"Belgesel
Fotoğraf ve Haber Fotoğrafı; Fark Nerede?"
Şeyda Sever
Tezimi yazarken sık sık “belgesel fotoğraf” kavramı ile "haber
fotoğrafı" kavramını birbirinin yerine kullanmaya başladığımı
ya da bu iki kavram arasındaki farkların tam olarak tanımlanmamış
olduğunu fark ettim. Hemen herkes haber fotoğrafıyla belgesel
fotoğraf arasındaki ayrımları sözel olarak dile getirmese de sezebiliyor.
Ben ise bu farkları söze dökmeye karar vermiştim. Hepimizin bildiği
birkaç ismi düşündüm ve bunları belgeselci olarak mı yoksa haber
fotoğrafçısı olarak mı tanımlamam gerektiğini düşündüm. Sonunda
bu ayrımı yapmanın oldukça zor ama mümkün olabildiğini keşfettim.
Ara Güler’e baktığımda onun kendini foto-muhabiri olarak tanımlasa
da bir belgeselci olduğuna karar verdim. Elbette onun da haber
fotoğrafları vardı ancak temel olarak fotoğraflarını belgesel
olarak tanımlamanın daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Aynı
durum bence Henri Cartier Bresson için de geçerlidir. Bir de
Capa var ki o her iki alana da giriyor. Dolayısıyla bu iki farklı
tanımlanması gereken ve öncelikleri farklı olan alan birbirine
bir geçişi de imkanlı kılıyor kanımca.
Fotoğrafın en temel özelliği ve aynı zamanda da işlevi, olaylar
karşısındaki tarihsel tanıklığıdır. Belgesel fotoğrafın bu tarzı,
fotoğrafın en etkin ve temel uygulama alanlarından biri olagelmiştir.
Ancak belgesel bir teknik değil bir yaklaşımdır; belgesel bir
iddia değil bir saptamadır. Belgesel fotoğraf, varlığını yaşamın
gerçeklerinde bulur. Belgesel fotoğrafın amacı insanları, olayları,
insanların ve olayların bulunduğu çevreyi betimlemek ve kaydetmektir.
Fotoğrafın gerçeğin aynını yakaladığına duyulan inanç belge fotoğrafçılığının
varlık unsuru olmuştur. Belgesel fotoğraf dış gerçekliğin, kendini
okura anlatmak isteyen fotoğrafçı tarafından tasvir edilmesidir.[1]
Belgesel fotoğraf terimi daha önce farklı biçimlerde kullanılmakla
birlikte ilk kez ekonomik bunalım yıllarında Amerika Birleşik
Devletleri'nde yapılan fotoğraf çalışmaları için kullanılmıştı.[2]
Ancak şimdiye kadar üzerinde anlaşılmış bir tanımı bulunmamaktadır.
Çoğu zaman doğrudan fotoğraf , haber fotoğrafı ile
birlikte tanımlanır. Ancak belgesel fotoğraf hem doğrudan fotoğraftan
hem de haber fotoğrafından pek çok noktada ayrılır. Doğrudan fotoğraf
hem belgesel hem de foto muhabirliğini kapsar çünkü hem bir yaklaşım
hem de bir tekniktir. Doğrudan fotoğraf anlayışında fotoğrafik
görüntünün hiçbir teknik müdahaleye uğramadan doğrudan doğruya
çekildiği gibi basılması esas alınmıştır. Bu teknikle çekilmiş
her fotoğraf doğrudan fotoğraf örneğidir. Uzak ülkeler, buralarda
yaşayan insanların hayatları, doğa, doğrudan fotoğrafın konusu
olabilir. Ancak her doğrudan fotoğraf belgesel fotoğraf örneği
değildir. Çünkü Belgesel fotoğraf her fotoğrafın sahip olmadığı
bazı unsurlara sahip olmalıdır. Bunların başında mesaj
taşıma özelliği gelir. Belgesel fotoğraf bir mesaj taşımalı,
söyleyecek bir şeyleri olmalıdır, toplumsal bir olayı yansıtabilmelidir.
Yaşadığımız dünyaya ilişkin farklı bakış açıları geliştirebilmelidir.
