Ankara'da
Bu Yıl Gördüğümüz Sergilerden
Hafize
Kaynarca
Bu yıl Ankara'da pek çok fotoğraf
sergisi izleme şansımız oldu. Ama bunlardan bazıları doğrusu bence
çok önemliydi. Hemen hepsine burada yer vermek istesem de, ne
yazık ki bu mümkün değil. Ancak, bazılarından sırası geldikçe
söz etmeye çalışacağım. Bugün son zamanlarda gördüğüm iki fotoğraf
sergisinden bahsedeceğim. A. Kadir EKİNCİ'nin "Sessiz Işık"
isimli sergisi ile Tuğrul ÇAKAR'ın "Fotograf Sergisi".
Söylemeliyim ki bu fotoğraf sergilerini görebildiğim için çok
mutluyum...
A. Kadir EKİNCİ "Sessiz Işık"
18 Ocak 2001 akşamı sevgili A. Kadir
EKİNCİ telefonda "yarın akşam Amarikan Kültür Merkezinde
fotoğraf sergimin açılışı var" dedi. Doğruyu söylemek gerekirse,
yanlış bir önyargı ile yine sıradan sergilerden biridir diye düşündüm.
Kadir'i sevdiğim ve gideceğime söz verdiğim için pek hevesli olmadan,
biraz da geç kalarak sergiye gittim. Girişte dağıtılan sergi broşürünü
elime alıp şöyle bir göz attıktan sonra sergiyi gezmeye başladım.
Sergide yer alan siyah beyaz fotoğraflara bakarken anladım ki
bu sıradan sergilerden biri değildi...
Kendi kendime ve etrafıma sık sık
sorduğum, tartıştığım bir soru vardı. "Fotoğrafçılar neden
yakından tanıdıkları insanları, iyi bildikleri mekanları fotoğraflamazlar
da, hep bilmedikleri ya da yeni gördükleri insanları ve yerleri
çekerler acaba?" diye. Cevabı da bir türlü bulamam. Ama Kadir'e
bu soruyu sormaya gerek yok artık. O kendi doğup büyüdüğü yerleri
ve en yakınlarını fotoğraflamayı başarmış bu sergide. Hem de kendine
has, oldukça samimi bir dil ve ifade kullandığı fotoğraflar ile.
Aklımdan hep geçmiştir, doğup büyüdüğüm
evin fotoğrafını çekeyim. Yalnızca yılda bir kaç gün görebildiğim
ana babamı fotoğraflayım diye. Ama ne hikmetse bir türlü çekemedim.
Belki bir çoğumuzunda aklından geçmiştir benim gibi ama kaç kişi
çekmiştir acaba? İşte sevgili Kadir benim gibi düşünenleri ama
yapamayanları biraz utandırdı bu fotoğraf sergisiyle...
İtiraf etmeliyim ki bu fotoğraf
sergisi son yıllarda en çok etkilendiğim fotoğraf sergilerinin
başlarında geliyor. Konusu, tekniği, içeriği ve gösterilen çaba
beni çarpmaya yetti. Kadir'in doğduğu evden yola çıkan "sessiz
ışık" fotoğraflardan içimize yayıldı sanki. Bir çok kişi
için fotoğraf konusu olarak sınırlı bir mekan sayılabilecek bir
köy evi, sessiz bir ışıkla el ele verince dile gelmişti. Ahşap
dokular, toprak duvarlar, tandır kuyusu, bakır kazan, elek, ekmek
tahtası bir bir dillenmişti sanki bu siyah beyaz fotoğraflarda.
Daracık bir alandan oldukça etkileyici, güzel, büyük bir fotoğraf
sergisi çıkmıştı. Her bir fotoğraf, hem evi hem de evde yaşanmış
ve yaşanan hayatın izlerini sunuyordu...
Ya o evin içinde yaşayan ana baba.
Oğullarının gözünden, bir yumak ışıkla başka bir boyuta geçmişlerdi
bu görüntülerde. Belki ölümsüzleştiler, belki de sonsuz bir ışığın
içinde kayboldular. Onların yüz çizgilerindeki yaşanmışlık, ellerindeki
hüner, gözlerindeki hüzün müydü bu parlak ışığı yaratan aslında.
