SON
BAHAR FOTOĞRAFLARI VE SANAL SERGİLER ÜZERİNE
Hafize KAYNARCA
Bu sayıda sizlere fotoğraf kitaplarının tanıtımı ya da
son gördüğüm fotoğraf sergilerinden söz etmeyeceğim. Bu yazıda
bugünlerde yaşadığımız mevsimle, “sonbahar” ile ilgili fotoğraflardan
ve artık sergi salonlarından ekranlarımıza taşınan “sanal sergilerden”
söz etmek istiyorum...
Geçenlerde evime giden yolda yürüyorum, birden içimde
garip bir hüzün uyandı. Ayaklarımın altında çıtırdayan yaprakların
sesi içimi kabarttı. “Şimdi şöyle ormanlık bir yerlerde olmak
vardı” dedim kendi kendime. Ağaçların altında, kurumuş yaprak
denizine çıplak ayakla basarak koşmayı nasıl canım çekti. Rengarenk
sonbahar renklerinden oluşan sararmış yaprakların tüm toprağı
kapladığı yamaçlarda yuvarlanmak, hatta belki sevgilinle el ele
romantik takılmak... Kendimi bu düşünceler içinde pek mutlu hissettim.
Ama bir taraftan da kaldırımdan değil de, kaldırımın kenarına
yığılmış sarı yaprakların üzerinden yürümeye çalıştığımı fark
ettim. Kendimi bastıkça ahenkle çıtırdayan yaprakların sesine
kaptırmıştım. Sanki bestesini sonbaharın, yorumunu kuru yaprakların
yaptığı ve seslendirdiği bir müzik eşliğinde yürüyordum. Etrafıma
hiç bakmamaya çalışarak, gözlerimi yalnızca yerdeki yapraklara
odaklayarak yürüyordum. Başımı kaldırınca ve etrafımdaki binaları
görünce büyü bozulacak diye korkuyordum. Kendimi bir ormanın içinde
hayal ediyor, yalnızca ayaklarımın altında çıtırdayan kuru yapraklardan
yarattığım kompozisyon karelerine bakıyordum. Ve karelerden onlarca
fotoğraf kuruyordum kafamın içinde...
Eve girince gözlerim sonbahar fotoğrafları görmek istedi.
Fotoğraflarımı karıştırdım. Ne acıklıydı, pek sonbahar fotoğrafı
çeken biri değilmişim meğer. Yalnızca bir iki tane fotoğraf çıktı
arşivden. Negatiflere baktım basılmamış sonbahar fotoğrafı sayısı
epeyce fazlaydı. Aklıma evde bulunan fotoğraf albümleri geldi.
Hemen onları karıştırdım. Nafile onların arasında da beni mutlu
edecek fotoğraflara pek rastlayamadım.
Aman tanrım, ne tuhaf bir durum... Canım sonbahar fotoğrafı
görmek istiyor. Nasıl açım son bahar görüntülerine. Etrafta sergi
var mı diye düşündüm ama hatırlayamadım. Tamam buldum. Yeni ve
eski fotoğraf dergilerine bakmalıyım dedim. Onların arasında mutlaka
vardır. Yanılmadım tabi ki. Dergilerin yaprakları arasındaki portfolyolar
da bir sürü sonbahar fotoğrafına rastladım. Rastladıklarıma büyük
bir açlık ve arzuyla bakmaya başladım. Ama bütün bu fotoğraflara
bakarken dışarıda yapraklara basarken aldığım hazzı alıyor muydum
acaba? Bu soruyu da kendime sormadan edemiyordum. Sonbaharda çekilmiş
bu güzel fotoğraflar açlığımı gideriyor muydu, yoksa ayak üstü
atıştırmak gibi öylesine idare mi ediyordu beni.
Başka bir deyişle bu fotoğraflar sadece sonbaharda çekilmiş
güzel fotoğraflar mıydı? Yoksa sonbaharı mı anlatıyorlardı? Sonbaharın
içimde uyandırdığı hüznü, keyfi, yalnızlığı, melankoliyi, ölümü
ve yeniden doğuşu, sararmışlığın, çürümüşlüğün verdiği acıyı,
anıların yükünün altında ezilişin piskolojisini, yüzünüze vuran
sonbahar esintisini, geçmişin asla geri gelmeyeceğinin bilinciyle
duyduğunuz derin pişmanlıklarınızı ve hep yeniden başlayabileceğinizin
müjdesini hissettirebiliyor muydu?