Belgesel fotoğraf haber fotoğrafı da değildir. Belgesel fotoğrafın
taşıdığı mesajlar haber fotoğrafının tersine spesifik olarak tek
bir olay üzerinde yoğunlaşmaz. Belgesel fotoğraf daha uzun ömürlü
ve sosyal mesajlar yaratır. Haber fotoğrafı ve belgesel fotoğraf
arasındaki farkları iyice ortaya koymadan önce belgesel fotoğrafın
gelişim sürecine çok kısa bakmak gerektiğini düşünüyorum.
Toplumsal Eleştirinin Görsel Anlatım Aracı Olarak Fotoğraf
Fotoğraf, fotoğrafı çeken kişinin, ona bakanlarla kurduğu iletişimin
aracı ve aynı zamanda da ürünüdür. Belgesel fotoğraf gerçeği açıklamaya,
onu ortaya koymaya çalışır. Ancak bunu her zaman bir şeyleri
değiştirmeyi amaçlayarak yapmaz. Bununla birlikte toplumsal koşulların
değişmesinde ya da toplumsal tepkilerin yaratılmasında fotoğrafın
oldukça önemli bir işlevi olmuştur.
1900’lü yıllara doğru belgesel fotoğraf toplumsal belgeci
yaklaşım olarak tanımlanan yöne doğru hızla kaymaya başlamıştır.[3] İlk kez Devrimin hemen sonrasında
Sovyet Rusya’da kullanılmaya başlayan ve yoğunluklu olarak edebiyat
alanını kapsayan “Toplumsal Gerçekçilik” yaklaşımının fotoğraftaki
yansıması "Toplumsal Belgeselci” yaklaşım olarak tanımlanmıştır.
Toplumsal Belgeselcilerin çalışmaları hem belgesel fotoğraftan
hem de haber fotoğrafından bir çok noktada ayrılmaktadır. Belli
alanlarda sık sık diğer iki alanın kapsamına da girmekle birlikte
toplumsal belgeselci yaklaşımın amaçları hem belgesel hem de haber
fotoğrafından farklıdır. Toplumsal belgeselci fotoğrafçılar fotoğrafı
sadece mekanları ya da anları görüntüleyen bir araç olarak görmezler.
Fotoğraflar toplumsal eleştirinin en güçlü araçları olarak sistemli
olarak çekilirler. Çekilen fotoğraflar kişisel arşivlerde yer
almak yerine belli bir kamuoyu yaratmak amacıyla yayınlanır.
Bu tür fotoğraf yaklaşımının ilk örneklerini Jacop Riis, Lewis
W. Hine ve onları izleyen dönemde de Paul Strand’in çalışmalarında
görüyoruz.
Jacob Riis 1889 yılında New York’ un fakir mahallelerinde, göçmen
konutlarında yaşanan işsizlik ve fakirliği görüntülemiş ve hazırladığı
raporu Kent Sağlık Örgütü'ne yollamıştır. Riis'in daha önce görsel
malzeme kullanmadan hazırladığı raporla hiç ilgilenmeyen Kent
Sağlık Örgütü Riis’in fotoğraflarına inanılmaz ilgi göstermiş
ve yoksul mahallelerde yaşam koşullarının iyileştirilmesi için
çalışmalar hemen başlatılmıştır. Bu olay belgesel fotoğrafın
toplumsal yaşamı değiştirme yolunda kullanılmasının en etkileyici
örneklerindendir. Riis çalışmasına başlarken böyle bir amaçla
yola çıkmış, sonunda da amacına ulaşmıştır. Lewis Hine’in 1908’de
maden ocaklarında yaptığı çalışmalarda amacı Riis’inkinden farklıydı.
Hine daha çok saptamalar yapmak amacıyla fotoğraflar çekiyordu.
