Jo Spence İngiliz işçi sınıfının bir ferdi olarak dünyaya geldiği 1934 yılının üzerinden çok geçmeden patlak veren ikinci dünya savaşının tehlikeli ortamından uzaklara yollandığında daha 10 yaşındaydı. Bu terk edişler onun gelecekteki dışavurumları için önemli yolculuklardı. Bu yolculuklar ona gözlemlemeyi öğretmiş ve bir stüdyo fotoğrafçısı olarak başladığı fotoğraf kariyerine, 1970’lerde belgesel fotoğrafın etkili ve ideolojik dilini de eklemişti. İşçi sınıfından geliyor olması ve aldığı eğitimin de etkisi olacak ki bu dönemde kendini sosyalist feminist olarak tanımladı. Bu nedenlerdir ki belgesel fotoğraflarının konusunu ev kadınları oluşturdu. Ev kadınlarının gizli yaşamlarını gözle görünür kılmak için onların özel yaşamlarındaki tek düzeliği, gelenekselliği, sınıf temelli ekonomik etkenler tarafından şekillendirilmiş sıradanlıklarını belgeledi. Bu dönemde yaptığı bütün fotoğraflarında ideolojik arka planının yansımalarını görmek mümkündü. Fotoğraflarının temelini, sınıflar ya da kadın ve erkek, hastalar ve doktorlar, fotoğrafçılar ve modeller arasındaki güçlü ilişkiler oluşturmaktaydı. Spence’in fotoğrafları, 1970’lerdeki “kişisel olan politiktir” görüşünü savunan ikinci dalga feminizm anlayışını yansıtmaktaydı. Spence, cinsiyet, aile ve kadın vücudunu temsil eden normalleştirilmiş ve kurumsallaştırılmış fotoğraf kodları ve pratiklerini kendi bedeninde kullandı. Böylelikle kadını metalaştıran, salt güzel olarak kodlayan anlayışa karşı politik bir söylem geliştirmekteydi. | |
Spence,1973-1975 yıllarında, Hackney Fleshers Women’ın Fotoğraf Topluluğu ile foto-eğitim projeleri yaptı. Bu çalışmalar sonunda ise iki sergi ortaya çıktı: Bunlardan birtanesi “Women, Work and Wages” (1973-1975), diğeri ise Who’S Stil Holding the Baby? (1978) adlı sergilerdi. Bu sergilerdeki işler, geleneksel belgesel fotoğraflar ile bonservis hesapları, gazete derlemeleri, karakatürler ve eğitim materyallerin birleşiminden oluşmaktaydı. Spence’in bu uygulaması politikti ve pragmatik aktivizm’in bir biçimi olarak fotoğraf üzerinden hizmet veren popüler bir eğitimi içermekteydi. Fotoğrafın insanlar için ulaşılabilir bir araç olduğunu, fotoğraf çekmek için ucuz ve basit ekipmanların kullanılabileceğini, “What can a woman do with a camera? adlı kitaptaki yazılarında ve etkinliklerinde dile getirdi. 1982’nin başlarında meme kanserine yakalandıktan sonra cinsiyet ve sınıf temelli çalışmalarından, bireysel öznellik, mental ve fiziksel sağlık üzerine yoğunlaşan Spence, “Phototeather”, “photomontage” ve “phototherapy” tekniklerini kullanarak, toplumdaki güç ilişkilerini, cinsellik anlayışı ve aile hayatını, tıpta ve fotoğrafta tarafsızlık mitlerini tartıştığı fotoğraflarında aslında kapitalizmi eleştiriyordu. Bedenine yerleşen hastalığını ve tedavi sürecini belgelerken, insanları sadece bedenden ibaret gören ve hastaları pasifize eden batı biliminin ve doktorların gücünü görselleştirdi. Spence’in hastalığından sonra başladığı “A Picture of Health?”, kansere ve tedavisine fotoğraf aracılığıyla tepki gösteren, meme kanseri ve ortodoks tıbbı hakkında duygularından oluşan bir seçkiydi. Bu çalışma medikal sistemin bir eleştirisini yaparken, hasta gözünden tedavi sürecinin anlatıldığı, travmatik bir durumun görselleştirildiği, eleştirildiği ve belgelendiği ilk çalışma olarak tıp alanında da önemle karşılandı. Bu serinin en bilindik fotoğraflarından “Mammography”, Jo Spence’in mamagrofi çektirirken kendini fotoğrafladığı anın fotoğrafıdır. Spence, genel hastalık durumu ve bu fotoğrafı ile ilgili anısını şöyle anlatır:
