Tarihçiler fotoğrafı Osmanlı
ve Cumhuriyet Dönemi diye ikiye ayırarak anlatırlar. Ünlü
tarihçi Seyyid-ül Ak Osmanlı dönemini anlatırken; "Fotoğraf
anlayışı Cumhuriyete kadar şark kadrajı etkisinden kurtulamamıştır.
Zaman zaman batılı anlamda kıpırdanışlar, renkliye geçiş
çabaları ; tutucu siyah-beyazcılar tarafından engellenmiş"
görüşünü dile getirir. Agfa Aslan'ın Anadolu'ya girişiyle
başlayan "Anadolu Stüdyoları Devri" ile irili ufaklı pek
çok stüdyo tarih sahnesine çıkmıştı. Bunlar arasında Bursa
ve çevresinde kurulup hızla gücünü artıran Osmanlı Stüdyoları
kısa sürede rakiplerine baskı uygulayarak kimilerini kapanmak
zorunda bırakmış, bazı stüdyo sahiplerini de yanında çalışmaya
zorlamıştı. Bu şekilde güçlenen Osmanlı Stüdyosu, Bursa
ve çevresini aşarak komşu ülkelere de foto safariler düzenlemeye
başlamıştı. Bu çekimler sırasında Türk fotoğrafçıları yabancı
ajans muhabirleri ile sık sık karşı karşıya geliyor ve onlarla
mücadeleye girişiyorlardı. Bu dönemde yabancı fotoğrafçılar,
fotoğrafımızın teknik ve makine üstünlüğü karşısında alanı
bize terk ediyorlardı. Osmanlı Stüdyolarına bağlı muhabirler,
Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerinin önemli stüdyoları ile
küçük aliminütçülerin pazarları hızla zaptederek iyice güçlenmiş
; stüdyolar da Bursa'dan İstanbul'a taşınarak kendi binasına
yerleşmişti. Tarihçiler bu döneme "Yüksek Enstantane Dönemi"
adını vermişlerdir. Ancak bu parlak dönem uzun sürmemiş,
bir duraklama dönemine girilmiştir. Bunun nedenleri şunlardır
: 1. Avrupa fotoğrafçıları da uyanmış, kendi makinelerini
üretmeye başlamıştı. Bu arada çeşitli dostluk anlayışlarıyla
elemanlarını Osmanlı Stüdyolarına göndererek fotoğrafçılığımızın
inceliklerini öğrenmişlerdi. 2. Fotoğrafçılar gittikçe uzak
yerlerde çektikleri filmleri banyo için İstanbul'a getirene
kadar zaman geçiyor, filmler bayatlıyor, bazı filmlerse
kayboluyordu. Bu durum karşısında özellikle yabancı müşterilerde
kıpırdanmalar başlamıştı. 3. Stüdyo sahipleri artık ticari
müşteri çekimleriyle ilgilenmiyor, kendi özel stüdyolarında
nü çekimlerini yeğliyorlardı. Pahalı ekipmanların başına
fotoğraftan anlamayan kişiler geçmişti. Milyarlık makineler
çocukların ellerinde geziyordu. Fotoğrafçılığımız yavaş
yavaş geriliyor, eski pazarlarımızı hızla kaybediyorduk.
Böylece "Düşük Enstantane Dönemi" başlamıştı. Bu dönemde
şirketin batmakta olduğunu fark edip önlem almaya çalışan
yöneticiler de bazı zayıf çıkışlar yapmıyor değildi. Örneğin
F3 Selim ana stüdyonun fonunu değiştirmiş, yeni paraflaş
düzenleri kurmuştu. Ancak bu yeni ekipmanları istemeyen
magnezyumcu elemanlar ayaklanarak paraflaş sistemini yıktılar.
Yenilik isteyen bir başka yönetici ise 6X7 Mahmut idi. Yıllardır
yeni cihazların stüdyoya girişini engelleyen elemanları
işten çıkardı ve tüm stüdyoyu yenilemeye çalıştı. Bu sırada
dünyanın büyük şirketleri arasında kıyasıya rekabet başlamıştı.