Onların içindeki sevgi miydi bu toprak evi aydınlık kılan, evin
içindeki sesiz pırıltı mıydı yoksa onları hala bir arada ve dimdik
tutan... Bilemedim... Ama fotoğraflarda gördüm ki, parlak bir
ışık demeti kol geziyordu bir köy evinin toprak duvarlarında ve
evde yaşayanlar bu ışık hüzmesi ile yeniden canlanıyor, başka
bir aleme taşıyorlardı bizi. Hem çok yakın hem çok uzaktılar.
Doğup büyüdüğü mekanı, farklı bir
yorumla, fotoğraflarda yeniden kurgulamak, anılardan çıkarıp,
yarından öteye taşımak. Çocukken içinde saklambaç oynadığınız
duvarları, kimbilir kaç kez düşüp bir yerlerinizi kanattığınız
yeleri, çarptığınız direkleri ve kapıları, siyah-beyaz ve griden
yeniden var etmek. Belki de çocukluğunun düşleri için vefa borcunu
ödemek, şükranlarını sunmak. Böylelikle kendinle ve geçmişinle
olan iç hesaplaşmanı barışla sonlandırmak. Yahut zamanla iyiden
iyiye dönülemez biçimde uzaklaştığımız, doğup büyüdüğümüz yerlere
kendimizi affettirmek için bilinçsizce/belki de bilinçli bir içi
çekiş ya da ağıt mı ola ki...?
Fotoğrafları size tek tek anlatmak
isterdim. Ama bence kendiniz görün.. Her birinin tek tek düşünülerek,
tasarlanarak, kurgulanarak, uzun uzun emek verilerek, büyük bir
özveri ve titizlikle hazırlandığını görebiliyorsunuz. Sıradanlıktan
uzak, sanatçının kendine has düzenlemesi ve baskılarıyla yapılmış
fotoğraflar... Hem çok özneldi, hem de çok geneldi bu görüntüler.
Sanatçının eviydi, onun ailesiydi, onun duygularıydı ya... Oysa
bir parça da benimmiş gibi yakın geldiler bana... Kendimden bir
şeyler buldum tüm karelerde. Keyifle, çoşkuyla ama bir o kadar
da hüzünle izledim bu görüntüleri. İçim burkuldu, ürperdim ve
titredim bir yandan. Gel gelelim öte yandan yüreğimi ısıttılar...
O sessiz ışık benim de içime işledi...
Kendi çocukluğumun geçtiği köyü,
o kerpiç evi, geçmişimi ve ana babamı hatırlattı bana bu sergideki
görüntüler. Onun için yakın buldum kendime belki. Bu yüzden belki
her bir fotoğraf karesiyle iletişim kurdum. Yalanım yok, kendimden
ve geçmişimden izler bulduğum içim sevmişimdir kimbilir? Öyle
bile olsa bu fotoğraflarda samimiyet, cesaret, içtenlik, dürüstlük
gibi duygular uyandıran bir şeyler vardı. Ve ben bu sıcaklığı
ve hoşluğu sevdim. Benim için bu sergi, yaşantımdan izler çağrıştırdığı
için de, (bence) pek çok açıdan iyi fotoğraflar olduğu için de
önemli. Bu fotoğraflar bir yaşamın kesitlerinden alınmış, yaşanmış
öyküler demeti gibi geldi bana. Hem hepsi bir hikayeydi hem de
her biri bir öykünün paraçaları olan başka başka hikayelerdi.
Yolu bir şekilde bir köy evinden geçmiş olan herkesin yaşantısından
alınmış hikayelerdi...
Tuğrul ÇAKAR "Fotograf Sergisi"
(4-30 Nisan 2001)
Ankara'daki pek çok fotoğraf sever
gibi ben de o Nisan akşamı soluğu The British Council'ın galerisinde
aldım. Çünkü burada Tuğrul ÇAKAR'ın "Fotograf Sergisi"
açılışı vardı. Her açılışta olduğu gibi yine aklımdan "sergilere
açılışta gelmemek lazım. Çünkü alkol kokusu ve uğultudan sergi
izlemek pek kolay olmuyor" diye geçti aklımdan. "Sonra
sakin bir zamanda gelirim ve rahat rahat tekrar gezerim"
dedim kendi kendime. Yine de fotoğrafları tek tek izleyerek, bazen
yalnız, bazen birileri ile birlikte sergide bir kaç tur attım.