O göz kamaştıran yoğun güz renklerinin, ayaklarınızın
altında ezilen yaprakların ve kışın habercisi serin esen rüzgarın
hışırtısının size yaşattığı bunca karmaşık duyguyu bu fotoğraflar
yaşatabiliyormuydu.
Ama hazır bu kadar sonbahar krizine girmişken şöyle bir
tane fotoğrafı alsam da evimin duvarlarındaki fotoğrafların arasına
katsam diye düşünerek tekrar bakmaya başladım fotoğraflara...
Evet, evimin duvarında, her baktığımda bana güz mevsiminin
tüm gizemini, korkusunu, hüznünü ve keyfini hissettirecek bir
fotoğraf isteğine kapıldım. Şöyle çerçeveli, altında fotoğrafçısının
ismi ve imzası olan, baktıkça bende sonbaharı yaşatacak bir fotoğraf.
Bazılarına göre bu istek belki lüks belkide abestir. Ama gönül
bu istedi işte.
Onca fotoğraf baktığım halde hala kendimi sonbahar fotoğraflarına
doymuş ya da büyük keyif almış gibi hissetmedim. Hala yeni sonbahar
fotoğrafları görmek istiyordum. Aklıma bu defada internetteki
fotoğraf sergilerine bakmak geldi. Hemen bilgisayarımı açtım ve
fotoğraf sitelerini, sergileri gezmeye başladım. Burada da epeyce
sonbahar fotoğrafına rastladım. Tıpkı dergilerdeki gibi insanı
düşler alemine sürükleyen çok güzel fotoğraflar da vardı, sıradan
fotoğraflar da vardı.
Sanal alemde gerçek galerilerden daha çok fotoğraf sergisine
rastlamış olmak inanın beni biraz ürküttü. Bunun yanlış olduğunu
düşünmüyorum ve de eleştirmiyorum. Fakat bir taraftanda bilgisayarda
fotoğraf sergisi izlemek bana biraz garip geliyor. Galeride gözlerimle
yakından bakarak, üzerinde düşünerek, bazen ukalalık ederek, kimi
zaman eğer varsa fotoğrafçısıyla konuşarak ve gerçekten fotoğrafları
hissederek, yakınlık kurarak fotoğraf bakmak başka bir keyif.
Ekrandan bakarken aynı keyfi almak benim açımdam pek mümkün değil.
Hani sinema salonunda film izlemekle evde TV ya da bilgisayardan
film izlemek arasındaki fark gibi. Keyifli yanlarıda var, kötü
yanlarıda. Belki sevenler vardır evde ekrandan film ve fotoğraf
izlemeyi, ama ben hoşlanmadım. Benim sonbahar görüntüleri özlemimi/açlığımı
ekrandan fotoğraf bakmak pek doyurmadı. Hatta diyebilirimki dergilerden
izlediğim fotoğraflar, sergi salonunun keyfini vermese bile ekrandan
fotoğraf bakmaktan daha yakın ve keyifli geldi bana.
Birde sonbaharın üstümüzde zaten yalnızlık, hüzün ve melankoli
yarattığını düşünürseniz, sanal ortamda fotoğraf izlemek, insanı
kendinden iyice uzaklaştıran bir hale dönüşüyor. Hepten bunalım
içine düşmek içten bile değil. Oysa sergi salonları, galeriler
öylemi ya! Fotoğraflara bakarken birilerine çarparsınız, farkında
olmadan kendi kendinizle veya birileriyle konuşmaya başlarsınız.
Baktığınız fotoğrafın emülsüyonuna yakın olmanız sizi görüntüye
ve konuya yakın hissettirir. Böylece fotoğrafla daha kolay iletişim
kurabilirsiniz.
