"Ankara'nın Dikmeni"
Uğur Bilge
Yıkılmış
bir bağ evinin sağlam kalan temel duvarları üstüne sıçradı.
Ellerini çırptı, avuçlarını temizledi. Kollarını aşağı uzatırken
"Hadi gel " dedi. İnce iki ışık çizgisi parladı ay ışığında.
Bileklerinden tuttu, ince kolları " Sen de benim bileklerimi
tut" dedi, " trapezciler gibi." Zorlanmadan ince kolların
bedenini duvarın üstüne çekti." İşte bu kadar" derken hala
bileklerini bırakmamışlardı birbirlerinin. İnce bilekler yukarı
çekilirken tuttuğu so1uğunu bıraktı. |
Kocatepe'den
Bakanlıklara Bakış
1938
|
"Şöyle
oturalım'' dedi. Adam, karanlıkta çabuk bir el hareketiyle
temizledi oturacakları yeri .Adam oturdu önce .İncekollar
da yanına. Ayaklarını salladılar duvardan aşağı. İki elini
kenetleyerek dizlerinin arasına sıkıştırdı. Önüne dökülen
tokası gür saçlarını bir baş sallamasıyla arkaya attı."Ne
iyi ettiniz buraya getirmekle beni" dedi. Aşağılara daldı
bakışları. Bir ışık denizi dalgalanıyordu, aşağıda. Güçlü,
zayıf binlerce ışık gözkırpıyordu. Yollardaki ışıklar dizi
dizi ayırıyordu ışık denizini. Altından aydınlatılmış yüksek
yapılar ışık halinde fışkırıyordu gökyüzüne. |
Eski
TBMM
1928
|
Bu
ışık denizinin dalgaları üzerinde gezinen bakışları aynı anda
Anıtkabir'in üzerinde birleşti. "Anıt.." İkisinin dudaklarından
da aynı anda çıktı bu sözcük. Arkası gelmedi ikisinden de.
Birbirlerine baktılar. İkisinden de bir kahkaha patladı. Duvarın
üzerinden bacaklarını sallaya sallaya güldüler. |
Halkevi
ve Etnografya Müzesi
1935
|
Bedenlerini ileri
geri sallaya sallaya güldüler. "Anıtkabir ne kadar güzel görünüyor
diyecektim ben". ''Ben de". Aynı şeyi aynı anda düşünmüş olmaları
ikisinin bedeninde de tatlı bir ürperti estirdi. Askılı giysinin
içinde parlayan omuz başından belli belirsiz . bir dokunuşla
tutarak ''üşüyor musun?" dedi. Yuvarlak omuz adamın geniş
göğsüne sokuldu. "Biraz'' dedi, fısıltıyla. Adam avcunun içindeki
omuz başından hafifçe çekerek daracık omuzları, geniş göğsünün
sıcak korumasına aldı. Gür saçlar adamın omzuna yaslandı.
|
Bayram Yeri Hamamönü 1900'ler
|
Yıllar
önce, bir yaz günü, çadırlı bir kamyonla çekirdek çuvallarının
üzerinde bu kente gelişini anımsadı. Kasabadan gelen bir çocuğun
şaşkınlıklarını, gözünün önünden bir anda geçiveren o günleri
anlatmalıyım diye düşündü, adam. " Siz buraların eski durumunu
biliyorsunuzdur, anlatır mısınız?" Bu soru şaşırttı adamı.
Gene aynı şeyleri düşünüyor olmaları, içinde sıcak bir esinti
oldu. Yuvarlak omuz başındaki parmakları kavrama konumuna
geçti. Ayrımında olmadan. Konuşmaya başlamadan, önündeki bardaktan
bir yudum su içen konuşmacının doğallığı içinde omzundaki
saç kümesinden öptü." Buralar hep bağlıktı. Dikmen bağları
.. |
Kızılay ve Güven Parkları
1937
|
Ama Ankara'nın diğer bağlarına
pek benzemedi. Esat, Seyran, Bal kiraz, Etlik bağları daha
verimli topraklardı. Burası yüksek ve taşlık olduğundan yoksullar
otururdu. Evler çok seyrekti. Kayalık, çalılık hazine arazisi
çoktu bağlar arasında. Bu evin sahibini tanırdım. At pazarında
tuzculuk yapardı. Kaya tuzu getirirdi Tuz Gölü'nden. Babamın
asker arkadaşıydı. Kelibin Durmuş derlerdi. Babası kasabanın
namlı hırsızı imiş. Askerden gelirken burada kalmış. Bir hemşehrisinin
yanında iş bulmuş ve sonra kendi işini kurmuş. Babam çok iyi
tanırdı. Evde sözü çok sık geçerdi.