Paspartuların ve fotoğraf boyutlarının
dikkat çekici olduğu sergi bir kaç bölümden oluşuyordu. Fotogramlar,
cansız mankenler, şiirler ve nüler. Elle renklendirilmiş sıcacık
ama hüzünlü ve nostaji yayan görüntüler... Canlıymışçasına duran
cansız varlıklar, canszılaşmış/yalnızlaşmış canlı kadınlar. Günümüzde
yaşanan çelişkilerin, dramatik bir görsel dille eleştirisi miydi
acaba?
Fotoğrafları uzun uzun izledikten
sonra duygularımı anlamaya, fotoğrafların bende yarattığı etkiyi
tahlil etmeye çalıştım. Bu fotoğraflar bana ne demişti? Sessiz
bir çığlık duydum sanki...
Sarı, pembe, yeşil renklerde boyanamış
olmasına karşın, o küçücük nesneler, bizim de her geçen gün biraz
daha nesneleştiğimizi mi haykırıyordu yüzümüze... Yoksa çocukluğumuzun
küçük sevinçlerini mi hatırlatmaya çalışıyordu? Bayramlarda avuç
dolusu şekerlerle kucak dolusu mutlu oluşumuzu mu? Günün her saatinde
ellerimizde tutuğumuz, bizim için bir işlevi olmaktan öte bir
önemi olmayan o basit maddeler yaşantımızda başka anlamlar taşımıyor
muydu? Taşımalı mıydı? Acaba bizi ele mi geçirdi bu küçük nesneler
kalabalığı? Bilmiyorum. Bilemiyorum... Fakat bu nesnelerin fotogramları
beynimi karıncalandırdı. Sorguladım kendimi ve nesneleşmekten
ürktüm doğrusu...
Hergün önünden geçtiğimiz vitrinlerin
içinden hepimize gülümseyerek bakan mankenler, tüketim çılgınlığımızı
mı temsil ediyor? Veya bu çılgınlık içinde bir birimizi unutup,
kostümler içine sıkışmış birer cansız kadınlar ve erkeklere dönüştüğümüzü
mü söylemeye uğraşıyorlar sessizce ama tüm güçleriyle çığlık çığlığa?
İşte mankenlerin portreleri bana bunları düşündürttü. Bir yandan
soğuk, marur ve gizemli bakarken, bir yandan kendi aralarında
onlara bakan canlı ama onlardan daha yalnız bizlere gülüyorlar
gibi geldiler bana. Hatta acıyorlar, bizim için bizim adımıza
hüzünleniyorlardı sanki. Onlara bakarken onları görmeyişimize,
aslında kendimizden başka hiç bir şeyi ve hiç kimseyi görmeyişimize
şaşıyor ve inciniyorlardı belki de. Dokunsan ağlayacak gibi bir
halleri vardı. Fotoğraflardan çıkıp yanımıza gelecek ve ellerimizi
tutacak kadar canlı görünüyorlardı. Bazılarımızdan daha canlıydılar
belki de...
Hergün biraz daha küçülen daracık
mekanlara sıkışıp kalışımız, yalnızlığımız, kimsesizliğimiz ve
tüm süsümüze karşın çıplaklığımız, nostajiyle mi besleniyor? Ya
da geçmişe sadece özlem duyup, aslında hiç de bizi biz yapan geçmişi
sorgulamıyor muyuz? Bu sıkışmışlık içinde dünü de yarını da görmüyor
muyuz? Sergideki çıplak kadın fotoğrafları bir yandan binsekizyüzlü
yılları hatırlatırken bir yandan da bugüne dair göndermeler yapmama
neden oldu. Cansız mankenlerle oluşturdukları tezatlık ise içimi
acıttı aslında. Bir yandan keyifle izlerken bir yandan buruk bir
hüzün dalgası sardı beni. Geçmişi özledim, geleceği merak ettim,
ancak aslolanın geçmiş ve gelecek arasında, bugün bir başımıza
kalışımız olduğunu düşündüm...