Hine’in çektiği fotoğraflar Çalışan Çocukları Koruma Ulusal Komisyonu
tarafından kullanıldığında bu konuda önemli bir kamuoyu yaratılmış
ve fotoğraflar çocuk hakları ile ilgili yasaların çıkarılmasında
çok etkili bir propaganda aracı olmuştur. Lewis Hine’in 1920’lerin
New York’unda göçmenler üzerinde yaptığı çalışma Riis’in çalışmalarını
andırır. Hine’nin sosyoloji eğitimi almış olması bir rastlantı
değildir. Edebiyat alanında mücadele veren toplumsal gerçekçiler
sanat eserinin kendine mucizeleri, olağanüstü olanı değil toplumsal
olanı konu alması gerektiğini vurguluyorlardı. Bu nedenle romanlarını
yazarken sosyoloji, psikoloji ve antropoloji gibi bilimlerden
yararlanıyorlardı. Hine’nin sosyoloji eğitimi almış olması bu
açıdan oldukça önemlidir. Hine toplumsal gerçekçi/belgeselci
yaklaşımı benimsemiş ve toplumsal koşulların değiştirilmesi amacıyla
fotoğraf çeken en önemli fotoğrafçılardan biri olmuştur. Hine
fotoğrafın toplumsal koşulların değiştirilmesinde bir araç olarak
kullanılabileceğini keşfetmiş ve öğretmenliği bırakarak tüm zamanını
fotoğraf çekmeye ayırmıştır. Fotoğraflarında ekonomik olarak altta
olan, sömürülmüş sınıfların yaşam koşullarına ve ekonomik sisteme
yönelik eleştirileri açıkça görülüyordu.
Hine fotoğraflarını foto-yorumlar olarak tanımlamaktaydı.
Fotoğraflar İnsana Dair Belgeler adıyla yayınlandı. Hine’in
aldığı eğitim onun çok fazla çaba sarf etmeden fotoğrafların yer
aldığı sosyal ardalanı ve bu ardalandaki sosyal yönelimleri anlamasını
kolaylaştırmıştır. Hine kendi deyimiyle sadece değişmesi, düzeltilmesi
gerektiğine inandığı şeylerin fotoğraflarını çeker. [4]
İlk kurumlaşmış belgesel fotoğraf çalışması İngiltere’de kurulmuş
olan Ulusal Fotoğraf Kurumunun (National Photographic
Association) yaptığı çalışmalardır. Kurum 1897 yılında kaybolmak
üzere olan gelenek, örf ve adetlerin fotoğraf aracılığıyla yaşatılması
amaçlanarak kurulmuştur. İngiliz Ulusal Fotoğraf Kurumu'nun yaptığı
bu çalışmadan günümüze yaklaşık iki bin fotoğraf kalmıştır.[5] Ancak belgesel fotoğrafın toplumsal
bir tepki oluşturmak için kullanılmasının en önemli örneği Amerika
Birleşik Devletlerinde Çiftçi Güvenliği Dairesi, (Farm
Security Administration, FSA) tarafından gerçekleştirilen
kapsamlı çalışmadır. Bu çalışmayı diğerlerinden farklı kılan ise
devlet destekli bir çalışma olmasıdır. FSA’nın yaptığı çalışmalar,
fotoğrafın sosyal değişmeye sadece tanık olmakla kalmayıp bu değişmeyi
yönlendirebildiğini de gösteren en kapsamlı örnektir.
Ekonomik bunalımın yoğun bir biçimde tüm dünyada yaşandığı 1930’lu
yıllarda sanatçıların bundan etkilenmemesi beklenemezdi. Bu yıllarda
resim sanatının eski gerçekçiliğine geri döndüğü beyan edilir
oldu. Bunu takiben Meksikalı duvar ressamları sokaklara yaptıkları
resimlerle halkı yönlendirmeye başladılar. Bir çok bağımsız film
yönetmeni, dönemin olağan eğlence filmlerinin tersine gerçek insanların
yer aldığı, gerçek olay ve sorunlar üzerine filmler yapmaya başladılar.
İngiliz Belgesel Okulu'nun kurucusu John Grierson belgesel sinemayı
gerçeğin kaydedilmesi ve yorumlanması olarak görüyordu. Bu ise
Grierson’a göre halkı etkilemenin en ideal yoluydu;
Gerçeklerin kaydedilmesi ve yorumlanması halkı etkilemenin yeni
bir yoludur ki bu deneyimlerimizi arttırarak, bizim yeni dünya
vatandaşlığımızı tasarılarımız arasına sokar. Günlük yaşantımızdan
yola çıkan dramalar yapma, problemlerimizden şiirler yazma gücünü
bize verir.[6]
Grierson ve grubu yaptıkları filmleri belgesel olarak tanımlarlar.