|
Hacıbayram Caddesi
1929
|
Babasının
geçmişinden utandığı için köyüne dönememiş alış-verişinde
çok dürüst olduğu söylenirdi. Nefis ağaçlar vardı. Her yaz
gelirdik. Çok severdim burasını. Kuyudan tulumbayla su çekmeye
bayılırdım. Küçük bir havuzu vardı. Onu doldurur içinde çimerdik.
Durmuş ağa öldükten sonra kardeşleri imam nikahlı karısına
huzur vermediler. Çocuğu da yoktu. Çekti köyüne gitti. Bu
arada kardeşlerden biri burayı gazino yapmaya kalktı. Beceremedi.
Kardeşler birbirine durdu. |
Ulus Meydanı
1937
|
Bu
arada gecekondulaşma buralara kadar sıçrayınca , yukarıda
taşocağının altında ev yapanlar bir gecede talan etmişler
burayı. Şu üstünde oturduğumuz taşlar biraz küçük olsaydı
onları da bulamazdık burada." Aşağıda, yoldan geçen araçların
homurtusu, özellikle yokuş çıkan kamyonların , gecenin sessizliğinde
adamın sesini bastırıyordu. Kamyon homurtularının çoğaldığı
bir anı denk getirip iki sigara çıkardı. Bedenine yaslanan
ince bedeni oynatmamaya dikkat ederek, yaktı. |
Hacettepe Parkı
1939
|
Tekini
pembe dudaklara uzattı. Parmaklarının ucunda ılık bir esinti
dolaştı. Kendini bedenine yaslanan sıcaklığa bıraktı bir süre.
Derin bir nefes çekti. Ciğerlerini dolduran dumanı mutlu bir
sesle üfledi. Kafasının içinde anılar yer kapmaya uğraşan
ilkokul öğrencileri gibi itişmeye başlamıştı. Çocukluk günlerinden
bu yana yaşadığı Ankara'yı anlatmak istiyordu. Kasabanın tozlu
yollarından gelip, ayakkabılarını çıkararak asfalta yalınayak
basan, babasına dönüp "burada adamın ayağına hiç diken batmaz"
diyen çocuğu, babasının ve ablasının gülmelerini anlatmak
istiyordu.
|
Gar ve Çevresi
1939
|
Nedense
belleğinde, delikanlı günlerinde dört arkadaşıyla bir bağ
evinde geçirdikleri gece canlanıyordu. Neyi anlatacağının
kararsızlığında uzayan sessizlik canını sıktı. Telaşla "Burada
evler seyrek olduğu için hovardalarca çok sevilirdi. Eskiden
faytonla gelinirmiş. Ben o dönemi yaşamadım. Anlatılanlardan
öğrendim. Bizim gençliğimizde taksiyle gelinirdi. Dolmuş,
otobüs de çalışmazdı buralara |
Hisarönü
1900'lerde
|
" Adam gülümseyerek " hıh hıh benim
de delikanlı günlerim olmaz mı ?" Sigarasını taşa bastı. İki parmağının
arasından fırlattı. İnce parmakların arasında duran izmariti de
aldı. Aynı hareketle fırlatacakken, durdu bir nefes çekti fırlattı.
"Sigaranın filtresinde olsun birleşti dudaklarımız" diyemedi bunu.
İçinden geçirdi. Aklına böyle bir düşünce geldiği için kızdı kendine.
Aklı ile bedeni arasında için için süren kavgayı tüm ağırlığıyla
duyumsadı. Soğuk bir ter boşandı tüm bedeninden. Kendini toparlamak
için konuşmaya sığınmak istedi. Söze nereden başlayacağını bilemedi.
Biraz önce içinden geçenleri söyleyip söylemediğini düşündü. Kesin
bir şey anımsamadı. Biran söylemiş olabi1eceğinin telaşına kapıldı.
