Okudunuz
mu? Gördünüz mü?
“Fotoğraflarla Yaşamın Gerçeği”
Hafize Kaynarca
Son bir kaç aydır, neredeyse son beş-altı yılda
gördüğüm fotoğraf sayısının toplamından daha çok fotoğraf gördüm
diyebilirim. Bu bir şans mı bilemiyorum. Ama deyim yerinde ise
fotoğrafa doydum diyebilirim belki. Ve tekrar acıkana kadar fotoğraf
görmeye ihtiyaç hissedeceğimi de pek sanmıyorum.
Önce, Mart 2002 de İstanbul’da; Pamukbank Fotoğraf
Galerisi’nde Elliott Erwitt’in “Kumsalda” ve “Kadın ve Erkek Arasında”
isimli fotoğraf sergisi, Yapı Kredi Kültür Merkezinde Denis Roche’nin
“İçeride Kısacık Bir Zaman” fotoğraf sergisi ve Borusan Sanat
Galerisinde “Kayıp Adımlar” Çağdaş İspanyol Sanatından Bir Seçki
sergilerinde sunulan Cristina Garcia Rodero’nun fotoğraf sergisini
görme fırsatım oldum.
Daha sonra İsviçre-Basel de resim ve fotoğraf sergileri (daha
sonraki yazılarda söz edeceğim) gördüm. Ardından da 7 mayıs 2002
tarihinde “FSK 2. Ankara Fotoğraf Günleri” kapsamında düzenlenen
sergi ve gösterilerde binlerce (yaklaşık olarak sergilerde altı
yüz ve gösterilerde ise dört bin fotoğraf) fotoğraf gördüm.
Bu kadar yoğun fotoğraf izledikten sonra doğal
olarak kendimi, fotoğraf anlamında biraz yorgun ve karışık duygular
içinde hissediyorum. Ancak, binlerce fotoğraftan geriye bende
ne kaldı diye düşündüğümde ise, duygu ve düşüncelerim aydınlanıyor.
Özellikle de aradan bir süre geçipde belleğimi tekrar yokladığımda,
aslında çok fotoğraf görmüş olmama rağmen, bende iz bırakan sergiler/fotoğraflar
hemen canlanıyor gözlerimin önünde. Ve işte o zaman ne kadar şanslı
olduğumu düşünüyorum.
Onca fotoğraf arasından aklımda kalan, daha doğrusu
bende iz bırakan sergilerin sayısının hiçte az olmaması, benim
açımdan oldukça sevindirici bir durum. Fotoğraf sergilerini sadece
internetten ya da haberlerden takip edenler için ise bence biraz
kayıp ve üzücü olmalı herhalde. Ayrıca, fotoğraf ile ilgili olarak
günümüzde sıkça sözü geçen “görüntü bombardımanı” veya “görüntü
kirliliği” kavramlarının da, aslında çok sayıda iyi fotoğraflar
izleyerek daha gerçekçi algılanabileceğini, hatta belkide -en
azından kendi açımdan- görüntü kirliliği yaratan fotoğrafların
hayatımızdaki etkisini azalltılabileceğini düşünüyorum. Çünkü
o kadar fotoğraf arasından yalnızca; yaşama dair bir şeyler söyleyen,
etkileyici/güçlü, samimi ve bize göre iyi fotoğraflar aklımızda
kalıyor. Diğerleri ise iz bırakmadan uçup gidiyor.
İyi fotoğraf kavramı, fotoğrafa her bakan izleyiciye
göre değişebilir. Ama yinede, bazı fotoğraflar var ki, izleyenlerin
çoğunu etkiliyor ve belleklerine kazınıyor. İşte; Elliott Erwitt’in,
Denis Roche’nin ve Cristina Garcia Rodero’nun fotoğrafları da
bence onlardan.
Elliott Erwitt’in ve Denis Roche’nin sergileri
hakkında basında ve internette pek çok şey yazıldı ve söylendi.
Doğrusu hemen hepsine katılıyorum. Benim için, hem teknik hemde
içerik olarak oldukça etkileyici, düşündürücü ve muhteşem fotoğraflardı.
Elliot Erwitt (Kadın ve Erkek Arasında)
|
Elliott Erwitt’in “Kumsalda” sergisindeki fotoğraflar,
insan olarak röntgenci yanımızı ve fotoğrafçı olarak fotoğraf
makinesi ile sık sık yaptığımız röntgenciliği bir kez daha yüzümüze
vuruyordu. “Kadın ve Erkek Arasında” sergisindeki fotoğraflar
ise; ilişkiler, birliktelikler, yalnızlıklar, ilişkilerin içindeki
çıkmazlar, sevgililer, aşklar, hüzünler, ateşli öpüşmeler ve ayrılıklar
sorgulanıyordu sanki. Belki de yaşamın en karmaşık, en acı veren
ama en keyifli yanı irdeleniyordu bu fotoğraflarda. Kadın ve erkek
arasında olup bitenler..
