Fotoğraf
dernekleri; çok sayıda amatör fotoğrafçının, fotoğrafı ya
da daha doğrusu, fotoğraf ile ilgili ön bilgileri öğrendiği
yerlerdir kuşkusuz. Fotoğrafla beraber nelerin fotoğrafının
çekileceğini / çekilemeyeceğini de öğrenirler. Öğrenirler
derken, yani başkaları en çok ne fotoğrafı çekiyor ise onlar
da o konulara yönelir. Hoca dedikleri kişiler nelerin fotoğrafını
çekiyor ise veya gösteri ve sergilerde en çok ne tür fotoğraflar
görüyorlarsa ya da yarışmalarda en çok hangi tür fotoğraflar
pirim yapıyor ise o tarz fotoğraflar çekilmeye çalışılır.
Böylece, fotoğrafa yeni başlayanlarda, hiç konu sıkıntısı
çekmeden kendilerinden önceki fotoğrafçıların çektiği, benzer
konulara yönelir. Ve fotoğraf çekmek için sanki, mutlaka
uzak diyarlara gitmek gerektiği bellenir.
|
Zaman
içinde bazı kişiler konu sıkıntısı çekmeye başlar. Ve
arkasından arayışlara girer… Diğerleri hiç konu sıkıntısı
çekmez. Çünkü dernekler bir diğer yönü ile turizm firmalarından
farksızdır. Neredeyse hemen her hafta sonu ve bütün
tatillerde, yurdun dört bir yanına geziler düzenlenir.
|
Böyle giderse bir kaç yıl sonra ülkenin fotoğrafı çekilmeyen
bir karış toprağı kalmayacak. (Belgelemek, tanıtmak ya da
anlatmak demiyorum.Yalnızca fotoğraflamaktan bahsediyorum.
Gezi fotoğrafından da söz etmiyorum). Bu gezilerin arkasından
da gösteriler / sergiler yapılır. Fotoğrafçılar için, ama
özellikle fotoğrafa yeni başlayanlar için bu sergi / gösteriler
oldukça önemlidir. Çünkü ürettiklerini başkaları ile paylaşmak
ve üzerinde konuşmak, emeklerimizin ödülü olmakla birlikte,
aynı zamanda öğrenmenin en iyi yollarından biridir.
|
Derneklerdeki
amatör fotoğrafçılar arasında, fotoğraf çekmek için
mutlaka gezmek gerekirmiş gibi yaygın bir anlayış vardır.
Sanki, yaşadığımız yerin ne kadar uzağına gidersek o
kadar iyi fotoğraf çekeceğimizi sanıyoruz.
|
Ya da fotoğraf
makinemizi her gün yaşadığımız yerlere, sokağımıza, evimize
veya birlikte yaşadığımız insanlara çevirmekten korkuyor
muyuz? Yoksa çevremizi ve etrafımızdaki kişileri fotoğraflamaya
değer görmüyor muyuz?
|
Bazen
de kendi kendime şunu soruyorum. "Acaba, fotoğraf çekmek
için mi geziyoruz, gezmek için mi fotoğraf çekiyoruz?"
Bu sorunun cevabını bilemiyorum. Ama bu soruyu, derneklerdeki
pek çok amatör fotoğrafçının kendi kendine sorması gerektiğini
düşünüyorum.
|
Hatta şunu da sormalılar
kendilerine bence. Tanımadığımız ve bizi de tanımayan insanları,
yaşamlarını, onlardan izinsiz olarak fotoğraflamak ve fotoğraflar
ile başkalarına anlatmaya çalışmak, ahlaksal açıdan ne kadar
doğru acaba?
|
Yine
düşünmemiz gereken, acaba, yanıbaşımızdaki çocuklardan,
kendi çocuklarımızdan veya yeğenlerimizden daha çok
fotoğrafını çektiğimiz, gezerken objektifimize takılan,
köyde, kenar mahallede ya da sokakta yaşayan çocukları
daha ilginç kılan, onların sefaleti mi?