Yeniden bir ter boşandı. Biran sarılıp öpmek geldi içinden. Bir
seyrimeyle titredi bedeni. "Titriyorsunuz, siz de üşüdünüz" dedi.
Narin parmaklarını adamın sırtında gezdirirken."Benimki üşümekten
değil" dedi boğuk bir ses. Sesinin tonunu beğenmedi. Teri arttı.
Narin parmaklar adamın ensesinden saçlarının arasına girdi. "Siz
terlemişsiniz" derken sesinde önleyemediği bir titremeyi adamın
ayrımına varıp varmadığını düşündü. Engelleyemediği ses titremesinden
utandı. Utancı tere dönüştü. Saç diplerinden fışkıran terle bunaldı.
İnce uzun parmaklarıyla saçlarını havalandırdı." Beni de ter bastı''
dedi. Adamı hayran bırakan bir açık yüreklilikle. Adam üzerinden
bir yük kalkmışçasına erinçle soludu." Biz buraya niye geldik,
içgüdülerimiz bizi nereye getirdi? Sana kırk beş yıldır yaşadığım
bu kentin, artık kimsenin önemsemediği güzelliklerini gösterecektim.
o güzellikleri birlikte yaşayacaktık. Oysa şimdi yalnızca senin
güzelliğini yaşamak isteğiyle doluyum. Bu güzel gecenin etkisiyle
olsa gerek bastıramadım, duygularımı. Şimdiye dek açıklanmamış
da olsa benzer duygular taşıyoruz. Yanlış mı, doğru mu ? Hiç düşünmedim.
Bir tek şey biliyorum: çok güzel bir duygu. Bıraktım kendimi,
enini sonunu düşünmeden yaşamak istiyorum." Bunların hiçbirini
söyleyemedi, adam. İçinden geçirdi. Çok saçlı başın içinde de
benzer konuşmalar geçiyordu. " Tanıştığımız günü anımsıyor musunuz
?" "Nasıl anımsamam. Gün, saat, yer söyleyebilirim" "Ah, unutuyordum
sizin güçlü belleğinizi." "Belleğin gücü değil unutturmayan, olayın
güzelliği." "Ben sizi şair sanıyordum. Yönettiğiniz birkaç şiir
gününde izlemiştim. Sonra o resim sergisinde ressamla konuşmanıza
kulak dinleyicisi olmuştum. Ressamın size "Reis sen bu resmi çok
iyi eleştirdin" deyişinden resim eleştirmeni olabileceğinizi düşünmüştüm.
Çaktırmadan sizi izledim. Konuşmalarınızdan sonra resimlerden
başka bir tat almaya başladım. itiraf edeyim: O anda sizinle tanışmak
karşı konulamaz bir istek oldu. Volim sözcüğünü ben sesle ilgili
sanırdım. Resimsel bir anlamı olduğunu ilk kez sizden duydum.
Dayanamayıp konuşmanıza girmiştim. " İzninizle sizi dinleyebilir
miyim? Çok yararlı oluyor benim için." dediğimde dönüp bana bakışınızı
hiç unutamam. Öfkeli bir şaşkınlık vardı. ''Nereden çıktı bu da
der gibi "Resim öğrencisi olmadığımı ekonomi okuduğumu duyunca
şaşkınlığınız daha da artmıştı. Resimle ilgili sorularıma ne kadar
anlaşılır yanıtlar vermiştiniz. O iki saatlik konuşmamızda çok
şeyler öğrendiğimi daha sonra gezdiğim sergilerde anladım. Zaten
sizden çok şey öğrendim. Her konuda söyleyecek bir şeyiniz var."
"O zaman konumuza dönelim biz istersen ?" dedi adam. Yanıt beklemeden
de sürdürdü konuşmasını."Kral yolunun da İpek Yolunun da en önemli
konaklarından biriydi burası. Kayseri, Kırşehir yolu buradan girerdi
kente. Bol dönemeçli at arabası yolu kıvrıla kıvrıla aşardı tepeleri.
Gölbaşı yolu çok tehlikeli dönemeçlerle doluydu desem kimse inanmaz.
