Zamanımızın labirentleri orjinallik içeren yaratıcılık krizlerini
tutsak etmiş durumda gibi gözüküyorlar. Mücadeleye ve rekabete dayalı
hayat tarzı hümanist kriterleri alt üst etmiş durumdadır. Biricik
olanı, biricik olmaktan çıkaran o denli şey var ki, bu ortamda oluşan
kaos'un sonuçlarını önümüzdeki yüzyılda göreceğiz. Nasıl ki Aura'nın
parçalanması ilk önce 20.yüzyılın kültür sanat ve sonrasında yaşam
tarzında radikal değişikliklere sebebiyet verdiyse ve kitsch'i belirleyici
kıldıysa, eklektik görüntü belleği de gelecek zamanın ütopyalarının
ve realitelerinin kaynağı olma sorumluluğuyla karşı karşıyadır.
Önümüzdeki zaman dilimine ilişkin spekülasyonlarda bulunabilmek
için serüvenin başına bakmak zorunluluğumuz vardır. Bu, tarihin
yapraklarında nostaljik bir gezinti olmayıp veya Adorno'nun yaklaşımıyla
"geleceğin geçmişine yaktığı bir ağıt" değil, yeni dil yetilerinin
deşifrasyonuna olan ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır.
Fotoğrafın bulunması bu anlamda zihinsel yeniden yapılanmanın
rönesanstan sonraki orjinini teşkil etmiştir. Barthes'ın yaklaşımı
da bu tezi doğrular niteliktedir. "Mit biçiminde olmadıkça, geçmiş
ve tarihe inanmaya karşı umutsuz bir direncimiz olduğunu düşünüyorum.
Bu dirence ilk kez fotoğraf bir son verebiliyor." (1) Aura'nın
alenileştirilmesi belleğin yarattığı imitasyon ürünlerini görsellikle
nesneleştirmiştir, somutlaştırmıştır. Böylelikle 19.yüzyıl, fotoğrafın
bulunmasıyla birlikte ütopyaları realiteleştiren sürpriz sonuçlar
ortaya çıkarmaya başladı. Bu daha önceden şiirin zihinlerde yarattığı
ve kişiden kişiye değişebilme gücüne sahip simülatif görsel hazları,
fotoğrafla birlikte aşina ve standardize edilmiş estetik biçimlere
dönüştürdü. Şiirin genel yapısı anlamsal kaoslar yaratırken ve
hatta bu kaosların görsel argümanlarını zihinsel kurguya zorladığımız
halde, fotoğrafın görselliğindeki yoğunluk ve yalınlık arasında
gidip gelmeler neticesinde ortaya çıkan hedo, fotografik şiirselliğin
ortaya çıkış sebebidir. Baudrillard'ın dediği gibi "Fotoğrafı
şaşırtıcı gücü, yazının gücünün çok ötesinde. Bir metin ender
olarak, fotografik nesnenin (gölge, ışık ya da malzemenin) aynı
andalığı, aynı somutluğu ve aynı büyüleyiciğini gösterebilir".
(2) Fotoğraflarda, görünenlerin ardındakileri irdelemeye başladığımızda
şiirsel irrealite de ortaya çıkmaya başlar. Nedeni ise ansal muhasebeler
bittikten sonra, tutkuların izin verdiği ölçüde hayal gücü dünyasında
retrolar başlamıştır. Artık görünen değil, görüntünün belleğimizdeki
iz düşümlerinin idealiteleri belirleyicidir. Fotografik nesnenin
lojistik unsurları olan bu dönüşümler olağandışı şiirsel bir söylem
yaratır. Sartre'ın dediği gibi "Fotoğrafın görüntü bütünlüğü,
okumanın görüntü kıtlığına denk düşmüştür." (3) Şiirin görselleştirme
ütopyasını gözönünde bulunduran ve üslubunu ona göre biçimlendiren
Borges, şiirlerinde sınır tanımayan görsel panoramalar yaratmak
ister gibidir. Onun yarattığı bu vizyon, fotografik nesnenin zamanımızdaki
her türlü ideolojik ve politik kullanımının çok ötesine geçmiştir.
Çok daha nötr'dür, çünkü onun derdi yaşamın paradokslarından çok,
yaşama ait fantazyalar yaratmaktır. Tıpkı fotoğraflarda olduğu
üzere objektiviteden hareketle subjektif yorumlara gidiliyor.
20.yüzyılda yazının görüntüyle olan rekabetinde biraz geri planda
kaldığını düşünürsek ve buna rağmen Borges'in, görüntünün yaşam
standartlarımıza tekel kurmaya yöneldiği bir dönemde starlaşması,
yarattığı görsel şiirsel vizyonun biricikliğinden kaynaklanıyor
olsa gerek.
