İnsanoğlunun
yeryüzü serüveni hep "yaparak öğrenme" şeklinde gelişmiştir.
Buna "sınama yanılma" yöntemi de denir. Herhangi bir gereksinimi
için bir yol denemiş, olmayınca bir başkasını uygulamaya
uygulamış, başarınca da bunu bilgi hazinesine kaydedip kullanır
olmuştur. Bugün dahi maymunların yaşamını inceleyenler onların
daldaki meyvayı düşürmek için önce bir bambu kullandıklarını
yetişemeyince ucuna bir parça ekleyerek bunu başardıklarını
saptamışlardır. Sınama ve yanılma yöntemi insan tabiatına
en uygun yöntemdir. Usta-çırak usulü bunun bir adım ötesidir.
Ustanın bir önceki ustasından aldığı bilgileri kendi ekledikleri
ile birlikte çırağa aktarmasıdır. Bu bilgilerle çırak ustası
ile bir süreç yaşar ve birlikte yeni deneyimler yaparlar
ve yeni bilgiler oluşur.
Örgün
eğitim ise; usta-çırak eğitimlerinin birikimlerinden yararlanıp
genellemeler yapar. İlkeler ve yasalar koyar. Bu tip eğitim
çözüm reçeteleri üretmez. Problem çözücü adam hedefler,
çünkü yaşanabilecek her çeşit sorunu tek tek öğretmeye gerek
yoktur. Ama bunların tümünü çözecek anahtar bulunabilir.
Diğerlerine göre daha genel ve soyut bir yöntemdir. Dolayısıyla
ilkel insanın doğasına uygun değildir. Ancak soyutlamaları
kavrayacak bir gelişmişlik düzeyi gerektirir.
Eğitimin
Amacı:
Eğitim
ister doğrudan uygulamaya yönelik olsun, isterse üst bilgilere
bir alt yapı oluştursun sonuçta amacı üretimin gereksinmelerini
yanıtlamaktır. Nasıl ki üretim, tüketimin gereksinmelerini
yanıtlıyorsa…
Tüketimi
yönlendirenler üretimi bugün oldukça üniform (standart)
bir hale getiriyorlar. Bu eğitimin de standartlaşması demektir.
Ama gene de üretimde bir miktar yöresellik olacaktır. Buna
kısaca ülke koşulları diyebiliriz. Bunun eğitime bir veri
olarak girmesi gerekir. Bu, istihdamı çözümlemek için de
gereklidir. Piyasanın istediği adamları yetiştirmezseniz
potansiyel işsiz imal etmiş olursunuz. Bugün Türkiye'nin
içinde bulunduğu durum budur. Eğitimi üretim amacına yönelik
sayıyorsak yüksek oranda meslek eğitimi yapıyoruz demektir.
Meslek eğitimi işçiye nitelik kazandırmkla başlar. Bu bağlamda
çıraklık kursları ve üretim içinde eğitim gündeme gelir.
Bunun bir adım ötesi çeşitli dal ve düzeyde teknisyen yetiştirmektir.
Bu açıdan ülkemize baktığımızda manzara hayret vericidir.
Zaman zaman küçümsediğimiz bazı komşu ülkelerde bile tenekeci
ya da marangoz dükkanı açmak için diploma koşulu aranır
yani o ülkelerde bunların eğitimi vardır. Ülkemizde ise
bu koşul sadece doktorluk mühendislik gibi uç noktalardaki
serbest faaliyetlerde aranmaktadır. Trilyonluk ihalelere
giren müteahhitler için herhangi bir eğitim koşulu yoktur.
