FOTOĞRAFTAN
AL HABERİ!..
Serpil Yıldız
Foto
Haberciliğin Öncüleri
Foto Haberciliğini Canlandıran
Buluşlar
Ülkemizde Foto Muhabirliğinin
Doğuşu
Savaş ve Fotoğraf
Tekillik karşıtı yapısıyla
ancak toplum içinde kendini var edebilen bir canlıdır insan. Bu
özelliğiyle, bir yanda tüm ayrıntılarıyla sürmekte olduğu yaşamı
içindeki topluluğun bir parçası haline getirip, öte yanda da bu
yaşamın toplumun kültürüne katkı yapmasını sağlamakta aracılık eder.
Yine aynı insan gelişim süreci içinde çeşitli araçlarla kendini
gösterme, varlığını belgeleme, yaşamışlığını kanıtlama eğilimindedir
ve bazen bilinçli bazen de bilinçsiz gelecek kuşaklara yaşadığı
kültürü aktararak kalıtımsallaşmasını sağlar. Hiyerogliften, mağara
oymalarından gerçeğe en yakın görüntünün elde edildiği 19. yüzyıla
değin, belki de değişmeyen tek şey insanın kültür yaratmaya ve yaşatmaya
merakıdır.
Yüzyıllardır bilinenleri adım adım
birleştirirken, yeni bir kültür yaratma aracı ürettiklerinin farkında
mıydı acaba fotoğrafı var edenler? Kimin neyin farkında olduğunu
bugünden geçmişe bakarak kestirmek zor ama, fotoğraf toplumsal
kültür yaratmada sıradan bir araç olmanın ötesinde misyonlar yüklenerek,
bir olguya dönüşür. Kültür yaratmadaki toplam süreçle kıyaslandığında,
fotoğraf bu toplumsal misyonunu bir çırpıda yerine getirir. 1850'lerden
başlayarak anı, sanat, belge her tür görüntüleme, yarış edasında
bir çılgınlıkla sürer. Yaşam, moda, mühendislik, mekan, doğa,
mimari vb. ana konulardır. Günlük kültür içinde yer alan ya da
yer alması istenen ne varsa görüntüye dönüşmekte, bazen bir görüntü
yeni bir görüntünün, yeni bir görüntü de yeni bir kültürün nedeni
olabilmektedir.
Böyle bir kültürün varettiği, hem
varolan kültüre katkı yapan hem de yeni kültür üreten, geliştiren
bir araç fotohabercilik… Bir yaşanmışlığı, bir gerçeği, bir yanılsamayı,
bir konuyu kısaca varolan herşeyi fotoğrafla hikayeleştirme… Kameraların
teknolojik gelişkinliğinin artmasının ve basılı iletişim araçlarının
kitleselleşmesinin yarattığı bir gerçeklik… İnsanlığa karşı işlenmiş
suçların, ya da inanılmazların bir kanıtı, güçsüzlükte güçlü olmanın
bir dili…
İnanmayı kolaylaştırıcı, bir anı
insan bakışı gerçekliğinde sunabilen yegane araç fotoğraf. Gazeteyse,
insanı çevresinde olan bitenle ilişkilendiren, yaşadığı dünyanın
parçası yapan, haber ileten ve haber toplayan başka bir araç.
Bu iki aracın 1920'lerde biraraya gelişiyle biçimlenen ve ivme
kazanan fotohabercilik salt mali bir yatırım ya da kaynak değil,
düşüncelerin, görüşlerin, tasarıların yanısıra idealizmin ve coşkudan
üzüntüye kadar farklı çoğu duygulanımın da yer aldığı bir bütün.
Sadece sözcüklerin kullanıldığı bir anlatım, kullananın bakışı
ve yandaşı olabilirken, değiştirilemez bir gerçek etkisiyle, fotoğraf
sözcüklere göre daha güçlü ve tarafsız. Kendine bakanı bir yanda
hikayeye görsel olarak bağlarken, diğer yanda empati yaratarak,
özdeşleşilen bir kimlik bulunmasını sağlar.
Bir haberi oluşturmada madalyonun
her iki yüzündeki hikayeye dikkatlice bakmak, tarafsızca gerçeği
sunmak ya da söylemek önemli ve zordur. Fotohaberci salt haber
yapan değil, haberi tıpkı bir tarihçi tarafsızlığında kaydeden,
kaydettiklerinin doğru kullanılıp kullanılmadığının peşinde olandır.
