Ülkemizde
Cumhuriyet sonrası bir araştırma yapıldığında yazılı belgenin
yeteri kadar bulunamadığı, bulunanların da gerçekliği ve
değeri konusunda inandırıcılığının kesin olmadığını görüyoruz.
Belgelere baktığımızda ise, kronolojik saptamalar yapılırken,
kişilerin kendi inançlarına göre, yorumlar da getirdiğini
görüyoruz. Halbuki, kişiler geçmişi hiçbir zaman kendi görüşlerini
doğrulamak için alet etmemelidirler.
Fotoğrafın
tarihini yazarken sadece kronolojik olarak değil, içinde
bulunduğumuz yüzyılın etkisini, olumlu veya olumsuz olarak
yorumunun da yapılması gereklidir. Çünkü her yüzyılda toplumları
etkileyen değişim ve gelişme gösteren teknoloji, kişilerin
kendine özgü düşünü biçimleri, yaşadığı anı yansıtan anlatım
dilidir. Diğer bir açıdan baktığımızda ise her toplum kendine
ait olan yaşam biçimi ve çağını yansıtan anlatım dilini
belirler. Her toplumda, teknolojideki yenilik, kültürel
içeriği etkiler ve yeni araştırmaları ortaya çıkartır. Örneğin,
fotoğrafın 19.yüzyıla optik çağ dedirtmesi gibi.
Avrupa
ile Türk fotoğrafını karşılaştırdığımızda ise, Avrupa’da
1900’lerden sonraki dönemde, Strand’ın fotoğrafları sanatsal
birikimlerini içeren ve görsel bir iletişim aracı olarak
kullanılıyordu.
Ülkemizde
ise fotoğrafın günah olduğu inancı ve teknolojik araç gerecin
yokluğu, fotoğrafın gelimesini engellemiştir. Bu dönemde
fotoğraf sadece belge olarak kullanılmıştır. Fotoğrafın
estetiği üzerinde durulmamıştır.
Doğa
çalışmalarında ise insan figürü fotoğrafın leke değerlerindeki
dengeleme unsuru olarak kullanılır. Yüzlerdeki ifade belirli
değildir. Halbuki belirli olmayan bu yüzler, izleyenlere
evrensel bir iletşim dili olan insan yüzüne ilişkin bir
bilgi vermezler. İzleyen kişi arka plandaki doğadan, kişinin
giysisinden insanların, toplumsal ve ekonomik durumları
ile ilgili bilgileri alabilir.
Cumhuriyet’in
ilanı ile başlayan ulusallaşma anlayışı ile kültür ve sanat
bütünleştiğinden fotoğraf, bağımsız olarak yerini almıştır.
Cumhuriyet döneminden önce, söz üzerine kurulan iletişim,
cumhuriyetten sonra görsel iletişim olarak ön plana çıkmıştır.
Aynı zamanda sinema da kendini bu dönemde kanıtlamıştır.
Ülkemizde
fotoğraf 1900’lere kadar azınlıkların elindeydi. Cumhuriyet
döneminde ise fotoğraf günlük yaşamın bir parçası haline
geldi. O dönemdeki fotoğrafçılarımız, izleyenlere anlatım
ve yorum gücünü kanıtlamayı ve sevdirmeyi amaçlamışlardır.
Örneğin, Baha Gelenbevi’nin “Fotoğraf minör sanat değildir.”
demesinin anlamı, fotoğrafın toplumsal değerini vurgulamasıdır.
Bu dönemde, usta niteliğine sahip fotoğrafçıların toplumsal
bilinci oluşturma çabasını amaçladıklarını gözlemliyoruz.
Yine Cumhuriyet döneminde fotoğraf stüdyoları kısa sürede
ülke geneline yayılmıştır.
Cumhuriyet’in
ilanı ile, 1932 yıllarında nüfus kağıdı, pasaport ve resmi
evraklara fotoğraf konması zorunluluğu, fotoğraf çektirmek
istemeyen bir kısım halkın da stüdyolara gitmesini zorunlu
hale getirmiştir. Bu dönemin fotoğrafçısı Cemal Işıksel
ise, Atatürk’ün fotoğraflarını çekerek portre geleneğini
devam ettiren ve ilk foto muhabiri ünvanı ile atanan kişidir.
Bu göreve 1929 yılında Atatürk’ün emriyle Ankara Ulus Gazetesi’nde
başlamıştır. Atatürk’e ait zengin bir fotoğraf koleksiyonuna
sahiptir.
Gültekin Çizgen
|
Cemel
Işıksel’den Atatürk ile ilgili bir anı:
“1925
Mart ayı son günleriydi. Fethi Okyar büyükelçi olarak
Paris’e gidiyordu. Atatürk uğurlamaya istasyona geldi.
Makinemi sehpaya yerleştirmiş bekliyordum. İstasyon
binasından perona girerken kapıda karşıladım.
|
"
Bir dakika Paşam” dedim.
“Peki
çocuk, çabuk ol” dedi.
1933
Mayıs’ında çiftliğin yıldönümünde gene Atatürk’ün fotoğraflarını
çekiyordum. Bir aralık gülerek bana döndü, “İlk seferinde
bu kadar kolay çekemiyordun, değil mi çocuk” dedi. Sekiz
yıl önce istasyonda nasıl çalıştığımı hatırlayarak beni
hayretler içerisinde bıraktı. İşte Atatürk buydu.
Atatürk,
cumhuriyeti dönemindeki Türk toplumunu zor koşullara rağmen,
demokrasi, adalet, laiklik, dil bilinci, bilim, sanat, halkçılık,
bağımsızlık ile bilinçlendirmiştir. Sanatçıyı da topluma
“Alnında ışığı ilk hisseden insan” olarak tanımlamıştır.
O dönemde fotoğrafa vermiş olduğu değerin kanıtı da, gerek
sanatçının tanımında gerekse Cemal Işıksel’i fotoğrafla
ilgili bir kadroya atamasındadır.
Cumhuriyet’in
ilanından sonra fotoğrafa ve fotoğraftçıya düşen en önemli
görevlerden biri, yeni Türkiye’nin tanıtılması idi. Bir
yandan yurdun doğal güzellikleri ve tarihi zenginlikleri
tanıtılırken diğer taraftan ise görsel tarih oluşturma kendiliğinden
ortaya çıktı. Her ne kadar fotoğraf olayları gerçekçi bir
biçimde yansıtır dense de Cumhuriyet’in ilk yıllarında yayınlanan
tanıtıma yönelik fotoğraf albümlerinde veya dergilerde siyasal
kadronun görüşlerine uygun olarak hazırlandığı gözlemlenebiliyor.
Burada fotoğrafçının sorumluluğu büyüktür. Çünkü yazılı
olan tarih sonradan değiştirilebilir. Fakat görsel tarihi
değiştirmek olanaksızdır.
Genel
olarak fotoğrafın etkileşim sorunlarına değindikten sonra,
Cumhuriyet döneminden günümüze kadar fotoğrafı üç ayrı döneme
ayırarak inceleyebileceğiz kanısındayım.
1923-1950
yılları arası, ön planda düşünülen duygusallık “Romantik
Dönem”,
1950-1970
estetik ve teknik kuşkuların ön plana çıktığı “Geçiş Dönemi”,
1970-1998’e
kadar ise, kurgu, soyut ve teknolojinin “deneysel+dijital”
ön planda uygulandığı dönem.
Güler
Ertan
2. Sayfa
Ana
Sayfa
|