olan zirvesinde, aynı isimde bir antik kent daha bulunmakta. “Genç zirve” anlamına gelen Wayna Picchu'ya tırmanmak için erken davranmak gerekiyor. Wayna Picchu giriş kapısında sıraya giriyoruz.
Güvenlik nedeniyle sınırlı sayıda yürüyüşçüye izin verildiğinden, giren-çıkan kişi sayısı dengede tutulmaya çalışılıyor. 250 metrelik çelik halat desteğiyle ve taş merdiven basamaklarından 1,5 saat süren tırmanışla zirveye ulaşıyoruz.
Machu Picchu’nun farklı ve ilginç fotoğraflarını çekerek tekrar geldiğimiz yoldan dönüyoruz. Hala gizemini koruyan Machu Picchu’nun büyüleyici atmosferinin etkisiyle, bu antik kente kara ve demiryolu ile de ulaşılabilen Aguas Calientes’e, Cuzco’ya dönmek üzere gidiyoruz.
Devam edecek...
|