Dünyanın heyecan verici yerlerinde dolaşabilir ya da yerel bir
yayında, yaşadığı kentin tüm hikayesini anlatabilir. Fotohaberci
olmanın anlamı başkalarının yapmadığı, yapamadığı, yapamayacağı
biçimde "o anda, orada" bulunmaktır, yaratıcı olmaktır;
bazen uzun ve tuhaf çalışma saatleridir; haberin yetişmesini sağlayacak
son anın gerilimini taşımak, rakip fotoğrafçılarla mücadele etmektir;
yorulmaya vakit bulamadan çalışmaktır;10 kg'ı aşan ağırlıktaki
ekipmanı vücut dengesini kaybedinceye kadar, saatler boyunca taşımaktır.
Bazen karanlık odanın kokusundaki cazibe, bazen de tanıklıklarınız,
kaydettikleriniz ya da yaşadıklarınızdır bu mesleği çok cazip
ya da çok itici yapan.
Fotohaberciliğin en önemli kaynağı
insan. Spordan modaya, politikadan, savaşa, sıradan insanlardan,
en ünlülere, sıradan yaşamlardan uçlardakine kadar alabildiğince
geniş bir yelpazesi var. Acı, korku, dehşet vb. ile bunlara neden
olan şiddet, savaş, içsavaş, açlık, terör, ırkçılık, ihtilal,
doğal felaket, hastalık vb. her zaman en önde gelen, en çok ilgi
gören konular.
Dünya gelişen teknolojiye paralel
olarak fotohaberciliği sorguluyor. Fotohaberciliğin geleceği ya
da ne zaman biteceği, günümüzün en çok tartışılan konularından
biri. Medyatikliğe olan ilgi ile medyayı izleme ilgisi devam ettiği
sürece görüntüyle insan arasındaki ilişkinin değişmesi olanaksız
gibi. Ancak her gün biraz daha küçülen ve çılgınca hızlanan dünyada
fotohaberin bugünkü varoluş gerekçeleri bir gün ortadan kalkar
mı bilinmez. Bunca karmaşık ve hızlılık içinde bir anın en yalın,
en kalıcı anlatımını sağlayan bir dilden, yani fotoğraftan vazgeçmek
hiç de kolay olmasa gerek.
Haydi fotoğrafçı!
Ya fotoğrafla ver ya da fotoğraftan al haberi…
Fotohaberciliğin Öncüleri
Fotohabercilik günümüzde yerini hareketli görüntülere bırakmış
gibi görünse de fotoğrafın "bir anı yakalama" özelliği
yaklaşık 150 yıla yakın bir süredir "gerçeklik"e ilişkin
fotoğraflarla iletişimin etkin bir yolu olarak kullanılmakta.
Savaş da bir gerçeklik. Aslında bir amatör fotoğrafçıyken, Kraliçe
Victoria'nın isteği üzerine kraliyet fotoğrafçısı olan Roger Fenton,
yine Kraliçenin isteği üzerine, 1853'ten beri süren Kırım Savaşı'nı
görüntülemek üzere Kırım'a gitmişti. Bir yük vagonu ve dört attan
oluşan arabasını Balaklava'da boşalttığında 1855 Mart'tı. Bu bir
savaşın fotoğraflarla görüntüye dönüşmesini sağlayacak ilk çalışma
olacaktı.
Fenton ve asistanı Marcus Sparling
bir ay içinde cephede çalışmaya başlamışlardı bile. Kırım savaş
alanları alabildiğine engin düzlüklerdi. Fenton'un fotoğraflarında
da sıkıcı, sönük, renksiz, ifadesiz görünüyorlardı. "The
Valley of Shadow of Death" (=Ölümün Nefesi Vadisi) adlı siperden
ailesine yazdığı 24 Nisan tarihli mektupta Fenton, toz bulutunun
yoğunluğu nedeniyle hiç bir şey göremediklerini, çalışma koşullarının
zorluğunu ve bazen iyi bir çekim açısını, salt tehlikeye bu kadar
yakın oldukları için istemeden nasıl değiştirmek zorunda kaldıklarını
anlatarak yakınıyordu. Fenton'un bu çalışması iki yıl sonra bir
sergi ve albümle kamuoyuna duyurulacak ve o güne dek görülmemiş
bir ilgi toplayacaktı.
1857'de Sivastopol'un düşüşü James
Robertson, 1860'da Afyon Savaşı Felice Beato tarafından görüntülenmişti.