Seyahatlerimiz sırasında
yol kenarlarında gördüğümüz yaşlılar, yıkık dökük kapılar
önünde duran veya pencerelerden bakan insanlar, anne
babalarımızdan ve arkadaşlarımızdan daha mı fotojenikler?
|
Etrafımızdaki,
tanıdığımız, bildiğimiz insanlar niye uzaktakiler kadar
ilgimizi çekmiyor?
|
Fotoğraf
eğer "bireyin kendini ifade etme ve bir şeyler anlatma
araçlarından / yöntemlerinden" biri ise, "yani bir anlatım
dili ise"en iyi anlatacağımız konu da en iyi bildiğimiz
konu değil midir? Neden bilmediğimiz, tanımadığımız
yerleri ve insanları fotoğraflamaya uğraşıp duruyoruz?
|
Ve
bazılarımız bunu, belgelemek, tanıtmak hatta bilgi vermek,
oraları ve o insanları anlatmak amacıyla yaptığımızı iddia
ediyoruz. Hakkında hiç bir şey bilmediğimiz, bazen ilk kez
gördüğümüz yerleri ve oralarda yaşayanları nasıl belgeleyip
yeterince anlatabiliriz ki. Bunu anladığımı pek söyleyemeyeceğim…
Fakat fotoğrafı çekmeyi böyle görmüyorsak; gezerken gördüklerimizi
not almak ve dönünce dostlarımız ile paylaşmak gibi yaklaşıyor,
bu amaçla fotoğraf çekiyorsak. Fotoğraf gördüklerimize tanıklık
ediyor diyorsak. Paylaşım aracı olarak algılıyorsak eğer,
durumun daha farklı olduğunu düşünüyorum. O zaman gezmek
ve fotoğraf çekmek gibi hepimizin büyük keyif aldığı ve
hayatımıza anlam katan, birbirini besleyen bu güzel iki
uğraş bazen gördüklerini paylaşma ve bazen de öğrenme ve
öğrendiklerini paylaşma aracı olmaktadır. Buna da kimsenin
itirazı olmayacaktır.
Oysa
fotoğraf derneklerinde durum hiçte böyle değil. Amatör fotoğrafçılar
gezdikleri, gördükleri yerleri, sadece bizlere de göstererek
paylaşmak gibi, gayet masumca bir niyetle yapmıyorlar sergi
veya slayt gösterilerini. Büyük iddialarla, "falanca yerin
belgeseli" "filanca yerde yaşam" gibi sloganlarla sunuyorlar,
molalarda ayaküstü, (çoğunluklada öğle sıcağında) çekilmiş
fotoğraflarını. Ayrıca, fotoğrafta bir yerler gelmiş, yıllarını
vermiş fotoğraf sanatçılarının ürünlerine benzetmeye çalışılan
kompozisyonlarda başka bir mesele. Taklit öğrenme aşamasında
bir yöntemdir. Artık sergi veya gösteriler ile çalışmalarınızı
sunmaya başlayacak bir aşamaya geldiğinize inanıyorsanız,
taklit döneminin çoktan geçmiş olmanız gerekmiyor mu?
Tam bu noktada neden fotoğraf
çektiğimizin, amacımızın ne olduğunun iyi sorgulanması ve
belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Fotoğrafın ve fotoğraf
çekmenin bizim için ne anlam taşıdığını iyi bilmek gerekiyor
bence. Niyetimiz fotoğraf ile bir şeyler söylemek, seyredene
bir şeyler göstermek yada anlatmak ise, fotoğraf çekmek
için gezmek gerekmez. Anlatmak istediğimiz konuya bağlı
olarak her yerde ve her zaman fotoğraf çekebiliriz. Tabi
gezdiğimiz yerleri ve gördüklerimizi anlatmak ise amacımız,
o zaman sadece göz ucu ile bakıp geçtiğimiz yerleri fotoğraflamak,
anlatım için yeterli olmaz gibi geliyor bana. Daha çok zaman
ayırmalı diye düşünüyorum. Anlatabilecek kadar iyi tanımak
gerekmez mi, gezdiğimiz yerleri ve gördüğümüz insanları?