Denis Roche
(İçeride Kısacık Bir Zaman)
|
Denis Roche’nin fotoğrafları bana zamanı nasıl
da savrukça harcadığımızı fısıldar gibiydi. Gölgeler, yaşamın
karmaşası ve yansımaların şiirsel dilinde, çevrenin sıradanlığında
çıkıp sıradışı bir gözün peşine takılıp, zamanın ve mekanın içinde
kayboluyor insan sanki.
Ama Cristina Garcia Rodero’nun fotoğrafları, ömrümün sonuna kadar
belleğimde iz bırakacak olan, her bir karesi içsel derinliği ile
beni büyüleyen, çok çarpıcı fotoğraflardı. Fotoğrafları izlerken
galeride kaç tur attığımı hatırlamıyorum. Fakat salonda bir kaç
saat kaldığımı ve her bir fotoğrafa tekrar tekrar baktığımı, fotoğraftaki
kişiler ve olaylar ile iletişim kurduğumu, görüntüler karşında
dehşete kapıldığımı hatırlıyorum. Sanki fotoğrafa bakmıyorda,
fotoğraftaki yaşamın içinde ben tanıklık ediyordum olup bitenlere.
Cristina Garcia Rodero, Adak-1979
(Kayıp Adımlar)
|
Peki neydi Rodero’nun fotoğraflarında beni bu kadar
etkileyen? Bu sorunun cevabını vermek benim için hiç zor değil.
Öyle çok şey vardı ki bu fotoğraflarda. Her bir fotoğrafın anlattıkları,
sayfalar dolusu yazıya ve saatler süren filmlere bedeldi. İspanya’dan
bu yüzyılın izlerini belegeleyen, yaşamın karalık ve aydınlık
yanlarını, geleneklerini, törenlerini, ayinlerini, çoşkularını
ve korkularını, yalın ve bir fotoğrafın olabileceği kadar gerçek
seriyordu gözlerimizin önüne. Hem birer kanıttı/tanıktı bu fotoğraflar,
hemde birer öykü veya şiirdi günümüz İspanyasına dair. Konuları,
olayları, insanları, nesneleri, zaman ve mekanları ile içerik
zenginliği beyninize ve yüreğinize işliyor. İçsel derinliği böylesini
içimizi titretirken, görsel zenginliği ise bambaşka hazlar veriyor.
(Fotoğraf tekniği ve biçim, içeriğin gücüne hizmet etmek için
vardı sanki. Ama bunu kendi görevlerinden ödün vermeden yapıyorlardı...)
Cristina Garcia Rodero - İsa'nın Defin Töreni
- 1978
(Kayıp Adımlar) |
Görüntüler, bir tiyatro sahnesi kadar düzenli ve
kusursuz olsa da, izleyeni içine alan sarmalayan ve kendinizi
olayların kahramanı sanmanızı sağlayacak kadar da gerçek ve büyüleyici
görünüyordu. Sanırım en önemli cevap bu. Gerçek... Görüntülerin
etkileyiciliği; fotoğrafların samimi, içten, yalın, yaşamın gerçeklerini
anlatıyor olmasında yatıyor bence. Büyüleyici güzellikte ama acıtacak
kadar gerçek.
Fotoğraflara bakarken kendimi, İspanya köylerinde,
köylülerin yaşamının içinde buldum. Ayin yapanlar, ekin dövenler,
hasatlar, oyunlar, güreşler ve geleneksel törenlerin içinde kayboldum.
İspanya köylülerinin gündelik hayatı tarafsızca sergileniyor ve
yargısızca irdeleniyordu (tarafsız ve yargısız olunabilir mi acaba?).
Toplumsal ve psikolojik olarak geniş bilgi vermenin yanı sıra,
dinin köylüler üzerindeki baskıcı gücü ve sosyal yaşam içindeki
belirleyici yeri açık ve net olarak görülebiliyordu.
Fotoğraflarla yaşamın gerçeklerinin anlatıldığı,
benim için unutulmaz olan bu sergilerden sonra, doğrusu kendimi
fotoğraf konusunda biraz daha sorgulama gereği duydum. Hatta biraz
da kıskandım. Ben ne zaman derdimi anlatabileceğim fotoğraflar
çekebileceğim diye hayıflandım. Fotoğrafa doydum mu? diye düşünecek
olursam eğer, fotoğraf bakmaya hiç bir zaman doyacağımı sanmıyorum.
Üstelik de böylesine olağan üstü fotoğraflara, hiç bıkmadan usanmadan
tekrar tekrar bakabilirim.
Gelelim “FSK 2. Ankara Fotoğraf Günlerinde” gördüğüm
fotoğraflara. Ankara için oldukça güzel, kapsamlı, dop dolu ve
tam bir fotoğraf şöleniydi fotoğraf günleri. Türkiye’nin fotoğraf
anlamında geniş bir sunumuydu denilebilir. Fotoğrafta isim yapan
kişiler ve yeni fotoğrafçılar, tartışılan sergiler, her türden-konudan
fotoğraf örnekleri vardı. Ancak burada gördüğüm binlerce fotoğraftan
bende kalanlar ve fotoğraflar hakkında ki duygu ve düşüncelerimi
sizlere bir sonraki sayıda yazacağım. Bol fotoğraflı günler diliyorum.
Hafize KAYNARCA
|