Ülkemizin en büyük sektörü olan yapı sektöründe demircilik,
kalıpçılık, elektrikçilik gibi iş kollarının eğitim kurumları
yoktur. Bütün bu işlerin tepesinde binlerce işçinin çalıştığı
şantiyenin başında tek bir yasal sorumlu mühendis vardır
(Buna fenni sorumluluk denir). Alttaki tüm kadronun eğitimsiz
ve sorumsuz olduğu bu durumda tepedeki adamın bu sorumluluğu
kaldırabilmesi olanaksızdır. Bu eğitime egemen olamayacağı,
bu işlerin ülke ortalamasına ve geleneğine göre "olabileceği
kadar" doğru yapılacağı anlamına gelir. Çünkü tepedeki adam,
niteliksiz işçi ile karşı karşıyadır, yukarıdan aşağıya
bir sorumluluk dağılımı oluşturmak mümkün olmamaktadır.
Bu
eksikliği gidermek, tasarımcı ya da uygulama sorumlusu ile
alttaki vasıfsız işçinin arasına işin gerçekten doğru yapılmasını
sağlayacak teknisyenleri yetiştirmek için devletimiz belli
tarihlerde teknisyen ve tekniker okulları açmışsa da rağbet
görmemiş ve kapatılmıştır. Çünkü bu dalları bitirenlerin
bir iş yerinde birinci değil ikinci adam olacakları baştan
belli gibidir. Oysa gönlümüzdeki arslan, birinciden aşağısına
razı değildir. Olmuşken en başa geçmelidir. Geçmelidir ki
tulum giyerek fiilen çalışma riski ortadan kalksın.
Ülkemizde
yüksek öğrenimin altının boş bırakılması pahasına bütün
gençlerin üniversite kapısına yığılması ne yöntenlerin hatasıdır
ne de gençliğimizin bilim aşkı yüzündendir. Bunun nedeni
feodal zihniyetimizdir. Herkesin ideali fiilen çalışmaya
mecbur kalmayan bir "ağa" aşiretine doğrudur. Toplumumuzda
saygınlık kazanmak buna bağlıdır. Bütün bir ömrün geleceği
bir meslek bir iş alanı seçerken doğru karar vermenin yaşamsal
bir önemi vardır. Bunun için üniversite girişimi bir iki
yıl ertelenebilir. Ama bizde daha da önemsenen ne pahasına
olusa olsun dışarıda kalmamak, okula deyim yerindeyse kapağı
atmaktır. Çünkü yaşamın bu dalda süreceği, ömür boyu bu
dalda çalışacağı, hatta çalışıp çalışmayacağı bile çok kuşkuludur.
Esasen bazıları için yüksek öğrenim fiilen çalışmaya mecbur
kalmamanın bir yoludur. Böylece herkes gözünü tepeye dikmiştir.
Bizim eğitimimiz kuru bir gövdenin üst ucundaki bir tutam
yeşilliği ile bir hurma ağacına benzer. Altına pek az gölge
verir ve meyvasını toplamak akrobasi gerektirir.
Ülkemizdeki
bu sağlıksızlıktan fotoğraf eğitiminin pay almaması düşünülemez.
Fotoğraf eğitiminin başlaması piyasının birikmiş gereksinmeleri
ile olmamıştır. Piyasanın ara elemana ihtiyacı vardır. Bu
da orta eğitimle, bir fotoğraf meslek lisesi ile karşılanabilirdi.
İşlevsel fotoğraf üretimi dışarıda Türk fotoğrafını temsi
eden kulvarda belli bir birikim oluşmuş, amatör ve profesyonel
örgütler belli bir etkinliğe ulaşmış idi. 1978'de o zamanki
Güzel Sanatlar Akademisi bizleri çağırarak bu kuruluşu başlattığında
çıkış noktası ülkede fotoğraf dalında yüksek öğrenime duyulan
ihtiyaç değildi. Namikawa adlı Japon fotoğrafçısı Topkapı
Sarayı ile ilgili kitap yapacaktı ve orada rahatça fotoğraf
çekmesi için belli koşullara uyması gerekiyordu. O sıradaki
Tokyo Büyükelçimize giderek size bir fotoğraf okulu açalım
ve Japon firmalarından yardım alalım dedi. Bu dilek akademide
fitili ateşlemiş oldu. Sonra Namikawa sadece iki kez gözüktü
ve kaybolup kendi işine baktı. Bir süre sonra beklenen bu
Japon yardımının hayal olduğu anlaşıldı ama bu kadar ön
çalışma yapılmışken bari kendi olanaklarımızla kuralım denildi.