Ya o güzelim şiirlerden oluşmuş
fotoğraflar... İlk gençlik yıllarımızda sevgiliye yazdığımız,
yastıkların altında sakladığımız şiirleri anımsadım nedense. İçim
bir tuhaf oldu. Gözlerim doldu. Büyüyünce, aşk kırıklıkları yaşayınca,
neden bu hisler bir daha gelmez oldu. Uğruna şiir yazacak kadar
derin ne zaman bir daha seveceğiz acaba? Hadi, Tuğrul Çakar'ın
sergi broşüründe yer alan şiirini birlikte tekrar okuyalım.
martılar var mı görebildiğin
mayıs martıları var mı
ya o martı
hani yüreğini kırdığın
hep-üşüyorum-diyen martı
yaşıyor mu şimdi
görebiliyor musun
ocak 01 istanbul
Ah hüzün, yalnızlık, özlem, geçmiş
ve gelecek. Bugünkü körlüğümüz ah... Bu fotoğraflar bende duygusal
olarak bunları uyandırdı ama umutsuz olduğumu sanmayın. Umut da
vardı her karede. İnadına umut... Çürümüşlüğümüzden yeniden filizlenişimizi
de görebiliyorduk.
Sergiden sonra sanatçının kendisiyle
sohbet ettiğimizde onun bu sergideki fotoğraflar ile söylemek
istediklerinden çok da farklı şeyler almadığımı anladım. İzleyene
vermek istediklerini vermişti. Demek istediklerini fotoğraflarıyla
demişti. Siz de bunları duymak/görmek isterseniz buyrun...
Daha çok belgesel fotoğraflarını
gördüğüm ve hayran olduğum Tuğrul Çakar'ın bu sergisindeki fotoğrafları
da yine duygu dolu ve içten geldi bana. Büyük haz duydum onlara
bakarken. Unutmaya başladığımız ve farkında olmadığımız bir şeyler
hatırlattı. İnsanlara, kitaplara ve fotoğrafa sarıldım bir süre
de olsa!!!
Görebileceğiniz Üç Fotoğraf Kitabı/Katalog;
Zaten ülkemizde sayıları oldukça
az olan fotoğraf kitaplarına ulaşmak pek o kadar kolay olmuyor.
Ünlü fotoğraf sanatçılarının kitapları çok pahalı olduğu için
satın almakta zorlanırken, bazı fotoğrafçıların kitapları da kendileri
bastırdığı için piyasada bulunmuyor. Bu kitapları fotoğrafçıların
kendilerinden edinebiliyoruz. Bir de yayınları pek takip etmediğimizi
düşünürsek fotoğraf kitaplarından ne yazık ki pek haberimiz olmuyor.
Bütün bunlara rağmen az sayıda da olsa fotoğraf kitabı/albüm yayınlandığını
görmek sevindirici ve umutlandırıcı.
Yayınlanan fotoğraf kitaplarından
pek çok kişinin haberinin olmadığını ve dolayısıyla da görme şansı
bulamadığını varsayarak, yeni görme fırsatı bulduğum üç fotoğraf
kitabından söz edeceğim... Bunlar; Sayın Cengiz AKDUMAN'ın çıkardığı
"ANLAR VE ANILAR" isimli fotoğraf kitabı, Sayın Osman
ERK'in "DOĞRUDAN DOLAYLI" isimli kitabı ile Bilim ve
Teknik Dergisinin düzenlediği "DOĞA" konulu fotoğraf
sergisinin katalogu. Umarım ilginizi çeker ve görmeyenlerin görme
şansı olur.
4Bu yılın başında, Cengiz AKDUMAN'ın
Ankara'da AFSAD'da yaptığı gösteri ve sergisini izleyemediğim
için çok üzülmüştüm. Ancak Mart 2001 tarihinde Mersin'de (İFAD'da)
görme şansım oldu. Slaytlarını gördüğüm fotoğrafların bazılarını
aynı zamanda sergide ve kitapta da görmek çok heyecan vericiydi
doğrusu. Aynı fotoğrafın hem renkli slaytını, hem sergide siyah
beyaz çerçevelenmiş baskısını ve de kitapta ellerimin arasında
yayınlanmış olarak izleme şansım olmasına çok sevindim.