Şimdi beş dakikada çıkılan yokuş eskiden en az kırk dakika sürerdi"
" Hoş şimdi arabalar da çok hızlandı eskilere göre." Konuyu dağıtıyoruz
dedi içinden'' Derin derin soludu gecenin laciverdine. Ankara'nın
Başkent oluşunun İstanbul da yarattığı şoku düşünebilir misin?
Büyük bir düş kırıklığı yaşamış ''Der Saadet'' İstanbul'un pek
çok adı vardır. Der Saadet de bunlardan biri. Saadet kapısı, mutluluk
kapısı. Yüzyılların başkenti dururken bozkırda irice bir kasabayı
başkent yapmak düşüncesi bile uslarının kıyıcığından geçmemiştir
İstanbulluların. Düşman ülkeden kovulunca Meclisi Mebusanı toplayıp
İstanbul'a gelecek diye beklerlerken, Mustafa Kemal Ankara'yı
Başkent yapıp yeni Devletin temellerini o Bizans kokuşmuşluğundan
uzak tutmak istemiş. İstemesine istemiş de , o kokuşmuşluğu bütünüyle
ortadan kaldıramamış. Ben yeni devletin gelişmesiyle Ankara'nın
gelişmesi arasında bir örtüşme bulurum. Cumhuriyetin ilk yıllarının
heyecanı içinde yeni kurulan bir devlet ve çağdaş bir Başkent
yaratma çabaları. Ben o dönemin dergilerini, gazetelerini karıştırmayı
çok severim. Her ne kadar tek parti döneminin resmi ideolojisini
de yansıtsalar çocukça bir heyecan gizlidir, o tumturaklı bildirilerin
satır aralarında. Bin dokuz yüz elli seçimlerinden sonra karşı
devrimciler yavaş yavaş su yüzüne çıktılar. Atatürk devrimlerini
orasından, burasından tırtıklarken. Bir yandan da kenti tırtıklamışlar.
Çevresinden gecekondular, ortasından beton yığınları. Bir de modernleşme
adına eski dokuyu ortadan kaldırma. Ulucanlar en eski çarşılardan
biri idi. Kalenin bitiminde. Ana cadde açmak uğruna yok edildi.
Hacettepe denince şimdi Üniversite geliyor akla. Oysa Hacettepe
İstanbul'un Kasımpaşa'sı gibi külhanbeyi bol bir semtiydi Ankara'nın.
Üniversite yapıyoruz diye yok ettiler koskoca bir mahalleyi. Hiç
unutamam, bir havuz vardı Hacettepe'de. Hani Tandoğan meydanındaki
havuzun içindeki heykel kümesi o havuzdaydı vaktiyle. Napoli Belediyesinin
Ankara kentine armağanı imiş o heykel. Eski kartpostallarda Kızılay
da bir havuz içinde görülüyor. Kaç yer değiştirmiş. Şimdilerde
Belediyenin park bahçeler müdürlüğü bahçesinde yerlere atılmış
duruyor. Sanmam bu yönetim o güzel heykel kümesini değerlendirsin.
Ankaray istasyonunu bahane edip havuz kaldırıldı. Yerine de o
devasa Demlik konuldu. Devrimlerdeki yozlaşma kentteki yozlaşmayla
örtüşüyor böylece." Ben bu Kentin en güzel zamanını yaşadım. Hatip
çayında yüzdüm. Akköprü de balık avladım. Şimdi buralar lağım
taşıyor. Hele İncesu. Lise yıllarında Seyranbağların'da bir bağ
evinde otururduk. Yürüyerek gider-gelirdik okula. İncesu deresinin
kenarından. Pırıl pırıl bir su akardı. Önce üstünü kapattılar,
sonra yatağını değiştirdiler, Metro nedeniyle. Bu olayın acısını
duyan bir dost İncesu deresi için bir dörtlük yazmış :
"MAVİMİ ÇALDINIZ ÖNCE SONRA GÖKLERİMİ
SÜRGÜN ETTİNİZ ÖLÜLER ÜLKESİNE
KENDİ SUYUMDA KENDİMİ BOĞDUNUZ
SİZ KİRLETTİNİZ TEMİZLENİRKEN BENİ" (Ümit SARIARSLAN)
Şimdi , İncesu neresi desem
bilmezsin "Adam sustu. Soluklandı. Bu denli uzun konuştuğu için
sıkmış olabileceği geldi usuna. Kendisi sıkıldı gevezeliğinden.