Fotoğraf Enstitüsü böylece kurulmuş oldu. İlki böyle kurulunca
diğer üniversitelerde de benzerleri için yol açılmış oldu.
Bu kuruluş tek tip üniversite formunun geçerli olduğu YÖK
düzenine uygundu.
Pekiyi
bu taze kuruluşların program içerikleri yapılırken piyasa
taleplerine bakıldı mı? Bakıldı da kolayca tahmin edilebileceği
gibi piyasanın ihtiyacı ara elemen idi. Üst düzeyde tasarımcı
ihtiyacı pek yoktu; biraz da kuşku ve merakla bekleniyordu
Oysa
akademik (üniversite) eğitim üst düzeyde tasarımcı yetiştirmek
demektir. Başvurulacak örnekler de her zamanki gibi batıdadır.
Batı programları eğitimin amacına yönelik belli çeşitlilik
gösterir, bazıları teknoloji enstitülerine bağlıdır. M.I.T.
gibi daha çok teknik ve bilimsel yönü ağırdır. Bazıları
çok yönlü Art School biçimindedir. Biz de çok amaçlı fotoğrafçı
yetiştirmek için bir orta yol seçtik. Ama altı boş bir yüksek
eğitimin gerçek anlamda yüksek olması mümkün değildir. 4
yıllık yüksek eğitimin önemlice bir kısmı orta öğretimin
yokluğunu telafi etmek için kullanılmaktadır. Eğitimin üniversite
düzeyinde olması belli akademik normlara uymayı zorunlu
kılmaktadır. Bu yüzden örneğin ilk yılın sonunda ulaşılan
düzeyde bilgi bakımından değil ama beceri açısından piyasadaki
iki yıllık çırak kadar iş bitirici değildir.
Örgün
eğitim için başta dile getirdiğim hedef, akademik yüksek
öğrenim için öncelikle geçerlidir. Biz öğrencilere tek tek
problem çözümleri belletmek yerine (reçel ve pasta tarifi
gibi) onlara henüz hiç karşılaşmadıkları sorunları çözme
gücü kazandırmalıyız. Bu ise ögrencilerin soyutlanmış genel
bilgilere sahip çıkması ile mümkün olur. Oysa günümüzün
hazıra ve markaya düşkün eğitimleri daha çok belli kalıpları
belleme isteği şeklinde kendini gösteriyor. Bu eğitim kurumları
zora sokar. Bu durumda öğrenciyi problem çözücü değil reçete
uygulayıcısı reçete uygulayıcısı olarak yetiştireceksek
bu kez akla gelen bütün olasıkları eksiksiz sayıp dökseniz
de mutlaka bir şeyler eksik kalacaktır.
Eğitimin
bu doğrultuda yürümesi belki orta öğrenim için daha kolay
kabul edilebilir. Esasen kişisel olarak ben, hangi dalda
olusa olsun yüksek öğrenime bu kadar yüklenmek yerine orta
öğretim açığının kapatılması gerektiğine inanıyorum. Bütün
dallrda olduğu gibi fotoğraf dalında da bu kadar üst düzey
tasarımcıya gerek yoktur. Bu seçkinleşme, orta öğretimde
gösterilecek performansa bağlı olarak daha sıkı bir eleme
ile meydana çıkabilir.
Prof.Sabit
KALFAGİL
M.Ü.Güzel Sanatlar Fak.
Fotoğraf Bölümü
A.S.D.Başkanı
Ana Sayfa
|