OROJENİ
NİHAL SİPAHİ
LİRİK BİR CÜZZAM : JAN SAUDEK
Gündelik
hayatın içinde düşüncelerin, sözlerin olduğu kadar görme biçimlerimizin
de kendine has bir güzergahı vardır. Elbette düşüncelerimizin
arkasında kelimeler ve elbette her ikisiyle de iç içe olan görmelerimiz
vardır, ancak yine de her bir halin sadece kendine has, ötekilerde
karşılığı olmayan, kısa bir parlama anında kendini ortaya koyan
bir yanı vardır. Bütün sözler bütün düşüncelerimize karşılık gelmez
ve bütün gördüklerimizi de söze ve düşünceye dökemeyiz. Hepimiz
kimi görüntüler karşısında, üzerine konuştuğumuz nice konudan
çok daha önemli fark edişler yaşamakla birlikte bunları söze dökmeyip
dudaklarımızda hafif bir tebessümle yürüyüp gitmişizdir. O yüzden,
her takdim biçiminin ancak kendisiyle anlatılabilen alanları olduğu
söylenebilir.
Öncelikle
göz üzerinden konuşan sanat dallarına bakalım. Heykel, resim,
fotoğraf, plastik sanatlar... Bir resim galerisinde, yüzlerinde
gördükleri resme göre değişen anlamlarla yürüyenleri hayal edelim.
Acaba gördükleri resimler onlara ne anlatmaktadır? Aynı resim
farklı izleyicilere hangi ortak ya da değişik anlamları iletmektedir?
Ressam o resmi yaparken neleri düşünmüş, neleri bilinçaltı süreçler
halinde yaşamış, bir fail olarak yaşadığı süreçleri ne ölçüde
resmine aktarabilmiştir? Resme bakanlar hangi dünyanın içinden
gelmekte, kendilerinde içkin hangi referanslarla resme bakmaktadırlar?
Bu ve
benzeri sorular göze hitap eden sanat ürünlerinin bize bir şeyler
anlattığını fakat bu anlatımın belirsiz sınırlara sahip olduğunu
gösterir. Rus sinemacı Tarkovski Mühürlenmiş Zaman isimli notlarında,
filmlerini izleyenlerin eleştirilerini heyecanla beklediğini,
kimi yorumlar karşısında şaşırdığını, kendisinin hiç düşünmediği
çeşitli temaların dile getirilmesinden memnuniyet duyduğunu söyler.
Hemen
belirtmeliyiz ki, göstergelerin anlamlarına ilişkin bu sınır belirsizliği,
onların bütünüyle keyfi okumalara tabi tutulacağı anlamına da
gelmez. Şüphesiz öne çıkarttıkları fikirler, duygular üzerinden
izleyicilerini ortak bir bağlam üzerinde toplarlar. Bir fotoğraf
sanatçısı olan Saudek’in eserlerine baktığımızda da, anlatımın
belirsiz sınırları, uçucu ifadeleri kadar tam ortasından kavradıkları
kimi anlamlar olduğunu da görürüz. Herhalde hayatın öteki yüzü
başlığının uygun düşeceği bir yaklaşımı neredeyse eserlerinin
ortak niteliği olarak belirtmek yanlış olmaz.
Fotoğrafları
fazla çekilmeyen, öne çıkartılmayan, hatta karşılaşmalarda bile
bir an önce kenara çekilmesi gözden kaybolması beklenen görüntüler,
Saudek’ in inadına ilgisini çekmiş gözüküyor. Çünkü izleyicileri
bazen Saudek kadar inatçı olamıyor ve fotoğrafları sonuna kadar
seyretme gücünü kendilerinde bulamayabiliyorlar. İnsanda korku,
dehşet duygusu uyandıran, genellikle ağızlardan dökülen ilk kelimenin
“iğrenç” olduğu görüntüler bunlar. Fotoğraflarında kullandığı
deforme olmuş kadın bedenleri alışılmış güzellik kodlarını kırıyor,
bizi tersyüz ediyor Saudek; Anormal ölçülerde şişman, çürümüş,
kat kat yağ tabakasıyla kaplanmış, hatta insan formunun hayli
dışına çıkmış bedenler bunlar.
Elbette
o bunları uydurmuyor, belli bir kompozisyon içinde bize sunsa
bile orada dile gelen anlatım gündelik hayatın çok gerçek bir
parçası. Dolayısıyla izleyiciler ilk şoku atlattıktan sonra hayatı
tahayyül etme biçimlerine dair bir yanılsamanın yarılmaya uğradığını,
takdim edilen hayatla içinde yaşanılan hayat arasındaki farkın
bu aradan olanca çıplaklığıyla ortaya döküldüğünü görüyorlar.
Saudek’le ilk karşılaştığımda, fotoğraflara gözümü dikip bakamamamın
bir nedenini de giderek dönüşen bedenime bakıp bakıp ürettiğim
ve neredeyse bir panfobi haline getirdiğim estetik görüntüden
uzaklaşarak yok olma korkumdu sanırım. Çıplaklığım ve çürüyüşüm
bana bulaştı. Suç zamana. Çünkü haksızlığın daniskasıdır zaman.