Amerikan İç Savaşı 1861 yılında patladığında "American Journal
of Photography" editörü bir yanda cepheden fotoğraflar görmek
ihtirasını dile getirirken diğer yandan da bu işin tehlikelerinden
ve zorluklarından söz ediyordu. Mathew Brady bu dileğe kulak veren
ilk fotoğrafçı oldu. Yola çıkarken savaşın sadece birkaç ay süreceği
beklentisindeydi. Bu nedenle 22 kişiden oluşan bir ekip ve gezici
bir karanlık oda oluşturdu. Masrafların tamamını kendisi karşılıyordu.
Savaşta fotoğraf çekmek kolay değildi; malzemelerin taşınmasındaki
güçlükler, cephe içinde olmanın getirdiği zorluklar, fotoğrafın
kendi özelliğinden kaynaklanan önemli sıkıntılar vardı. Brady
dört yıl süren savaş boyunca 3500'den fazla fotoğraf çekmişti
çekmesine ama 100 bin doları aşan harcamaları yüzünden de iflas
etmiş, hatta adı bir banka soygununa karışmıştı. Brady ve adamları
savaşın her alanından, hem Kuzey hem de Güney'den yaklaşık 7000
fotoğrafla dönmüşlerdi: savaş alanları, cepheler, askerler, yaralılar,
hastaneler, harabeler, limanlar, gemiler, demiryolları… Bir savaşta,
bir savaşın arkasında olan herşey… Aslında görüntüler sıcak savaş
anlarına ilişkin izleri taşımıyordu; o günün fotoğraf teknolojisi
zamanın çok hızlı aktığı bu denli hareketli manzaraları yakalamaya
yetmiyordu.
Fotohaberciliği
Canlandıran Buluşlar
Resimsel baskıların ortaya çıkışı
ve olgunlaşması da fotoğrafın bulunuşuyla hemen hemen aynı dönemdedir.
Metin yerine resimlere öncelik veren ilk haftalık dergi 1842'de
yayınlanan "The Illustrated London News" idi. Bu dergiyi
çok çeşitli ülkelerden çok sayıda dergi kısa zaman aralıklarıyla
izledi. Her ülke kendine özgü resimlerle süslenmiş dergiler üretiyordu.
Yüksek hızlı rotatif baskı makineleri sayesinde her sayının tirajı
yüzbini aşıyordu. Görüntüler ahşap kalıplarda çizim ya da boyamayla
elde edilen taslaklardı. Ahşap oyucular sanatçı değillerdi ama
çok yetenekli teknisyenlerdi. 19. yüzyıl ortalarındaki dergilerde
basılan çok az sayıda ahşap oyma, fotoğrafik kaliteden yoksundu.
William Fox Talbot'un, fotoğrafın
negatiften pozitife dönüştürülmesini, basılabilir ve kopyalanabilir
olmasını sağlayan yöntemi geliştirmesi, resimsel baskıların yayıncılıkta
kullanımına olumsuz bir etki yapmakla birlikte, resimselliğin
yarattığı biçimsel estetik okuyucu için hâlâ çok çekiciydi. Ahşap
oymalara alışmış okuyucu kitlesini de fırsat gören editörler,
gazetecilikte başarılı olduklarına inandıkları bu görsellik işleyişini
değiştirmek için acele etmiyorlardı. Baskı geleneksel yollarla
yapılıyor ve kabartma bloklar şeklinde hazırlanan ahşap oymalar
metin baskılarında kullanılan teknikle basılabilir hale getiriliyordu.
Aynı yıllarda "halftone"(=yarı tonlu)'un bulunuşu fotoğrafı
olduğu gibi basmayı olanaklı kıldı ve resimsel dergilerde büyük
bir devrim yarattı. Kesinlikle kusursuz bir buluştu ve 1839'dan
beri süregelen gelişmeler arasında en önemlisiydi. Bir yanda kuru
tabakalar, esnek filmler, bütün renklere duyarlı duyarkatlar,
daha az kusurlu objektifler ve küçük taşınabilir kameralar daha
çabuk, daha kolay ve daha önce hiç olmadığı kadar çeşitli konuda
fotoğraf üretebilmeyi sağlarken, diğer yanda yarı tonlama işlemi,
kitap, dergi ve gazetelerde sınırsız miktarda, üstelik de oldukça
ekonomik yollarla fotoğraf kullanımını olanaklı kıldı. Haber fotoğrafçılığının
tüm ekonomik sistemi, yarı tonlama işleminin bu piyasaya girişiyle
değiştirildi. Ancak değişim hızı beklenenin çok altındaydı.