Hem İngiliz belgecileri hem de toplumsal belgeci fotoğrafçılar
sanatsal kelimesinden sürekli olarak çekindiler, belgeselci hareket
üzerine yazılan tüm yazılarda, belgeselin bir sanat olmadığı konusunda
ısrar ettiler. Yapımcı-yönetmen Paul Rotha güzelliği belgeselin
en büyük düşmanı olarak görüyordu. Rotha film için vazgeçilemez
bir can damarı olan fotoğrafın çok güzel olması halinde belgesel
için zararlı olacağını iddia ediyordu.[7]
Grierson belgeselde estetik değerlerin kullanılması konusunda
Rotha’dan daha ılımlıdır. Grierson belgesel için şöyle diyor:
Belgeselcilik başından itibarın anti-estetik bir harekettir......
yanlış anlaşılmaya sebep olan şey; bizim her zaman estetiği kullanma
konusunda sahip olduğumuz güdüdür. Bu güdüyü ve estetik değerleri
kullandık çünkü onlara hem ihtiyaç duyuyorduk hem de hoşlanıyorduk.
Hareketin mantığına aykırı düşecek bir şekilde estetik Robert
Flaherty ve Alberto Cavalcati gibi yönetmenlerin işine çok yaramıştır....
Dolayısıyla biz gerekli olan estetik teknikler konusunda estetik
olmayan amaçlarımız için uzmanlaştık. [8]
Film yapımcılarının belgeselden bahsetmeye başladıkları dönemlerde
fotoğrafçılar da fotoğraf makinelerini benzer biçimlerde kullanıyorlardı.
Tarımda modernizasyon ve makineleşmeyle yarışamamış, kuraklık
ve verimsizlik gibi nedenlerle topraklarından ayrılmak zorunda
kalan merkez eyaletlerdeki tarım işçilerinin problemleriyle ilgilenip,
parasal yardım sağlamak amacıyla Roosewelt tarafından kurulan
birçok ajanstan biri de Çiftçi Güvenliği Örgütü idi. Bu yeni
örgüt Colombia Üniversitesi eski ekonomi profesörü, tarım bakanı
Rexford G. Tugwell tarafından yürütülüyordu. Tugwell eski öğrencisi
ve aynı zamanda meslektaşı olan Roy E.Stryker’ı Amerikan kırsal
yaşamını da derinlemesine ele alan geniş bir fotoğrafik projeyi
yürüten tarih bölümünün başına getirdi. Örgüt bir süre sonra
1937’de Tarım Bakanlığının bir dairesi oldu.[9]
Walker Evans projeye katılan ilk fotoğrafçılardan biridir. Evans
çalışmalarında hem Amerikan hayat tarzı hem de Amerikan halkı
konusunda duyduğu çifte ilgiyi sürdürüyordu.
Evans güney eyaletlerine doğru yola çıkarak bölgedeki toprakların
durumunu, kiracı çiftçilerin kötü koşullarını, evlerini, eşyalarını,
nasıl çalıştıklarını, hasatlarını, okullarını, kiliselerini ve
dükkanlarını, küçük kasabaların sokaklarını, reklam panolarını
ve arabalarını fotoğrafladı. FSA’nın çalışmalarına katılan önemli
isimlerden biri de Dorothea Lange olmuştur. Lange’nin çektiği,
tarlalarda çalışan, geçici kamplarda, şehir çöplüklerinde, boş
arazilerde kurulan çadırlarda kalan, otoyollarda aşırı yüklenmiş
kamyonlarla dolaşan göçebe işçilerin fotoğrafları gerçeği yansıtan
birer belge olmanın ötesinde fotoğraflardır. Lange insansız çiftlik
evlerini, makinelerle sürülmüş terk edilmiş arazileri, evlerinden
çıkarılmış yüzlerce çiftçinin yaşadığı koşulları açık ve dokunaklı
bir biçimde fotoğraflarında yansıtmıştır. Lange’nin çadırın içine
çömelmiş, çocukları tarafından etrafı sarılmış göçmen kadını gösteren
fotoğrafı proje kapsamında çekilen ve Amerika’da röprodüksiyonu
en çok yapılan fotoğraf olmuştur. Dorothea Lange şöyle diyor:
"Benim fotoğraf yaklaşımım üç düşünceye dayanır; birincisi,
müdahaleden uzak fotoğraf anlayışıdır. Ne çekersem çekeyim asla
müdahale etmem, baskı yapmam, insanlar üzerinde baskı kurmam.
