"Cebimizden dökülen fotoğraflar: kent varoşları ve renk'arnasyon üzerine"
Yepyeni iki fotoğraf albümü daha girdi fotoğraf yayınları arasına. Yani "Karakutu Cep Fotoğraf Albümlerinin" son iki sayı çıktı. Ufuk Duygun'un "Kent Varoşları" ve Orhan Cem Çetin'in "Renk'arnasyon" isimli iki albümü de bizim ellerimizde artık. Bizi bambaşka dünyalara sürükleyecek, başka boyutlara taşıyacak, yaşantımıza yeni kapılar aralayacak iki güzel albüm daha ceplerimize girdi...
Fotoğraf makinasını eline alıp, fotoğraf derneklerinden birinde fotoğraf öğrenmeye giden amatör fotoğrafçıların bir çoğunun ilk fotoğraf gezisi bir gecekondu bölgesinedir. Neden böyledir? Niye kentin bu arka sokakları fotoğraf için, kentin büyük caddelerinden daha çekicidir ki? Gerçekten Orhan Cem Çetin'in dediği gibi bizim için "öteki" olduğu için mi acaba? Ben bu varoşlarda büyüdüm. Oralara "varoş" dendiğini de artık orada yaşamadığım zaman öğrendim. Tıpkı içinde yaşarken öğrenemediğim pek çok şey gibi. Oralarda ki samimiyet ve ihanetler gibi. Kurduğum düşlerin, unuttuğum sevgilerin yıkılışı gibi. Ve içinde yaşarken de, dışardan fotoğraf çekerken de hep o öteki oldum belki de. Ve belki de Ufuk Duygun'un fotoğraflarındaki samimiyet ve umut bunun için derinden etkiledi beni.
Bugüne kadar varoşlarda çekilmiş sayısız fotoğraf gördüm. Fotoğraf ile azıcık ilgilenen herkes görmüştür. Pek çok kereler de "yine mi gecekondu fotoğrafı" ya da "yine mi sümüklü çocuk fotoğrafı" dediğimiz olmuştur hani biraz küçümseyerek. Ancak Ufuk Duygun'un "kent varoşları" fotoğraflarını bunlardan ayırmak gerekiyor.
Yoldan geçerken tesadüfen yakalanmış/çalınmış görüntüler vardır ya, acıklı fakir edebiyatı yapıyor diye eleştirdiğimiz hani, işte onlardan farklı bir etki bırakıyor bu fotoğraflar bakana. Fotoğrafların kahramanları sımsıcak duygularla bakıyorlar. Umut var, samimiyet var, aydınlık var ve en önemlisi, gösterişsiz, sade yaşantıların yalın ve abartısız anlatımı var. Yoksulluğun, ne kolay çekiciliği, ne de duygularımızı sömüren acıklı tablosu yok bu fotoğraflarda. Varoşlardaki yaşama dair kesitleri, tüm detayları ile açık, seçik gözler önüne seriyor. Keyifle, gözlerinin içi gülen gözlerle bakan fotoğrafların içindeki kişiyi de, izleyeni de utandırmayan ve hatta izleyici ile dayanışma ve yakınlıkla kuran bir samimiyetle sunuluyor varoşlardaki yaşam.
Bana anılarımı yeniden yaşattı kent varoşlarının fotoğrafları. Yokluğa, yıkıntılara baş kaldıran bir umut aktı içime. Kendimi gördüm, çocukluğumu gördüm yeniden, bu albümden bana gülen çocukların yüzünde. Belki biraz buruk ama umutsuz değil, biraz hüzünlü ama mutsuz değil, belki fakir ama yalnız değillerdi. Hayatın içindelerdi kıyısında değilerdi. Ve beni de çektiler kendilerine ve yaşamın içine... Taa derinlere sürüklediler ama gittiğim yerler karanlık değildi. Engin bir siyah/beyaz/gri ve ışık zenginliği vardı. Dingin, sessiz ama çoşkulu bir iletişim kurdum ben bu fotoğraflar ile o derinliklerde... Bende onlara gülümsedim...