Gelişen teknolojinin küçülttüğü
ve geliştirdiği makinelerle hareketi yakalamak olasıydı artık.
Hareket ve kendini bir başkasının yerine koyarak görebilmenin
fotoğraftaki birleşimi Batılı resimli dergilerin hem yayıncıları
hem de okuyucuları için çok cazibeliydi. Almanya, Fransa, Birleşik
Devletler ve Britanya'nın tamamı 1928'den beri varolan, en çok
satan gazete ve dergileriyle böbürlenir olmuşlardı. "The
Berliner Illustrierte Zeitung"un haftalık satışı 2 milyona
ulaşırken, Life dergisinin 1936'da yayınlanan ilk kopyası 466
bin sattı. İnsan bakışı gerçekliğinde görüntüler sunabilen fotoğraf,
insanları sıradan yaşamlarından çıkararak, insanlığın neler olup
bittiğine ilişkin başka deneyimler edinmesine olanak veriyordu.
Bu sayede "öylesine" bir araç olmaktan çıkıp kültür
taşıyıcısına, yaratıcısına dönüşüyordu.
Ülkemizde Fotohaberciliğin
Doğuşu
Bu yazıyı hazırlarken Seyit Ali
Ak'ın henüz piyasaya sürülen "Erken Cumhuriyet Dönemi Türk
Fotoğrafı 1923-1960" adlı kitabından edindiğim bilgilere
göre fotohaberciliğin ülkemizdeki doğumu oldukça sancılı olmuş.
Osmanlı'da izinsiz ve sansürsüz fotoğraflı kitap ya da gazete
yayını ancak II. Meşrutiyet'in ilanından sonra gerçekleşebilmiş.
1 Eylül 1908 tarihli "Millet", Sultan Abdülhamid'in
portre görüntüsünü yayınlayan ilk gazete. O dönemde 30 kadar resimli
dergi olmakla birlikte, sadece Servet-i Fünun, bazen koyu bir
edebiyat bazen de magazin yoğunluklu içeriğiyle fotoğraf yayınlayabilen
tek dergi olarak yaşamını 40 yıl sürdürmeyi başarmış. Derginin
sahibi Ahmed İhsan o günün koşullarında ülke dışından getirttiği
malzeme ve insan gücüyle, amatör fotoğrafları yayınlamış, kaliteli
röportajları gerçekleştirebilmek için fotohabercilik mesleğinin
temellerini atmaya çalışmış. Görevlendirdiği fotohaberciler, "Türk-Yunan
Savaşı", "Kerbela ve Bağdat", "Alman İmparatoru'nun
İstanbul-Kudüs Gezisi" konularında çalışmış, kendisi de "Osmanlı
Anadolu Demiryolu Hattı" ve "Rodos-Kudüs-Suriye"
konulu fotoröportajları yapmış.
Kurtuluş Savaşı'nın yaşandığı yıllardaysa
çok sayıda gazete ve dergi yayınlanmış ama fotoğraf basabilen
tek gazete Anadolu basınından milli mücadele yanlısı "Yeni
gün". Cumhuriyet'in ilk yıllarında ülkemizdeki gelişmeleri
yabancı basın dışında dünyaya duyuracak az sayıda fotohabercimiz
var. Ankara'da Cemal Işıksel, İstanbul'da Namık Görgüç fotohaberciliği
gerçek anlamda meslek edinen öncüler.
Savaşlar
ve Fotoğraf
Savaş fotoğrafının en temel, en
yalın gereksinimi sadece bir savaş. 20. yüzyılın bu gereksinimi
karşılamadaki cömertliğiyse inanılmaz. İkinci Dünya Savaşının
öncüsü İspanya İç Savaşı, cumhuriyetçilerle faşistlerin cephede
karşı karşıya geldikleri 1936'da başlamıştı. Ne büyük talihsizlik
ki savaşlar, içlerindeki yıkıcı ruhun yarattığı cazibenin de etkisiyle,
oldukça fotojeniktiler. Elbette fotoğrafın bulunuşundan İspanya
İç Savaşı'nın patlak verdiği o günlere kadar, önce de değinildiği
gibi, yaşanmış pek çok savaş vardı. Ancak bu savaşa gelinceye
dek Ermanox ya da Leica gibi taşınır kameralarla daha hızlı ve
ışığa duyarlı filmler yoktu. Bu iki teknolojik başarı fotoğrafçılara
ilk kez savaşı gözler önüne sererek betimleme olanağı verdi. Geçmiş
savaşlarda büyük ve ağır kameralar, taşınması ve kurulması güç
karanlık odalar, savaşa ilişkin gerçek görüntüleri değil, savaşın
ardında bıraktıklarını anlatıyordu.