İkincisi, mekanı hissettirmektir; neyi çekersem çekeyim mutlaka
onu çevreleyen unsurları objenin yer aldığı mekanı da görüntülemeye
çalışırım; köklerini bulmak gibi bir şey. Üçüncü olarak zaman
duygusunu hissettirmek gelir. Ne çekersem çekeyim onun geçmişle
ya da günümüzle kurduğu ilişkiyi göstermeye çalışırım." [10]
Belgesel fotoğrafçılar bir süre sonra yazılı bilbordlar ya da
duvar yazıları gibi yazılı materyalleri de fotoğraflarına konu
etmeye başladılar. Birden fazla fotoğrafçı 1930’lu yılların yoksullukları
karşısında bunun tam tersi sloganlarla dolu bilbordları fotoğraf
makinesiyle belgelediler. Böylece işaret, harf gibi görsel malzemelerin
fotoğrafik obje olarak görüntülendiğinde kendi kendilerine taşıdıkları
anlamdan daha etkili bir anlam taşımaya başladıkları ortaya çıkmıştı.
FSA'nın hazırladığı ve günümüzün en geniş belgesel fotoğraf arşivi
bugün Amerika Birleşik Devletleri'nde Amerikan Kongre Kütüphanesi’nde
bulunmaktadır. Bu arşivde Dorothea Lange, Walker Evans, Arthur
Rothstein, Russel Lee, Ben Shahn, Gordon Park gibi fotoğrafçıların
çalışmaları yer almaktadır. Rothstein’in rüzgarla mücadele eden
bir aileyi konu alan Toz Fırtınası adlı fotoğrafı, bu bunalım
döneminin simgesi olurken, John Steinbeck’in Gazap Üzümleri
adlı romanını yazarken bu arşivi gözden geçirdiği ve romanda Dorothea
Lange’ın fotoğraflarının düz yazı ile tanımlanmasına çok benzeyen
pasajların bulunduğu bilinmektedir.
II. Dünya savaşından sonra belgesel fotoğraf hareketi örgütsel
anlamda etkisini yitirmiştir. Ancak öğretisi özümsenmiş ve özellikle
belgesel televizyon yayıncılığı ve habercilik anlayışının oluşmasını
sağlamıştır. Foto muhabirliği, haber üretim sürecinin kaçınılmaz
bir unsuru olmuştur. Tarihsel, gerçekçi, gerçeklere dayanan
gibi kelimeler belgesel’in yerine alternatif kelimeler
olarak önerilmiştir. Belgesel bütün bu kelimelerin taşıdığı özellikleri
kapsarken, önerilen kelimelerin hiç biri belgesel fotoğrafın en
iyi biçimde yaptığı, gerçeğin sübjektif bir biçimde yorumlanması
arzusunu içinde barındırmaz.
Devam Edecek
[1] The Editors, To See, to Record-and to Comment,
Documentary Photography, s.12,life Library of Photography,
Time-Life International, NY, 1973
[2] The Editors, a.g.e.,s.7,NY, 1973.
[3] Merter Oral, Toplumsal Belgeci Fotoğraf Ve Fikret
Otyam Örneği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 12, İzmir,
1996.
[4] Great Photographers, a.g.e. s.116,
New York, 1971.
[5] Merter Oral,
a.g.e., s.10, İzmir, 1996.
[6] John Grierson, First Principels Of Documentary,
Grierson On Documentary Edited By Forsythe Hardy, Faber
And Faber, s.33-46, London 1966.
[7] Poul Rotha, Belge Filmciliğin Bazı İlkeleri,
Türk Dili Aylık Dil Ve Edebiyat Dergisi, Sinema Özel Sayısı,
S.169, s.343, Çev. Arsal Soley, Ankara, Ocak 1968.
[8] John Grierson, a.g.e. s.175, London 1966.
[9] Poul Taylor, İlk Belgesel Fotoğraf Çalışması
1935-1943, Fotoğraf, S.30, s.22-32, Çev. Ahmet Tolungüç,
Eylül 1985.
[10] İspanyol Televizyonu Tarafından Hazırlanan La
Puerta Abierta, Acercade La Fototgrapfia Adlı Fotoğraf Belgeseli,
Dorothea Lange İle Yapılan Görüşmeden.
|