Bir Zamanlar Çamaşır İplerinde... (2002/2011)
1969 yılında İstanbul’a taşındığımda tüm komşularım çamaşırlarını balkonlara asarak kurutuyorlardı.
Hemen öncesindeki birkaç yılı herkesin kurutma makinesi kullandığı New York’ta geçirdiğim için büyük bir şehir içerisinde çamaşır ipi kullanma alışkanlığı gözüme son derece yabancı göründü. Belki de o dönemde başkalarının sahip olduklarına bakmaktan utanıyor ya da bunu kaba buluyordum. 1980’lerin ortasından itibaren çamaşırların yerini televizyon antenleri ve havalandırma cihazlarının almasıyla balkonumdan görünen manzara değişti. 1998 yılında farklı toplum, kasaba, şehir ve ülkelerde kurumak üzere ipe asılmış çamaşırları belgelemeye başladım. Pencerelerden savrulan çamaşırları artık çirkin bulmuyordum.
Dışarıda kuruyan çamaşırların büyüleyici bir sosyal gösterge olduğunu düşündüğüm için rüzgârda kuruyan çamaşırları fotoğraflamayı hâlâ sürdürüyorum. 2002 yılının baharında, o güne kadar topladığım bütün çamaşır ipi fotoğraflarını küçük mandallarla arka balkonumdaki küçük çamaşır iplerine astım ve bu fotoğrafları fotoğrafladım.
Kaça? (2003) Geleneğe göre, grup portreleri cephedendir, fakat bugünün küresel ortamında artık bireysel imgenin önemi kalmadı. Öyleyse belki de kişinin belirli kültürel durumu içerisindeki konumunu gösteren anonim sırt görüntüleri artık daha yerinde olabilir.
Yalnızca ‘kabul görmüş sistem’ içerisine katılan bireyler değerli bulunuyor. Kurumlar ‘çalışan-köleler’ alıp satıyorlar. Spor takımları ‘oyuncu-köle’ alıp satıyorlar. Bireyler elektrik haznesine takılan bir ampul gibi sisteme vidalanıp, işe yaramadıkları zaman çıkartılabiliyorlar. Raflarında alınıp satılmayı, ya da atılmayı bekleyen kuklalar gibiler.
Sağanak (2008) Bir kentin üzerine İngilizce sözcük ve terimler yağar. Ortam kalabalık, üçüncü dünya ve Müslüman’dır. Bir sahnede gözümüze İngiliz bayrağı ilişir. Sahneye ne güzel ne çirkin, ne zengin ne yoksul denebilir; arada bir eşikte durmaktadır. Sözcükler durmaksızın yağmur salan, karanlık, yıldırım yüklü bir bulut içerisinde kentin üzerine çöreklenir. Sözcükler şehre yağar ama bulut kaybolmaz. Sözcükler kentin binaları üzerine düşer, oraya asılı kalır, kaos ve karışıklığa eklenir. Önce karışıklığa yol açsa da ardından toprağa sızıp kaybolurken besin sağlayan yağmurun aksine bu sözcüklerin sahte yağmuru karışıklığa yol açar ama asla emilmez.
Bu çalışma bir metafor işlevi taşıyor. Küreselleşmiş dünyada herkesin İngilizce bilmesi bekleniyor gibi. Aynı zamanda her kentte İngilizce reklamlar, neon levhalar, işaretler üreyip duruyor. Eğer ki dil kültürün
yansımasıysa, İngilizce kimse tam olarak farkına varmaksızın sızıyor ve var olan sistemlerin altını kazıyor. Dilin bu asimilasyon süreci arzulanan değişiklikler kadar arzulanmayanları da beraberinde getiriyor. Çalışmanın panoramik formatı Osmanlı panorama gravürlerine gönderme yapıyor.
Sahtekar Olmadığımızı Nereden Biliyoruz?
1997'de Taksim'de bir çaycı fotoğraf serisi yapmaya başladım. Bir kaç yıl sonra çaycı eski Park Hotel'in inşaat alanına taşındı. Sürekli değişen dekorunda aynı estetik dekoru kullanmaya devam etti, ancak on üç yıl önce başladığım diziler bugünün İstanbul'unda yeni bir yaşam ve anlam taşıyor mu? Şimdi çaycı ya yok oldu ya da bilmediğim bir yere taşındı. Yeni otel inşa edildi. İstanbul her an değişiyor. Küresellik her yerde.
Adsız, dijital baskı 2011: 1963 Rauschenberg ’in “Untitled” adındaki çalışması; 2010 İstanbul’da çekilen fotoğraf.
Sahtekar Olmadığımızı Nereden Biliyoruz, dijital baskı: 1964, Rauschenberg'in “Press” adındaki çalışması; 2010, İstanbul’da çekilen fotoğraf.
Sahtekar Olmadığımızı Nereden Biliyoruz, dijital baskı, 2011: 1957, Rauschenberg'in "Factum II" adındaki çalışması; 2010, İstanbul’da çekilen fotoğraf.
Sahtekar Olmadığımızı Nereden Biliyoruz, dijital baskı, 1998/2011: 1997 Taksim, İstanbul’da çay dükkanının fotoğrafı; 1955, Rauschenberg "Interview" kombinesi.
Monoblok Cumhuriyeti Pul Serisi (2014) Günümüz insanını kontrol eden güçleri, kendi yöntemlerince sorguluyorum. Uluslararası büyük şirketlerin ürettiği nesneleri sınırsız olarak dünyanın her yerine gönderebilme serbestliği varken insanların hareketi kısıtlanıyor. Onbeş yirmi yıldır dünyanın her yerinde gördüğüm monoblok iskemlelerinin fotoğrafları çekip sonunda bu pul serisi yaptım.
Hatıralar Serisi (2016)
Dişi soy bağları ve kuşaklar arası hatırlanan hikayeleri toplayarak kadınlara atfedilen rolü nakış olarak işledim. Hem Türkiye’de hem de ABD’de modernleşme bağlamında kadınların eğitimini etkileyen tarihsel değişimler otobiyografik referansları kullandım. Topladığım anne kız fotoğraflarını ışık kutusu kullanarak çizdim. Bu çizimi dijital baskı olarak keten kumaşa bastırdım. Sonra dijital baskı üzerine nakış işinden emekli olan olgunlaşma enstitüsünün bir öğretmenine işlettirdim. Bu yöntemi kullanarak çağdaş teknoloji ile geleneksel nakış yöntemlerini birleştirdim.
Hatıralar Serisi (Suzan Hala'nın annesi ve anneannesi, Suzan Hala No:1) Keten, dijital baskı, nakış 37x37 cm. 2016.
|