Olayların canlı gibi görünen sunumları,
okuyucular arasında ve basın dünyasında o güne dek görülmemiş
heyecan ve tepki yaratmıştı. "En Büyük Savaş Fotoğrafçısı"
nitelemesiyle Macar fotoğrafçı Robert Capa'nın Picture Post dergisinde
yayınlanan fotoğrafı, alkışlarla karşılanmıştı. Sanki bir savaşın
görüntüsü ilk kez sunuluyormuşçasına yazının başlığı "This
is War!" (= Bu Savaştır!)'dı. Yazıda yer alan 26 fotoğraf
o güne dek çekilmiş en iyi fotoğraflar ilan edilirken, başlıklardan
biri "barutun kokusunu bu resimden alabilirsiniz" diyerek
böbürleniyordu.
Robert Capa'nın "fotoğrafınız
yeterince iyi değilse, yeterince yakın değilsinizdir" diyen
sözleri, bu alanda en ünlü olmasını sağlayan bir gerçeğe dayanır.
Capa savaşın en içindeki objektifin arkasındadır. 25 yaşındaki
Capa'nın İngiliz dergisi Picture Post'ça dünyanın en büyük savaş
fotoğrafçısı ilan edildiği 1938'den sonra teknoloji çok gelişmiş,
izleyici/okuyucu kitlesi çok genişlemişti. Fotoğraflarla süslenen
dergiler, gazeteler Atlantik'in her iki kıyısında da insan yaşamının
bir parçası olmuş, fotoğraf sayesinde savaş, zamanında ve bütün
görsel gücüyle, evlerin oturma odalarına garip bir misafir olarak
girmeye başlamıştı. Garip misafir, dünya tarihinde İkinci Dünya
Savaşı olarak yazılacak ama anlaklara bir utanç tablosu biçiminde
kazınacaktı. İnsanlık vahşetinin tavana vurduğu bu savaş William
Eugene Smith, Henri Cartier-Bresson gibi fotohabercileri dünyada
ünlendirirken, asker ya da sivil, adı bilinmeyen yüzlerce fotohabercinin
de görüntülerini yakalamada, yahudi kamplarındaki yaşamsızlıklardan,
Hiroşima ve Nagasaki'ye kadar geniş bir yelpazede olağandışı bir
atmosfer sunmaktaydı.
Dünyanın durulmaya hiç de niyeti
yoktu. Kazan kaynamaya devam ederken dünyanın iki ucu, Vietnam
ve ABD savaşmaya başlamıştı. Vietnam Savaşı'nın yalanları, savaşın
ve yarattığı mantıksız şiddetin neden olduğu ikiyüzlülüğü açıkça
suçlayan bazı fotoğrafçıları harekete geçirmişti. Fotoğrafın gerçek
gücü bu savaşla ortaya çıktı. Savaşın vahşeti ve nedensizliği
ilk kez bu kadar yakındı savaşmayan insana. İlk kez bir sivil,
bir nesnel güç ciddi bir engel olarak hem siyasi hem de askeri
iradenin karşısına çıkıyordu. Acıları günümüzde bile filmlere
konu olan bir savaştı bu.
Ne ülkeler arası, ne de iç savaşlar
ne yazık ki hiç bitmedi. 1990'lı yıllar ABD'yi yeni bir savaşın
içine sokmuştu. Bu savaş televizyonlardan naklen izlenen ilk savaştı.
Siyasi yetkililer, fotohabercilerin bu savaşın uzağında kalmaları
için ellerinden geleni yapmışlar, savaşın gerçek görüntülerinin
dünyaya yansımasına engel olmuşlardı. O günlerden aklımızda kalanlar
televizyonda nereden nereye gönderildiğini bilemediğimiz, roketlerin
yarattığı ışık izleriydi; roketlerin hedeflerini vurduğu an ve
yerde yaşananlara ilişkin bilgimiz olamadı. Fotohaberciler tıpkı
fotoğrafın ilk yıllarında olduğu gibi artık savaşın arka cephesindeydiler.
|