Kendi firması olan Diyafram (Fotoğraf
ve Film Hizmetleri Ltd.Şti.) Yayınlarından, 1999 yılında çıkan
kitapta sanatçı yirmi beş yıllık fotoğraf serüveninden kısaca
bahsederken şöyle diyor: "Kimi zaman bir dağ yamacında üşüyerek,
kimi zaman bir nehirde boğulma tehlikesi atlatarak, Anadolu'nun
en uç noktalarında hiç tanımadığım insanlarla, bir şantiye barakasında
rakı içerek ya da platolarda kamera arkasında uykusuz geçen bir
yirmi beş yıl..." Ve devam ediyor neden siyah beyaz fotoğraflardan
bir kitap çıkardığına dair şunları söylüyor. " ... Eğer fotoğrafçılıkta
bir yer edinmişsem, eğer fotoğrafçılık yaşam biçimim olmuşsa bunda
siyah beyaz fotoğrafın payı çok büyüktür. İlk sergi, ilk ödül,
ilk heyecan... Çalışmalarım uzun süreden beri renkli fotoğrafa
yoğunlaştığı için belki siyah beyaza bir vefa borcu ödeme isteği..."
Vefa borcunun böyle ödenmesine ne denir ki? Kutlanır elbette...
Andolu'nun çeşitli yerlerinde, 70'li
yıllardan 90'lı yılların sonlarına kadar çekilmiş, yüze yakın
siyah beyaz fotoğrafın yer aldığı güzel bir fotoğraf kitabı...
Özellikle siyah beyaz fotoğraf kitaplarının az sayıda yayımlandığı
günümüzde böyle bir kitap ve siyah beyaz belgesel fotoğraflar
görmek benim açımdan oldukça keyifli oldu doğrusu. Kitaba her
baktığımda ülkenmin çeşitli yerlerini, insanlarını, yaşamlarını
ve yaşanılan mekanları yeniden keşfediyor ve oralarla, o insanlarla
yakınlık kuruyorum sanki. Balıkçısından güreşçisine, köylüsünden
kentlisine, berberinden demircisine, çingenesinden çobanına, yaşlısından
gencine ve çocuğuna, Harranından Egesine karı karış bu toprakların
insanları ve yaşantıları gözler önüne serilmiş bu kitapta. Kimi
hüzünlü, kimi mutlu, heycanlı çoşkulu ve umutlu bizim insanlarımız
işte. Aydınlık ve karanlık yerleriyle bizim ülkemiz işte... Umarım
bu kitabı edinme ve görme şansınız olur...
4Geçtiğimiz 2000 yılının sonlarında,
Ankara'da Osman ERK'in, Galeri Sanatyapımda açılan sergisini görememiştim.
Ancak İbrahim Demirel bu sergide dağıtılan ve Sanatyapım Yayınlarınlarından
çıkan "DOĞRUDAN DOLAYLI" isimli fotoğraf kitabını bana
armağan edince tahmin edersiniz ki çok sevindim. Kitabın arkasındaki
not ise çok çarpıcı ve anlamlıydı doğrusu. "BEDAVA AMA DEĞERSİZ
DEĞİLDİR". Oysa, böyle bir kitaba bedava ulaşma şansını yakalamak
ayrıca çok anlamlı geldi bana. Umuyorum bu kitabı alan herkes
bunun önemini kavramıştır.
Kitapta kendi fotoğraflarının yanı
sıra, etkilenediği ve sevdiği şair, yazar ve karikatürislere ve
onlardan yaptığı alıntılara da yer vermiş sanatçı. Aile albümünden
aldığı fotoğraflardan sevdiği şiirlere, beğendiği karikatürlerden
bir şekilde etkilendiği ve önemsediği yazılara ve düşüncelerine
yer açmış fotoğraflarının arasındaki sayfalarda. Yoğurmuş, harman
etmiş onu kendisi yapan her şeyi ve öyle sunmuş fotoğraflarını...
Bu kitapta Osman ERK'in sadece siyah
beyaz ve renkli fotoğraflarını değil kendisini de görebiliyoruz.