Orhan Cem Çetin'in "renk'arnasyon" albümündeki fotoğraflar ise başka bir aleme fırlattı beni. Rengarenk ama niye ise yalnız başıma oynadığım bir oyunun sahnesine attı sanki. Oyuncusu da, seyircisi de benim bu oyunun. Hiç bir şey göründüğü gibi değil mi gerçekten? Karanlıkların içi gökkuşağı kadar renkli, gökkuşağı sandığımız bir duvarın arkası dipsiz karanlık bir kuyu olabilir mi? Yoksa hepsi beraber, yan yana da biz mi hep başka görüyoruz. Ya da görmek istiyoruz. Yaşamın özü renklerle ve karanlıklarla örülmüş bir ağ gibi mi sarıyor etrafımızı? Bir yanımız acıdan kıvranırken bir yanımız zevkin doruklarında, o başdödüren kaosların, gel-gitlerin yaşandığı anlar gibi mi?
Günlük hayatın sıradanlığı içinde, ayrıntıların arasında, neyin daha güzel ya da çirkin olduğunu ayırt edemeden, sokaklarda kol kola girmiş gezen iyi ile kötüyü seçemeden birbirinden ve zamanı hızla tüketmenin buruk hüznüyle mi geçiyor bu ömrüm. Yaşam beni mi tüketiyor ben mi onu... Tükenirken bir yandan çoğalıyor muyum geçmişimin rengarenk gizil görüntülerinde yoksa... Şaşkınım biraz, renklerin çoşkusu sevinç demekse eğer, bu sızı niye? Farkına varmadan kaçırdığımız, ayırt edemediğimiz renklerin sitemi mi? Karanlıkların içinde boğup öldüremediğimiz, renkleri birbirine karışmış gökkuşağının haykırışı mı?
Renk'arnasyon albümündeki fotoğraflar onca renkli oluşlarına karşın bende işte bu karma karışık duyguları uyandırdı. Belkide sayısal ortamda üretilmiş olmalarının getirdiği (ön yargıda olabilir) bir yabancılaşma mı bu. Al benisi olan çekici, çoşkulu, görkemli ve bize yakın bir dünya ve bir o kadar da ürkütücü, gizemli ve ulaşılmaz bir evren sanki. Ben çığlık çığlığa avuçlarımdan kayıp giden, ucundan tutup yakalayamadığım yaşamımı buldum işte bu fotoğraflarda. Ben onların içindeydim bir an sonra onlar benim içimdeydiler. Hem yakın buldum kendime bu fotoğrafları hem de çok uzak. Üstelik bu bir çelişki de değildi...
Bu iki albümdeki fotoğraflar bana yaşamın kaçırılan ayrıntılarını hatırlattı. Belki yaşamda aradığımız her ne ise o kaçırdığımız ayrıntıların arasında bir yerlerde gizlidir kimbilir? Gördüklerimizin arkasındaki ya da arasındaki, o asıl görüneni, görmemiz gerekeni yakalamalıyız belki de... Cebimizden dökülen bu görüntülerde hepimiz, yaşama, yaşanmışlıklara ya da yaşanacaklara dair ipuçları bulabiliriz...
Karakutu Cep Fotoğraf Albümleri bu iki yeni albüm ile birlikte kendilerini de değiştirmişler. Nasıl mı? Boyutları biraz daha küçülmüş ama sayfa sayısı dolayısı ile fotoğraf sayısı artmış. Daha bir sevimli, zarif ve çekici olmuşlar. Yeni boyutları ile beraber cebimiz ile biraz daha orantılı ve daha bir samimi biçime bürünmüşler.
Ben Karakutu Cep Fotoğraf Albümleri'nin yeni biçimlerini de, bu albümlerde yer alan her iki fotoğrafçının fotoğraflarını da çok sevdim. Kendime yakın, samimi ve sıcak buldum. Cebimde ya da çantamın bir köşesinde taşımaktan, avuçlarımın arasına alıp bakmaktan ve birilerine göstermekten büyük keyif alıyorum. Umarım siz de fotoğrafların, tozlu raflarda veya kütüphanelerde olmasındansa bu kadar yakınınızda olmasından benim kadar hoşlanıyorsunuzdur.
Hafize KAYNARCA
Amatör Fotoğrafçı - Eğitimci
|