Az çok eline bir fotoğraf makinesi
alıp yakınlarının resmini çekmeye çalışmış her kişi, bir fotoğrafçı
klasiği olan o kelimeyi söylemiştir: Gülümseyiniz! Çünkü fotoğraf
çektirirken gülümsemek gerekir. Üzüntü, keder o an unutulacak
ve geleceğe bırakılan anı neşeli bir şeyler olacaktır. Böylelikle
adeta hayatın şimdi ve gelecekte daimi bir parçası olan kederin
telafisi namına bir vesile yaratılacaktır.
Tabiat
fotoğrafları denildiğinde insanların aklına ilk önce çiçekler
böcekler gelir ve yine tabiatın bağrında bulunan leşler, çeşitli
pislikler fotoğraflanmaya ve elbette seyredilmeye değer görülmez.
Sorun, neredeyse dürtüsel bir şekilde insanoğlunun fotoğraf marifetiyle
estetize edilmiş bir yaşam anlatma çabasından ibaret değildir;
daha temeldeki, kapitalizmin mal ve hizmetleri tüketerek cennete
gitme yolunu sürekli açık tutmak için hedef kitlelerine hayatı
sadece parlak imajlarla takdimindedir. Burada özellikle kadın
bedeninin bir vitrin gibi kullanılması söz konusudur. Saudek’in
de kadın bedenini öne çıkartması aslında bir karşı anlatının yine
aynı vitrin üzerinden yapılabileceği düşüncesinden kaynaklanır.
Kapitalist
endüstrinin kadınları ışıltılı tenleri, ilahe mükemmelliğindeki
kalçaları, göğüsleri, gülümseyişleri, bacak boyları, sağlık fışkıran
görüntüleriyle erotizmden ölümsüzlüğe uzanan nice arzu dolu çağrışımı
harekete geçirirler. Elbette imajlar dünyasını işgal eden bu görüntüler
sanıldığı kadar masum bir yerde durmazlar. Onlar yeni bir dinin
havarileri olarak herkese kendileri gibi olunması için çağrıda
bulunurlar. Zımni bir hat günah ve sevap görüntülerini ayırır;
Gerçek insanlar bu hayali ilişkiler alanındaki figürlere benzedikleri
oranda varolma, görünme, ortaya çıkma hakkına sahiptirler, benzemedikleri
oranda da saklanmak, üstlerini örtmek, günah dolu bedenlerini
gözlerden ırak tutmak zorundadırlar.
İşte
Saudek, endüstrinin kendi çıplaklığında örtünmeye çağırdığı hayatın
öteki yüzündeki peçeyi indirmek, bu günah duygusuna başkaldırmak
için fotoğraflarında öylesine iğrenç temaları işlemiştir. Saudek’in
abartısı, endüstrinin abartısına karşı bir tepkidir. Çünkü estetik
görüntüler yüzünden bir uyuşturucu bağımlısı gibi hayattan kopuk
bir hayali ilişkiler evreninde yaşayan insanoğlunu uyandırmak
için şok gerekmektedir.
Saudek’
in hayat hikayesini okurken, çocuk gözüyle ikinci dünya savaşına
şahit olduğunu öğreniriz. Savaşın da bir yüzü parlak retorikler,
yüceltilen ölüm anlatılarıdır; ama diğer yüzünde parçalanmış bedenler,
öldürülmüş çocuklar, söndürülmüş ocaklar vardır. İnsanın gündelik
hayatındaki iğrençlikten kaçması, onu hayali ilişkiler evreninin
dışına atmasıyla mümkün olmaz; onunla yüzleşmeli, bütün ayrıntılarıyla
görmeli, fikretmeli ve nihayet bunun üzerine bir hayat tasavvuru
geliştirmelidir.
Marks
“yanılsamalardan kurtulma isteği yanılsamalar doğuran bir şarttan
kurtulma istediğidir” derken, hayatın iğrençliklerini sinek kovar
gibi başımızdan atamayacağımızı da hatırlatır bize. Şartları değiştirmek
için önce, endüstrinin hayat diye, şartlar diye takdim ettiğini
yapıbozuma uğratmak, hayata kendi gerçek koordinatları içinde
dokunmak, görmek, hissetmek, yaşamak ve nihayet ne yapılacaksa
bunun üzerine yapmak gerekmez mi? Saudek’in tuttuğu fener hayatımızın
tavanarasını döküyor ortalığa.
Son söz
olarak bildireyim: Tamam, ben de Saudekin fotoğrafları yerine
Pirelli’nin yeni yıl takvimlerine bakmaktan hoşlanırım, ama buradaki
montajlanmış gerçeğin masalına karşı, hayatın öteki yüzünün anlatıcısı
bu at sineğinde yüreğime dokunan beni yakıyor.
|