''Çok mu sıktım, bu gereksiz ayrıntılarla" Sorarken eğildi saç
kümesinin gizlediği yüzden gözleri aradı. Karanlıkta ışıl ışıldı
"Sıkılmak mı, eve gitmek gibi bir zorunluluk olmasa sabaha dek
dinlerdim sizi. Öyle güzel anlatıyorsunuz ki. Bu kentin yaşamını,
acılarını tüm benliğinizde taşıyorsunuz. Peki bunca yanlış yapılırken
siz ve sizin gibi düşünenler hiçbir şey yapmadınız mı? ''Durun,
ne yapıyorsunuz diyen olmadı mı?" ''Eve gitmek" sözü bir kıymık
gibi battı adamın içine." Saat kaç oldu acaba" dedi içinden. ''Çakmağınızı
yakın da saate bakayım"dedi. "Gene aynı şeyleri düşünüyoruz" derken
çakmağı yaktı. "Aaa çok geç olmuş, gidelim" dedi, telaşla. Adam
duvardan attı kendini. Döndü koltuk altından kavradı ince bedeni.
"Ben inerim, lütfen" dedi. Aynı telaşlı ses. Duymamış gibi, çekti
oturduğu yerden, göğsüne aldı. Göğsün de tuttu birkaç saniye,
yavaş yavaş kaydırırken yere, bir ateş sardı tüm bedenini. Ayakları
yere değdiği anda koltuk altlarında yanan parmakları yavaşça beline
kaydı, dolandı ve ayakları yerden kesti. Dudakları saçlara takıldı
"Ne çok saçın var" dedi. Dediği anda da pişman oldu. Kızdı kendi
kendine. Böyle anlarda en ilgisiz söz çıkardı dudaklarından. ''Lütfen
yapmayın. Çok zor olur ayrılmamız" dedi fısıltıyla. İnce narin
parmaklar adamın omuzlarında itmekle sarılmak arası bir ikilem
içinde. Adamın kolları gevşedi. Yere bırakırken saçlarının içine
gömdü yüzünü. Derin derin soludu. Karanlıkta, tepeden inmeleri
uzun sürmedi. İkisi de içinden konuşuyordu. Adam "iki sorusu yanıtsız
kaldı" derken içinden, kız paniklemiş olmasına kızıyordu. Bedenlerinin
dokunuşundaki tatlı ürperti ikisinde de bir suskunlukla sürüyordu.
Adam ısrar etmenin yanlışlığını biliyordu. Yumuşak görünüşün altında
keçi gibi bir inadı tanımıştı. "Keçi burcunda doğmuş kelebek"
diyordu. Gülerek kabullenmişti bu adı. "Çok sevdiğini" kendi kendine
kaç kez yinelemişti. Yanından ayrılırken özlemeye başlıyordu.
Beraberliği kendisi de çok istediği halde niçin karşı koyduğunu
bir türlü bilemiyordu. "Lütfen yapmayın." dediği anda bin pişmanlık
çöküyordu içine. Israr edilsin istiyordu. Oysa gayet munis bir
şekilde olumsuz tepkiyi alır almaz kolları bedeninden çözülüveriyordu.
Suskun yürüyüşü adam bozdu : "Seni üzecek bir şey olmadı değil
mi ?" Sesinde belli bir endişe vardı. "Ah hayır" dedi ürkekçe,
ekledi "Ben sizi kırdım mı?" Adam durdu. Uzandı bileğinden yakaladı.
Kendine çekti.
Asfalta indiklerinde adamın kolu
kızın belinden isteksizce çözüldü. Arabanın yanına geldiğinde
camın kırıldığını, koltuğun üstünün cam kırıklarıyla dolu olduğunu
gördü. Kapıyı açtı. Koltuğun altına uzandı. Bir fotoğraf makinesi
ile el çantasını çıkardı. "Neyse bunları bulamamışlar " dedi.
Camları dışarı döktü. Arka koltuğun üstünden bir battaniye çekti.
Ön koltuğa örttü."Cam kalmış olabilir " dedi. "Arabayı çalıştırırken
" Bu alet de bozuktu zaten " dedi, eliyle çalınan teybin boşalmış
yerini gösterirken.
Uğur BİLGE
|