“Meme kanserine yakalandığınızda, Ortodoks tıbbının ellerine düştüğünüzde korkunç bir durumla karşı karşıya kalabilirsiniz. Bunun ne olduğunu anlamak için kendimi belgelemeye kararlıydım. Onların medikal kaynaklarının bir objesi olmak için değil, kendi sorgulamamın aktif bir öznesi olmak için. Bu fotoğrafta mamogram yapılırken bir radyoloji uzmanını benim fotoğrafımı çeksin diye ikna ettim. Bu konuda o çok rahatsız oldu ama kol boyu mesafesinde kameramı uzatmayı kabul etti..” 1 | |
Sol göğsü alınan Spence, hastalığının nedenine geniş bir perspektiften bakmayı tercih etti ve kemoterapi yerine Geleneksel Çin Tıbbı’nı seçti. Bununla birlikte kanserin neden olduğu duygusal krizlerini tedavi etmek için ‘phototherapy’i kullandı. Phototherapy boyunca bir hasta olarak güçsüzlüğü konusunda ne hissettiği, doktorlar ve hemşirelerle olan ilişkisini anlattı. | |
Photo teraphy: İyileştiren fotoğraf Kendimizi iyileştirmek için fotoğrafların kullanımı olarak tanımlayabileceğimiz phototheraphy terimi, 1970’lerin sonunda Doug Stewart, Judy Weiser, David Krauss ve Joel Walker tarafından hastalar ile terapistlerin fotoğraf kullanım tekniklerinin tanımlanmasında kullanıldı. 1980’lerin başında Phototherapy, Spence için, kanser tedavisi süresince keşfettiği, geliştirdiği, uyguladığı bir alandı. Bu proje boyunca, Spence, ortak ideolojiyi ve benzer ilgileri paylaşan Rosy Martin ile çalıştı. Photo theraphy’nin, psikanalizin geniş çerçevesi ile birlikte aile fotoğrafı uygulaması içine alınması gerektiğini vurgulayan Spence, “Silent Health: Women, Health and Representation” adlı kitabında aktif değişimin önemine değinerek, Photo theraphy yöntemini keşfetmesi ve uygulaması hakkında şunları söylemekteydi: “Photo theraphy tekniğini kullanmaya, Rosy Martin ile başladım… Bu çalışma sırasında, tek bir “ben” in olmadığını pek çok parçalamış “ben” in olduğunu, her birinin bilinçli bir ifadeyle “yarıştığını”, birçoğunu asla kabul etmediğimizi birbirimize fazlasıyla kanıtladık. Ayrılmış benlerimizin görsel simgesi olan bir dizi portre ürettik. Evlilikteki kısıtlamalar ve çatışmalar, sağlık, eğitim, yaşlanma, sınıf ekonomisi ve kadın olarak sıkıntılar, cinsellik ve aşkın baskın tanımları etrafındaki anlayışa karşı çabalama hakkında birbirlerimizle dialoga sahip olmanın yollarını bulduk. Bana olan şeyler ve benim etrafımda olan şeyler gibi doğal fotoğraflar çekmeyi içeren farklı yollarda kamerayı kullandım: özellikle kamera için olayın sahnelenmesi, başlangıç noktası olarak eski fotoğrafların kullanımı ve ne anlama geldiklerini yeniden keşfetmek. Tüm bu teknikler, cevapları almaktan ziyade, soruları sormak için bize yardım eden fotoğraflara bağlıdır. Fotoğrafı bu çerçevede kullanmak, var olan düzeni, sosyolojik ve ekonomik olarak değiştirmeye çalışırken, hayalimizdeki dünya görüşüne dönüştürmeyi de mümkün kılabilir.” 2
Spence ve Rosy Martin, “Photo-Thearaphy: psychic realism as a healing art”3 başlıklı yazılarında fotoğrafların neden terapide önemli olduklarını sorarlar ve devam eden bir terapinin dinamiğini zenginleştirdiklerini anlatırlar. Onlara göre bu sorunun birde fazla yanıtı vardır:
1- Fotoğraflar gerçek değildir, gerçeği anlatmazlar fakat kendine özgü seçimleri, yapıları, dondurulmuş anları vardır, zamanı düzenlerler hatta onlara anlamlar yükleriz. Hala çoğu insan, fotoğrafın gerçeği ifade etmedeki gücüne inanır. Bu çelişki ve gerilim tedavi süreci için çok zengindir. Gerçeğin bir yapı olduğunun ve tanıklığının değişebilirliğini ve kimliklerin ise çoğu gerçeklerle parçalanmış olduğunu görüntülerde irdeleyebiliriz.
2- Fotoğraflar bir kayıt gibi davranırlar, ruhsal gerçekliği görünür kılarlar. Bilinç dışına geri giden ve uzun süre atıl kalan bazı şeylerin gerçek bir işareti gibi davranırlar.
