Fotoğraf Çekmek İçin Gezmek ve Özenmekten Başka Seçenek Yok mu?
Hafize KAYNARCA
Ülkemizde son yıllarda fotoğraf adına yapılan, "Fotoğraf Günleri", "Saydam Günleri" veya başka etkinliklerde yapılan slayt gösterilerinde, sergilerde ya da yarışmalarda izlediğim fotoğraflarda sanki aynı gösterileri tekrar tekrar izliyormuşum gibi bir duyguya kapılıyorum. Aynı yerler ya da aynı fotoğraflar olmasalar da bir aynılık var pek çok fotoğrafta. Abarttığımı düşünebilirsiniz. Bana katılmıyorsanız ya da inanmıyorsanız eğer, en basiti internette fotoğraf sitelerinde arasında (Tabi ki bizim fotoğrafçılarımızın sitelerinden veya sayfalarından söz ediyorum.) küçük bir tur yapmanızı öneririm. Ben şöyle bir gezdim ve pek de yanılmadığımı bir kez daha gördüm. Hele bir de arka arkaya izlemeye kalkışırsanız, kendinizden şüpheye düşebilirsiniz, aynı siteye tekrar mı girdim acaba diye! Hep gezilen görülen yerlerin, hep benzer kompozisyonlarda, sanki tanıtım yapmak için çekilmiş gibi ama neresi olduğu çoğunlukla da anlaşılmayan fotoğraflar.
İşte kısa zamanda birden fazla sergiyi veya gösteriyi izlemek zorunda kaldığınızda da, bugünlerde ülkemizdeki fotoğrafçıların fotoğraflarına bir göz atayım dediğinizde de, benim hissettiğimi bu duyguları sanırım sizde hissedersiniz. İsterseniz deneyin! Yanlış anlamayın, çok güzel, etkileyici, fotoğraf dilini kendince kullanarak bir şeyler söyleyen veya söylemeye çalışan, kendi tarzınca fotoğraf üreten, çok farklı çalışmalar yapan fotoğrafçılar da var. Fakat ne yazık ki sayıları çok az. Bu durum belki olağan bir durumdur, ancak yine de nedenlerini tartışmak gerekir diye düşünüyorum.
Biraz düşününce, "Çok beğendiğimiz, çok gördüğümüz veya hayran olduğumuz fotoğraf sanatçılarının fotoğraflarına benzer fotoğraflar üretiyor olabilirmiyiz" acaba? Dedim kendi kendime. Belki herkes için geçerli olmasa da, bunda gerçek payı olduğunu sanıyorum. Bilerek isteyerek olmasa bile, iyi fotoğraf diye sunulan fotoğraflardan bir şekilde etkilenip, bizde iyi fotoğraf yapmak adına, benzer fotoğraflar üretiyor olabiliriz belkide.
İyi fotoğraf yapmak adına diyorum, çünkü çoğumuz için amaç fotoğraf dilini kullanarak bir şey söylemek değil. Sadece iyi fotoğraflar, gösterdiğimz herkesin beğeneceği güzel görüntülerin fotoğraflarını üretmek aslında. Amaç "Fotoğraf Sanatçısı" olmak belki de. Onun için "fotoğraf sanatçıları ne yapıyor, nasıl fotoğraflar üretiyorsa" biz de özenip öyle yapmaya çalışıyoruzdur bilinçsizce kimbilir. (Neyse bu fotoğraf sanatçısı olmak çabalarımız üzerine başka bir gün değineceğiz.)
Bir süre önce, İzzet KERİBAR, Sıtkı FIRAT ve Ali ÖZ'ün Asya-Uzakdoğu ülkeleri ile ilgili fotoğraflarını aynı zamanda izleme şansım oldu. Aynı yerlerde olmasa bile aynı bölgelerde üç ayrı Türk Fotoğrafçı tarafından çekilmişti. Fotoğrafları izlerken gerçekten aynı Asya-Uzakdoğu mu acaba diye düşündüm. Üç farklı yaklaşım ile çekilmiş Uzakdoğu fotoğrafları...
İzzet KERİBAR'ın fotoğrafları o bölglerin, (Nepal, Burma, vs.) çoşkulu, gizemli, rengarenk yüzünün kesitlerini, mükemel görüntülerle sunuyordu. Ben de bu görüntüler ile büyülü bir dünyanın ayrıntıları arasında kaybolmanın sarhoşluğunu yaşadım bu fotoğrafları izlerken. Sıtkı FIRAT'ın fotoğrafları; (Çin) yıllardır alışık olduğumuz tanıtım katologlarındaki görüntüler gibi, fotoğraflarda gördüğünüz yerlere merak ve görme arzusu uyandıran fotoğraflardı. Bu görüntülere bakarken içimden "ah şimdi orda olamak vardı" diye geçirdim. Ali ÖZ'ün fotoğrafları ise; belki de basın fotoğrafçısı olmasının da etkisiyle, oralardaki yaşama dair görüntüler sunuyordu bizlere. Orda yaşayanların gündelik hayatlarını, sokaklarını, giyimleri ve geleneklerini gösteren belgelere bakıyorum dedim bu fotoğrafları izlerken. İnsanlar hakkında hem bilgi edinmemi sağlayan, hem de insanlarla samimiyet kurmama ve sevmeme neden olan, duygulu görüntülerdi bu fotoğraflar. Bu fotoğrafçıların ülkemize ait fotoğraflarını izlerken de yine benzer duygu ve düşünceler taşıyorum... Hatta bazen isimlerine bakmadan fotoğrafın kimin olduğunu yaklaşık olarak tahmin edebiliyorum...
