Ahmet SEL
Afganların portrelerini, yirmibeş yıl süren bir kâbustan uyanırlarken çektim, kütü bir düşten hıçkırıklarla uyanan bir çocuğun resmini çeker gibi. Daha tam kendine gelmeden... Buna rağmen, benim objektifime, « biz hâlâ varız, yaşıyoruz işte !» der gibi bakıp, törenle poz verdiler.
Afganistan'da geçirdiğim birkaç ay boyunca, yüzlerce insan birbirini öldürdü, şeyhler, şahlar, aşiret liderleri birbirlerini ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yaptılar.
ABD komandoları köy baskınlarını yoğunlaştırdı, taliban yandaşları ise bombalı saldırıları...
Afganistan yeniden dünyanın bir numaralı afyon üreticisi ünvanını kazandı.
Mühendisler taksi şoförlüğü, doktorlar bakkalık, öğretmenler inşaat isçiliği yapıyor.
Fotoğrafını çektiğim genc bir adam, dizinin üzerinde kalaşnikofu, yeşil çayını yudumlarken, kendisine Paris'te nasıl bir iş bulabileceğimi sordu.
Kabil'de elektrik ve su kesintileri, toplanmayan çöpler, yoksulluk, rüşvet, difteriden ölen bebekler, trafik kazaları, cinayet ve politik suikastlar günlük yaşamın parcası...
Böyle bir ortamda, insanların fotoğrafını çekmek, onların insanlık maceralarını anlamak için girişilen bir eylem mi, yoksa, özellikle egzotik bir ortamda, görüntü için görüntü mü ?
Fotoğraf kendi kendine yetiyor mu, açıklayıcı yazılar mutlaka gerekli mi? Poz verenin adını verip onu anonim kaderinden kısa bir süre için de olsa ayırmak, başından geçenleri anlatmak, okuyucu ya da izleyicinin fantazmasına vurulan bir dizgin mi?
Demek istiyorum ki, bu durumda benim fotoğraflarım, belli bir zaman diliminde, bir ülkenin sosyo-politik portresimi?
Bu portreler egzotik mi, jeopolitik mi?
* Geniş Açı 15 Temmuz- 15 Eylül 2003 Sayı 30 Sunuş yazısı.