3- Fotoğraflar bize nesnelliğin olabilirliğini sunarlar ve tüm öznelliğin içinde bütünün içinden kişinin ayrı bir parçasını gösterirler. Her ne kadar fotoğraf nesnelleştirse de –çünkü photo-theraphy sürece dayalıdır- fotoğraflar, diğer gerçekliğe karşı geçici nesneler gibi davranırlar.
4- Fotoğraflar, sembollerin ve görüntülerin doğrudan kullanılmasıyla, bilinç dışı ile filtresiz bir iletişim sağlayabilir.
5- Fotoğraflar sayesinde zihni ele geçirip zaptetmeden içsel sezgiler üzerine doğrudan çalışılabilir.
6- Photo-Theraphy, bir dinamik içindeki farklı pozisyonları keşfetmek için bize fırsat vermesinin yanı sıra, öznelliğimizin alt kişilikleri ya da farklı parçalarını görünebilir kılar.
7- Fotoğraf, diğer terapatik uygulamalarda da kullanılabilir.
8- Fotoğraflar, bastırılan ve engellenen bilginin ne olduğunu onaylamada ve bilgiyi serbest bırakmada bize yardım ederler.
9- Fotoğraflar, işaretlerin zaferi, bir entegrasyon kutlaması ve sorunun ya da örüntünün başarılı bir keşfi olabilir. | |
Phototherapy, Judy Weiser’e göre ise, “terapi boyunca duyguları, hatıraları, düşünceleri ve diğer duygusal bilgileri içeren, hastaların aile albümleri ve kişisel şipşak fotoğraflarının kullanıldığı terapi teknikleri ile ilişkili olan bir sistemdir.”4 Kelimelerin tek başına yetmediği zamanlarda phototheraphy, hasta ve terapisti için önemli birer araçtır. Phototherapy’nin 5 temel tekniği vardır: 1- Kişi tarafından çekilen ya da yaratılan fotoğraflar: Kişinin kendi çektiği ya da dergilerden, gazetelerden, internetten derlediği veya dijital manipülasyonla başkalaştırdığı fotoğraflardan oluşan fotokolajlar.
2- Kişinin diğerleri tarafından çekilmiş fotoğrafları: Başkaları tarafından kişinin habersiz çekilmiş ya da kişinin poz verdiği fotoğraflar.
3- Self-portreler: Kişilerin kendi görüntüleri üzerinde kontrol sahibi oldukları kendi fotoğrafları. Burada önemli olan kişinin fotoğrafını yine kendisinin çekmesi. Kendi fotoğrafını çekerken de nerede, nasıl, ne zaman bulunacağını ve fotoğraflanacağını belirlemesi.
4- Aile Albümleri ve diğer foto-biografik koleksiyonlar: Kişilere ait olan aile albümleri, biografik koleksiyonları. Kişilerin hayat hikayelerinin ve gelişimlerinin görsel olarak izlenebildiği fotoğraflar.
5- Photo-Projectives/Foto-izdüşümleri: Burada kastedilen şey bir fotoğraf çeşidi değil, fotoğrafta yer alan ve onların kişisel olarak ne gördükleridir. Bütün bu fotoğrafların izleyici için ne anlama geldiği, algıları, fotoğrafa gösterdikleri reaksiyonlardır.
Spence kendi çektiği fotoğraflarda selfportrelere yönelerek kendi bedenini farklı biçimlerde yorumladı. Fotoğraflardan tekrar bir sahne yaratarak bir metod geliştirdi. Bununla birlikte aile albümlerinin önemine de değindi. Ona göre aile fotoğrafları, “kişisel bellek ve sosyal tarih, kişisel bilinçdışı ve halk mitleri arasında bir bağlantı noktası oluşturmaktaydı5. Spence Belleğimizin tamamen bizim hatıralarımızla dolu olmadığını, fotoğrafların geçmişi temsil ettiklerini ve bu fotoğraflarda ya fantastik bir geçmiş inşa etmek için ya da bir gerçeğin diğer versiyonlarını bulmak için bir iz aradıklarını vurguladı6. O, hatıralarla oynayıp, yeni bir geçmiş kurgulayıp, şimdiyi yaşıyordu. Jo Spence, yaşamı boyunca fotoğrafı farklı biçimlerde kullandı. Bunların başında da Phototheraphy olarak tanımladığı süreç içindeki fotoğraflar akla gelmektedir. Bu fotoğraflar hem tedavi sürecindeki durumu anlatır ve sorgulatır hem de bir başkaldırıdır da. Spence, geçirdiği kısa hayatı içinde gerçekleştirdikleri ile adından söz ettirmeyi başarmıştır. Dünyanın birçok yerinde de “Phototheraphy” ile ilgili çalışmalar yürütülmekte, araştırmalar yapılmakta ve makale olarak yayınlanmaktadır.7
|