Bence fotoğrafını çekeceğimiz konuyu tanımak, çekim yapacağımız
ortamı keşfetmek, ışık şartlarını hesaplamak ve biraz düşünerek
çalışmak için ayıracağımız zaman ve para, aslında, acele
ile çektiğimiz fotoğraflar ile boşuna harcadığımız (ve üstelik
hiç kullanamadığımız) filmlerin / fotoğrafların sayısını
da düşürecek ve ayrıca da fotoğraflarımızın niteliğini her
açıdan yükseltecektir.
Peki görüntülerle dolu bir dünyada yaşarken, gezmeden, sürekli
yaşadığımız, aynı yerlerde fotoğraf çekecek konular bulabilir
miyiz gerçekten" diye sorabilirsiniz. Özellikle de fotoğrafa
yeni başlayan ve konu sıkıntısı çekenler böyle düşünebilir.
Oysa çevremizdeki konu zenginliği, bizim düşüncelerimiz,
anlatmak istediklerimiz, hayal gücümüz, bildiklerimiz, bilmediklerimiz,
gördüklerimiz, (vs. vs.) ve fotoğrafta hedeflediklerimizle
sınırlı olabilir diye düşünüyorum. Örnek mi istiyorsunuz?
Yaşadığınız bir gününüzü fotoğraflamayı hiç düşündünüz mü?
Ya da üst kattaki komşunuzu, mahalle bakkalınızı, arka bahçenizdeki
kedileri, annenizi, babanızı, akrabalarınızı, apartmanınızın
kapıcısını, evinizin içini veya kapınızın önünü fotoğraflarla
anlatmayı hiç düşündünüz mü.
"Kapının önü" deyip
geçmeyin. Kapının önü bizim evden çıkıp dünyaya açıldığımız
ilk adımdır. Bizi şehre götüren ilk basamak. Kapının önünde
neler yoktur ki. Komşular, sokaklar, sokak satıcıları, çöpçüler,
bekçiler, sucular, tüpçüler, çocuklar, kapılar, merdivenler,
geceler, gündüzler, sabahlar, akşamlar, arabalar, hayvanlar,
dostlar, düşmanlar, bakkal, manav, diğer binalar, gökyüzü,
insanlar, vs. vs. ve tekrar vs.
Gördüğümüz gibi sadece "kapının
önü" tek başına konu olabileceği gibi, altında daha pek
çok yeni konudan da söz edilebilmektedir. Bilmediğimiz uzak
şehirlerdeki ahşap kapıları, onların önündeki tanımadığımız
insanları anlatmaya kalkışmak yerine, her gün birkaç kez
girip çıktığımız, her taşının ve paspasının altını bildiğimiz
kendi kapımızın önünü, uzun zamandır tanıdığımız bu kapının
önünden geçen insanları, daha yakından gördüğümüz bu kapının
önündeki yaşamı fotoğraflarla anlatmaya ne dersiniz? Belki
de fotoğraf makinemizi önce, en iyi bildiğimiz ve tanıdığımız
insanların yaşamına çevirmeye, yani kendimize çevirmeye
ne dersiniz? Bu biraz cesaret istiyor belki. Belki de tanıdığımızı
sandığımız ve hatta kanıksadığımız etrafımız bize çok uzakta
olabilir. İyi bildiğimizi sandığımız yakınımızdaki insanlar
bize yabancıdır aslında belki de. Düşünemeyeceğimiz kadar
renkli ve ilginçtir belki çevremiz, etrafımızdakiler veya
kapımızın önü. Ne dersiniz?
İşte size bir örnek. Benim kapımın önünden birkaç görüntü.
Bu çalışma toplamı yaklaşık yüze yakın siyah / beyaz fotoğraftan
oluşmaktadır. Bu görüntüler slayt gösterisi olarak Haziran
1999 tarihinde FSK'da sunulmuştur. Eğitim çalışmalarına
ve "ne çekeyim" diye düşünenlere örnek olması için yapılan
ve başka hiçbir iddia taşımayan bu gösteriden sonra konu
üzerinde söyleşi ve tartışma yapılmıştır. Bu konuda bir
şeyler söylemek, düşüncelerinizi paylaşmak veya tartışmak
isterseniz ben duymaya hazırım...
Hafize KAYNARCA
Amatör Fotoğrafçı - Öğretmen
Ana Sayfa
|