Osmanlı stüdyoları tercihini Alman şirketlerinden Agfa ve
Zeiss firmaları yönünde kullanmaya karar vermişti. 1914
yılında iki Alman fotoğrafçının gizlice Rus şehirlerinin
fotoğrafını çekmesiyle çekişme açıkça ortaya çıktı. Dünyanın
her yerinde rakip şirketler birbirlerinin stüdyolarını yağmalıyor,
vitrin camlarını kırıp fotoğrafçıları dövüyorlardı. Osmanlı
stüdyoları bu çekişmeye daha fazla dayanamadı. Bağlı olduğu
Alman şirketler batınca artık film ve banyo malzemesi sağlayamayan
stüdyo iflas etti. 1919 yılında yabancı şirketler tüm stüdyo
malzemelerini el koymuş, tüm personel emekliye sevk edilmiş
idi. Çekilmemiş filmler ile tüm film arşivi onların denetimindeydi.
Yönetim Kurulu Başkanı onlarla işbirliği içindeydi. Bir
kanunsuzluktur gidiyordu. Mahalle aralarında serseri polaroidçiler
türemişti. Halk ise ellerinde eski makineleri bir araya
getirerek Kuvayi Alamünit Teşkilatını kurmaya çalışıyordu.
Tarihçi Engin El-Çizgen Üz-Hendes'e göre Osmanlı stüdyolarının
son döneminde, tehlikeli durumu fark eden stüdyo çalışanları
da bir teşkilatlanma içine girmiş, 27 Ağustos 1332 de Osmanlı
Fotoğraf Cemiyeti'ni kurmuşlardı. Asıl büyük gelişme, Şinasi
Barutçu ve arkadaşlarının Ankara'ya gelişi ile başladı.
1950 yılında Türkiye Amatör Foto Kulübü'nü kuran Barutçu
ve arkadaşları Anadolu fotoğraf hareketini böylece başlatmış
oldular. 9 yıl sonra Trabzon ve Havalisi Fotoğraf-ı Merkeziyye
Cemiyeti ile Erenköy Fotoğraf-ı Hayriyye Cemiyeti kuruldu.
1980 li yıllarda iyice yaygınlaşan fotoğraf sevgisi yurdun
pek çok yerinde derneklerin kurulmasını sağlamıştı. 1988
de derneklerarası koordinasyonu sağlamak üzere FDÇK (Fotoğraf
Dernekleri Çalışma Kurulu) oluşturuldu. Kurulun sekreterliğine
seçilen Sefa Uluhakan bu zor göreve 8 yıl göğüs gerebildi.
1997 yılında ise aynı göreve Mehmet Bayhan seçildi. Başa
geçer geçmez önce iç durumu düzeltmeye çalışan Bayhan, derneklere
85 klasör hacminde mektup yazdığı halde önerilerine kulak
asan olmadı. O da kızdı. "Ben sizin fotoğrafçılığınıza ..."
diye başlayan bir şeyler söyledi ama cümlenin gerisini alçak
sesle söylediği için ne dediği tam olarak anlaşılamadı.
Ardından derneklerle ilişkiyi keserek Yıldız Sarayındaki
odasına kapandı. 2000 li yıllara girerken, artan malzeme
fiyatlarıyla türlü ekonomik sıkıntılar insanlarda sanata
olan ilgiyi azaltmıştı. Türkiye 75. Yılda hala fotoğraf
federasyonunu kuramamış ; Cumhuriyet tarihinde ilk kez çıplak
kadın fotoğrafları ayıp sayılarak sergiden indirilmişti.
Yöneticiler ne yapacaklarını bilmez haldeydiler. Dernekler
için için kaynıyordu... Doğrusu isterseniz işin sonunu ben
de merak ediyorum ama arkadaşlar "yazını acele gönder "
deyince ancak bu kadarını yazabildim. Cumhuriyet erdemlerine
inananları sevgi ve saygıyla kucaklarım ..........
M. Reşat SÜMERKAN
Ana Sayfa
|