Üç ayrı kıta değildi izlediğim. Kendi tarzlarınca buraların üç ayrı yüzünü gösteren, ya da kendi gördüklerini anlatan üç ayrı fotoğrafçının fotoğraflarıydı. Hiç birinin fotoğrafları diğerininkilere benzemiyordu. Fotoğraflarını seveyim ya da sevmeyeyim, önemli değil, bana göre bakınca aynılık olmaması, kendi üsluplarının olması, çalışmalarına saygı duymam ve önünde eğilmem için yeterli sayılır. Oysa pek çok yeni fotoğrafçımızın çektiği ve bizlere sunduğu, ülkemizin çeşitli yerlerinde çekilmiş fotoğrafların pek çoğunda bu ayrımı ve farklılığı ne yazık ki yeterince göremiyoruz. Hatta diyebiliriz ki bazılarında hiç göremiyoruz. Hepsini aynı kişi çekmiş gibi geliyor...
Bazen de daha da ileri giderek "filanca yerin belgeseli" ya da "falanca yerde yaşam" diyerek, büyük iddialarla sunulan fotoğraflara baktığımızda; fotoğraflar tek tek güzel olsa bile, çekilen yerle ilgili belgesel nitelik taşıyor mu? Fotoğrafçının çektiği yerle ilgili söylediği bir şey var mı? Gerçekten, fotoğraflar orayı anlatıyor mu yoksa her hangi bir yer olabilir mi bu görüntüler? Fotoğrafın amacına ulaşması için teknik kusursuzluk yeterli mi? Başka bir şeyler daha olması gerekmez mi? vs. vs. Sorulara ne yazık ki cevap bulamıyorum. Sadece bir biri arkasına dizilmiş, bir birine benzer güzel görüntüler (Bazen güzel fotoğraf bile görmiyoruz da, güzel olunca da mutlu oluyoruz tabi) ile fotoğraf dilini kullanarak bir şeyler söylemeden, gezdiğimiz, gördüğümüz yerlerden elimizde kalan bölük pörçük görüntüleri başkalarına öylesine göstermekten ibaret yapılanlanların çoğu bence.
Bir slayt gösterisi izlemeye giderken, bir oyun oynuyorum, kendi kendimle iddiaya giriyorum. Acaba kaç tane; "geniş açılı objektif ve polarize filtre ile çekilmiş, yaşlı adam veya kadın arkasında neresi olduğu belli olmayan belirsiz (genellikle eski ev, harebeler, tarla, vs.) görüntülerin ve gece mavisi gökyünün olduğu" fotoğraf karesi göreceğim diye. Ya da kaç tane zor koşullarda yaşayan çocuk fotoğrafı göreceğim diye. Geniş açılı objektifleri de, polarize filtreyi de severim ve yerinde kullananlara bir diyeceğim yok. Ama slayt gösterilerinde, internetteki sergi ve sitelerde fotoğraf izlerken içim daralıyor. Yine mi diye geçiyor aklımdan ve yeter diye çığlık atmak geliyor içimden. Ülkemizdeki fotoğrafçıların çoğunluğu fotoğrafın gezerek ve daha önceleri yapılmış güzel fotoğrafları üreten sanatçılara özenerek, hatta aynılarını çekerek üretilebileceğini sanıyor galiba...
Eğer fotoğraf eğitimimizi sürdürüyorsak taklit etmek ve özenmek çok doğal. Bunlar eğitim sürecinde yadırganamaz. Ve öğrenciler öğretmenlerine özenirler çoğu zaman. Ama er ya da geç kendi yollarını bulmak zorundadırlar. Kendilerine has bir üslup, tarz ve anlatım-kendini ifade dilini bulmak zorundadırlar. Gerçekten fotoğrafı bir dil olarak seçenler ve önemseyenler eninde sonunda kendi doğru fotoğraflarını üretiyorlar... Ne yazık ki kimilerinin eğitimi ömür boyunca sürebiliyor demek ki...
İyi, güzel, doğru fotoğraf diye sunulan fotoğrafların benzerlerini, hatta belkide daha iyilerini üretebiliriz. Teknik olarak hatasız fotoğraflar çekebiliriz. Bakanları etkileyen, görüntülerin kusursuzluğu karşında herkesin büyülendiği fotoğraflar yapabiliriz. Nitekim ülkemizde üretilen fotoğrafların çoğu artık teknik olarak çok iyi sayılır. Fakat bu teknik mükemmelik fotoğrafların amacına ulaşması için yeterli sayılır mı? Yoksa bu işin sadece zanaat kısmını mı temsil ediyor... İzleyene bir duygu taşımıyorsa kusursuz görüntülerden ibaret fotoğrafalar sanat sayılır mı? Sanat sayılması bir yana bu fotoğrafların amacı ne? Üstelik her gün yüzlercesi üretiliyor, her yanımız görüntülerle dolup taşıyorken...