Belki onu fotoğrafa iten nedenleri de görüyoruz denebilir. Sanatçının
kitabın girişinde yazdıkları bu kitabın böyle olmasının nedenlerini
ve önemini sanırım daha iyi anlatacak. "Geçmiş yıllarda çekmiş
olduğum fotoğraflardan bazılarını bir arada sunma fikrini yoğuruken,
düşüncelerim salkım salkım dizildi etrafıma. Çocukluğumda, ergenliğimde,
yetişkinliğimde ve kademe kademe olgunluk dönemlerimde gördüklerim,
yaşadıklarım, hissettiklerim ve öğrendiklerim; çerçeveleri, üzerine
dizilmiş düşünceleri birbirine bağlıyordu. Doğrudan ve dolaylı,
dolaylı ve doğrudan duygu ve düşüncelerimin birbirine saç örgüsü
gibi geçmiş olması bu kitabın ortaya çıkmasına neden oldu."
Sanatçının yaşamını da fotoğraflarıyla
birlikte samimiyetle, açık yüreklilikle ve dolu dolu sunduğu,
keyifle okuyacağınızı, izleyeceğinizi sandığım ve BEDAVA dağıtılan
bu kitaba ulaşmanızı diliyorum. Okurken, fotoğraflara bakarken,
keyif almanın yanıda düşündüren, sorgulayan bir kitap bu. Bence
farklı ve ilginç bir çalışma olmuş doğrusu...
4Son fotoğraf kitabına gelince;
çeşitli kurumların düzenlediği fotoğraf yarışmaları ve fotoğraf
sergileri sonucunda çıkardıkları fotoğraf albümleri için önemli
bir örnek sayılabilir. Önceki yıllarda düzenlediği sergiler sonucunda
da katalog çıkaran Bilim ve Teknik Dergisi 1999 yılındada yine
bir dizi fotoğraf etkinliği ile DOĞA konusunu ele almıştır. Düzenlediği
fotoğraf yarışması/sergisi sonucunda da "DOĞA" konulu
fotoğraf sergisinin katalogunu fotoğraf yayınları arasına kazandırmıştır.
Ne diyelim darısı diğer fotoğraf etkinliği, yarışması ve sergisi
düzenleyen kurumlara...
Doğa fotoğrafları ile pek ilgilenmememe
rağmen bu kitaptaki fotoğrafları keyifle izledim. Doğal yaşamın
büyülü, gizemli ve renkli dünyasından hem ürktüm hem de etkilendim.
Doğanın ayrıntılarında gizlenen yaşamın çekiciliğini, bir fotoğrafçı
için anlamını sanki yeniden kavradım. Çoğu zaman kafamızı çevirip
geçtiğimiz, üstüne basıp ezdiğimiz ve hatta farkında olmadığımız
güzelliklerin aslında neler sakladığını bu kitaptaki fotoğraflar
bir kez daha gözler önüne seriyor...
Aslına bakarsanız bu kitabı uzun
süre çantamda taşıyarak etrafımda doğa fotoğrafı çeken herkese
göstermeye çalıştım. Genellikle yarışmalara pek katılmayan pek
çok kişinin bu katalogta adını görünce de doğrusu hiç şaşırmadım.
Düzenlediği fotoğraf etkinliği sonucunda, fotoğraftan yararlanmalarının
karşılığını böylesine güzel bir kitap yaparak, anlamlı bir şekilde
ortaya koyan kurumu, bu arkadaşların da canı gönülden desteklediklerini
düşündüm. Doğal olarak ben de aynı duygularla destekliyorum.
Eğer doğa fotoğrafı çekmeyi veya
seyretmeyi seviyorsanız, işte size güzel fotoğraflardan oluşan
bir kitap. Lütfen bulun ve edinin. Pişman olmazsınız...
Bu üç kitabın fotoğraf yayınları
arasına katılmasında katkı veren herkesi yürekten kutluyorum ve
teşekkür ediyorum. İlgilenenlerin bu yayınlara ulaşabilmesini,
elde edebilmesini ve keyifle izlemesini tüm kalbimle diliyorum.
Hadi bir gayret, belki bulursunuz ve görürsünüz...
Ulaşabildiğim yeni yayınlar görebilmek
dileğiyle...
Hafize KAYNARCA
Öğretmen - Amatör Fotoğrafçı
|