Yine de sanal sergilere haksızlık etmek istemiyorum. Çok
güzel fotoğraflar bulabileceğiniz bir sürü fotoğraf siteleri ve
galeriler var. İyikide varlar... Lütfen fırsat bulduğunuzda sizde
bir gezinti yapın buralarda. (Başka bir yazıda buralardan, beni
çok etkileyen bazı özel sergiler hakkında sizlere ayrıca yazacağım.)
Özellikle sanal fotoğraf dergilerinde yer alan portfolyalar bence
görülmeye değer.
Ama lütfen sanal aleme kaptırıp gerçek fotoğraf sergilerinden
ve gerçek fotoğraflardan uzaklaşmayalım. İçinde bulunduğumuz dönem
bizi zaten çaresizce yalnızlığa itiyor. Sanal alemde bunu iyice
pekiştiriyor. Teknolojinin bizi birbirimizden ve gerçek görüntülerden,
gerçek duygulardan ve yaşamın içinden koparmasına izin vermeden
fotoğrafın hayatımıza kattığı ve katacağı gerçek güzelliklere
izin verelim...
Ah sonbahar ah... Seni ne dergilerdeki fotoğraflarda hissedebildim
yeterince, ne de sanal sergilerde... Bunun sebebi fotoğrafları
gördüğüm ortamlar mı? Yoksa fotoğrafların kendisi mi? Bilemiyorum.
Belkide her ikiside... Ancak ben hala sonbaharı yakından hissetmek
ve yaşamak istiyordum...
En iyisi bugünlerde amatör fotoğrafçıların çoğunun yaptığı
gibi bende kalkıp şöyle bir Yedigöller’e yolculuk yapayım dedim.
Hem de fotoğraf çekerim, onlardan bir ikisini de basar duvarıma
asarım diye düşündüm. Ama Yedigöller’e vardığımda paniğe kapıldım.
O büyülü güzelliğin karşısında fotoğraf çekmeyi falan unutup sonbaharın
içinde kayboldum. Sarhoş oldum. Ve de etrafımda kulağımı tırmalayan
deklanşör seslerine sinir oldum. Düşlerime tecavüz ediyorlar gibi
geldi bana. Kaçtım onlardan. Çekemedim fotoğraf. Burayı hissetmeden,
sonbaharın kendisiyle derinden söyleşmeden, onu tanıyıp anlamadan
onu anlatabirmiydik? Hem de fotoğrafla anlatabilir miydik acaba?
Bu renklerin ve eşsiz güzelliğin içimizde uyandırdığı onca yoğun
duyguları anlatmaya fotoğraflar yeter miydi? Ya da bunları anlatabilecek
fotoğraflar çekilebilir miydi?
Bilemiyorum. Umuyorum Yedigöller’e onca giden fotoğrafçıdan
bazıları bunu başarmıştır. Ama ben beceremedim. Olmadı işte. Yedigöllerden
muhteşem duygular ile ama sonbaharı ve Yedigöller’i anlatmayan
fotoğraflar ile döndüm. Ellerim de duvarım da yine boş kaldı...
Anlayacağınız sonuç olarak dergilerden kestiğim sonbahar
fotoğraflarını kolaj yaparak bir araya getirdim ve duvarıma astım.
Eh şimdilik şimdilik idare ediyorum... Ama anladımki sonbahar
fotoğrafı çekmek kolay belki ama fotoğraflar ile sonbaharı anlatmak,
hissettirmek, işte o pek kolay değil. Çıplak ayakla üstüne bastığımız
yaprakların hışırtısının içimizde uyandırdığı hisleri, fotoğrafla
anlatabildiğimizde, gerçekten sonbahar fotoğrafları çekmiş olacağız.
İşte o zaman sanal sergilerde değilde duvarlarda asılı sonbahar
fotoğraflarımız olacak... Ve böylece, artık duyguları da sanal
yaşama tehlikesine karşı, gerçek duyguların güzelliğini de hatırlarız
umarım.
Bu arada önümüz kış... Kar fotoğrafları dönemi başlıyor...
Bize yaşadıklarımızı, gördüklerimizi hissettiren fotoğraflar
çekmek ve sanal değil gerçek duygular yaşamak dileğiyle.
Hafize KAYNARCA
|