Ayrıca "Fotoğrafçılık" mesleğiniz ise; hatasız, en iyi, en güzel görüntüleri üretmek zorundasınız sanırım. İşimize saygı ve sevgi bunu gerektirmez mi? O zaman, mesleği fotoğrafçılık olanların yaptığı fotoğrafları örnek alıp benzer fotoğraflar çekmeye çalışmak niye acaba? Bizler fotoğrafı iş olarak değil, amatör olarak seçen kişileriz. Fotoğrafla para kazanmaya değil yaşamımıza anlam katmaya, söylemek istediklerimizi fotoğraf dili ile ifade etemeye çalışan kişileriz. (Yani ben öyle olduğumuzu sanıyorum ve umuyorum) Bu nedenle fotoğraflarımız kusursuz ama duygusuz ve kuru görüntüler değil, bizce bir şey söyleyen duygulu ve samimi fotoğraflar olmalı diye düşünüyorum. Fotoğrafçının hayata karşı duruşu ürettiği görüntülerden anlaşılmaktadır bence. Yaşama nasıl bakıyorsak ve nasıl tavır alıyorsak fotoğraflarımız bizi ele veriyor ve gerçeği söylüyor aslında...
İzzet KERİBAR, fotoğraflarını çoğumuzun büyük bir hayranlıkla izlediği Fotoğraf sanatçılarından biri. Ben de onun fotoğraflarına bakarken, fotoğrafların kusursuz güzelliği karşısında adeta büyüleniyorum. Ama bir o kadar da en çok taklit edilen fotoğraf sanatçılarından biri gibi geliyor bana. Yıllar önce Sayın KERİBAR'ın fotoğraflarını ilk gördüğümde nasıl heyecanlanmıştım. Gece mavisine benzeyen gökyüzü görüntülerini kendimden geçerek izlemiştim. Nasıl yapıyorda bu kadar güzel fotoğraflar çekiyor diye düşünürdüm hep. Biz de birgün böyle fotoğraflar çekebilecek miyiz diye iç geçirirdim. (Keşke başka bir şey dileseymişim...) Nerden bilirdim ki aradan geçen zamanda gezgin fotoğrafçıların polarize filtre olmadan fotoğraf çekemez olacaklarını. Polarize filtre kullanılmayan gözyüzü fotoğraflarına hasret kalacağımızı nerden bilirdim...
Hadi iyi bir şey yapın; İzzet KERİBAR'ın ve onun gibi yıllardır fotoğraflarını keyifle izlediğimiz diğer fotoğraf sanatçılarının, Anadolu'nun çeşitli yerlerinde çekilmiş fotoğraflarına bir bakın. Sonra da ülkemizin güzelliklerini belgelediğini iddia eden diğer yeni fotoğrafçılarımızın fotoğraflarına bir bakın. Hatta bu işi aynı gün yapında, ne kadar dayanabileceğinizi bir deneyin isterseniz. Evet haklıyım, son yıllarda aynı tür fotoğraflar üretip duruyoruz. Bence hatasız ama birbirine benzer fotoğraf üretmek zor değil. Zor olan kendi dilimizce fotoğraf üretmek ve duygularımızı fotoğraflarımızla aktarabilmek... Nasıl ki hatasız yazı yazmak edebiyat değilse, kusursuz fotoğraf yapmak da sanat olamaz gibi geliyor bana. Kalemi güçlü bir yazar olmak nasıl kalemin arkasındaki beyne bağlı ise, iyi bir fotoğrafçı olmak da fotoğraf makinasının bakacından bakan gözün arkasındaki beyne ve yüreğe bağlı...
Bütün bunları eleştirmek için söylemiyorum. Kendimce sorguluyorum. Fotoğraf ile bir şekilde uğraşan, fotoğraf ile bir şeyler söylemeye veya yapmaya çalışan herkesin yapması gerektiği gibi bende kendimce, kendimi ve gördüklerimi sorguluyorum. Bir eğitimci ve amatör fotoğrafçı olarak bu benim hem görevim ve hem de istediğim gibi doğru fotoğraf üretebilmem için yapmam gereken önceliğim diye düşünüyorum. Doğru fotoğrafa gelince; henüz cevabı bilmiyorum. Belki herkesin ürettiği kendince doğrudur... Yine de fotoğraf üretmekteki amacımızı sorgulamadan, daha da önemlisi bizim için yaşamın ve fotoğrafın anlamını sorgulamadan, istediğimiz doğru fotoğrafın ne olduğunu bulmak bence pek mümkün gözükmüyor. Ama ben kendi adıma en azından şunu biliyorum artık; "Fotoğraf Çekmek İçin Gezmek ve Özenmekten Başka Seçenekler de var..." Hafize KAYNARCA
Öğretmen - Amatör Fotoğrafçı
|