Şiir görmeyi öğrenmenin en önemli araçlarından biridir. İrreel
bir boyuttan, idealitenin el verdiği ölçüde gerçekliğe ilişkin
görüntüler inşa etmeye çalışır. Nazım Hikmet'in şiirsel görselliği
bu yargıya varmamızın nedenlerinden biridir. Bunun böyle olduğunu
İsa Çelik de teyit ederek şöyle demiştir: "Nazım'ın şiirlerinde
dehşetli bir görsellik vardır." (4) Bu düşünceden hareketle Nazım
Hikmet'in kitap kapaklarından oluşan bir fotoğraf sergisi açmıştır.
Nazım'ın görselliğine atıfta bulunmak için "İnebolu" (5) isimli
şiirinden küçük bir pasaj okumak istiyorum.
Sisli Vadileriyle rüyalı Anadolu
Görüyorduk uzaktan dereye giden yolu
Sağ yanında bir çayır, solda çam ağaçları
O kadar yakındı ki dağların yamaçları.
Şiirin satırlarını okurken, Fikret Otyam'ın 1960'lı yıllarda
Güneydoğu Anadolu'da gerçekleştirdiği foto-röportaj dizileri akla
geliyor, daha yakın zamanlara geldiğimizde Sami Güner'in yurdumuzun
çeşitli yönlerine ilişkin manzaralarını hatırlıyoruz.
Fotoğrafın zaman üzerindeki ipoteği, daraltılamayan veya genişletilemeyen
fiziksel bir süreyle sabitken, şiirsel devinimin yarattığı görsel
panorama mekanize edilmiş bir süreci kapsamaz. Yaşanmış veya yaşanmaya
açık olaylar hakkında verilen hükümlerin tarihsel birikiminin
bir sonucudur. Yukarıdaki dizeleri bu bağlamda yorumladığımızda
görüntünün yavaş yavaş belirmesi gayet normaldir.
Konuya bir başka açıdan yaklaştığımızda da çok farklı noktalara
gitmeyiz. Salgado'nun, Capa'nın veya F.S.A. bünyesinde ortaya
konan fotografik yorumlarda ki bu örnekleri çoğaltabiliriz, şoklar
yaşayabilmekteyiz. Bu fotoğrafçılar eşyanın tabiatında gizli olanı
ortaya çıkararak yani nesnelerin işlevselliği sırasındaki estetik
yanı yakalayarak bizde homojen olmayan duygu ve duyarlılıkların
ortaya çıkmasına sebebiyet verebilmektedirler. Fotografik sanatsal
dışavurum artık gerçekliğin taklidi olmaktan çıkıp, Satrevari
bir yaklaşımla gerçekliğin kendi başına inşa edilmesi teşebbüsü
olarak değerlendirilmiştir. İşte bu noktada birer sanatsal ifade
aracı olan fotoğraf ile şiiri buluşturmamız mümkündür. Martin
Heidegger'e göre "Şiirin özü Hakikat'in kuruluşudur."(6) demiş
ve ekleyerek "Sanatın özü yazındır, yazın'ın özü ise Hakikat'in
temellendirilişidir." (7) Buna göre fotoğrafın yarattığı irreel
bütünlüğün spekülasyonları da Andre Bazin'in yaklaşımıyla "Her
görüntü nesne gibi, her nesne de görüntü gibi duyulmalıdır". (8)
Çünkü somut olanla, yeniden inşa edilen Hakikat'in varyasyonları
şeklinde belirmektedir. Dolayısıyla düşünce panoraması da, görsel
bir disiplin bağlamında sonsuz olasılıkların içinden ötekinin
keşfine çıkarak, yazınla fotoğrafı konsensüse ulaştırmaktadır.
Bu işbirliği kaçınılmazdır, içinde bulunduğumuz zaman diliminde
yaşamı ancak bu voyeurist gözlemleme biçimi açıklamakta yetkin
gibi gözükmektedir. Böylesine bir oluşumun en önemli handikapı
ise düşüncenin manüpülatif tehditlere karşı savunmasız kalmasıdır.
İnsanlık tarihini, kendini dışavurabildiği oranda çözümleyebilmekteyiz.
Fotoğrafın icadına kadar tutkularımızın ifadesini en iyi bulduğu
yerlerden biri sözcüklerdi. Sonrasında ise çevrim gerektirmeyen
bir dünya dili olacak fotoğraf, bütün ifade biçimlerini taklit
ederek orjinaliteyi ne kadar parçaladıysa, kendi sıradışılığını
da o denli belirleyici kıldı.
Dipnotlar:
1- R.Barthes, Camera Lucida, Çev.Reha Akçakaya, İst., 1992, s.93
2- J.Baudrillard, Çev.H.Çetinkaya, Edebiyat Eleştirisi, 1995,
s.34
3- R.Barthes, a.g.e., s.96
4- Nilüfer Kuyaş, Milliyet Gazetesi, 21 Haziran 1997, s.21
5- Nazım Hikmet, Bütün Eserleri I, Dost yayınları, Ankara, s.29
6- Aktaran: Nejat Bozkurt, Sanat ve Estetik Kuramları, Ara Yayıncılık,
İst., 1992, s.235
7- A.g.e., s.235 8- Andre Bazin, Çağdaş Sinemanın Sorunları, Çev.
Nijat Özön, Bilgi Yayınevi, 1995, s.40