1960
Öncesi ya da İlk Otuzyedi Yıl (1923-1960)
Romantik
Dönem
Bilinçsiz
bir batı hayranlığı biçiminde, toplumsal yapıyı düzeltmek
için girişilen bütün yenilik çabaları dahi, Osmanlı İmparatorluğu'nun
gücünü yitirmesini ve "son"un hazırlanmasını engelleyememişti.
Ülkemiz dışında realizmi, akademizmi yaşayan batının ilkelerinin,
kuramlarının geçerli olduğu bu ortamda ilk fotograf elçimiz,
Abdullah Biraderler'dir. Batıda fotoarafiyi sanat boyutuna
taşıyan ünlü isim Nadar, "Ben Fotografçı İken" adlı yapıtında;
batıda sesimizi duyuran Abdullah Biraderler'den övgü ile
bahseder. 1900'lerden sonra, Türkiye'nin yurtdışına başka
fotograf elçileri göndermesi çok uzun sürmıüştür.
1914'lü
yıllarda batı, geleneksel motifleri dışlayan yeni bir sayfayı,
özellikle Paul Strand ile açarken: bir yandan fotografiyi
görsel bir iletişim aracı olarak kullanmakta, diğer yandan
bu aracın sanatsal birikimlerini değerlendirerek çok yönlü
gelişimini sağlamaktaydı. Ülkemizde ise. ''fotografik suret
dine aykırı mıdır?" sorusuna yanıt aranması, teknolojik
araç-gerecin yokluğu ve 1925-27'lere kadar süren bunalımlar;
fotografinin değil batıya açılmasına, en azından ulusal
çerçevede yeşermesine olanak tanımamıştır. Bu nedenle 1900'lerden
sonraki dönem, ülkemizdeki fotografi hareketi açısından,
kelimenin tam anlamıyla "karanlık" bir dönemdir. Fotografinin
belgeleme yetisinin ve işlevsel görevinin, bu dönemde, eski
ustaların atölyelerinden yetişmiş fotografçılarca sürdürülmüş
olduğu düşünülebilir. Ancak Osmanlı döneminde olgu olmaya
başlayan fotografinin temel işlevi ötesinde estetik değerler
kazanması için daha uzun bir süre beklemek gerekecektir.
Ülkemizde
fotografinin bağımsız bir araç olarak kullanım alanları
bulması, siyasal ve toplumsal açıdan yeni bir devletin oluşmaya
başladığı 1920'1i yılların biraz daha ötesine uzanır. Ümmet
toplumundan ulus aşamasına geçildiği bu dönemde, toplumsal
yapı ile birlikte kültür ve sanatımızdaki çağdaşlık hareketinin
yeni devlet bilinciyle bütünleşerek olgunluk aşamasına varması,
yeni kültür kadrolarının elinde işlenip zenginleşmesi, ancak
cumhuriyet döneminin açmış olduğu özgür ortama girilmesiyle
mümkün olabilmiştir. Ancak cumhuriyet öncesinin, "belge"nin
tanımlanmasına yönelik birikimlerini de, bu konuda uyumlu
bir ortamın biçimlenmesinde olumlu etkilerinin olduğunu
da unutmamak gerekir. Fotografinin ülkemizde görsel iletişim
sistemi içinde kullanım ve uygulama alanı bulması, yaygınlık
kazanması, çağdaş toplumun gereksinimlerine cevap verebilecek
iletişim dilini oluşturması, "söz"e dayalı iletişimden "görsel"e
dayalı iletişime geçildiği cumhuriyetle başlayan bir süreçtir.
Bu dönemde, fotografinin doğurduğu bir hareket olan sinema,
kamuoyunun istekleri doğrultusunda faaliyet sahasını genişletmeye
başlamış ve toplumun güncel yaşamına. büyük ölçüde girmiş
bir olgudur. Cumhuriyet sonrası canlanan kültür/sanat ortamından
en çok yararlanmasını bilen ve gelişim süreçlerini hızlandıran
resim ve heykelin de bu dönemde batıdaki oluşumlara kapalı
kalmadıklarını görüyoruz. Resim ve heykelin çağdaş dünyayı
yakalamasında, hiç
şüphe yok ki, 1883 yılında "Sanayii Nefise Mektebi Ali"sinin,
yani bugünün Mimar Sinan Üniversitesi (İDGSA)'nırı eğitime
başlaması ile, 1037 yılında Atatürk'ün emri ile Dolmabahçe
Sarayı'nın Veliaht dairesinde "Resim ve Heykel Müzesi"nin
kurulmuş olması iki önemli faktördür. Fotografinin bütün
bu gelişmeler paralelinde daha bilinçli bir yola girmek
üzere atılımlar başlatması kaçınılmazdır. Bir başka açıdan
bakıldığında, toplumu "muasır medeniyet seviyesine" çıkarmayı
hedefleyen Türkiye'deki yeni yönetim biçimi, kültür propagandasını
geniş halk kitlelerine ulaştırabilmek için, fotografinin
yaygınlaştırıcı ve çoğaltma özelliklerinden büyük ölçüde
yararlanmak zorundaydı.
1930'lara
gelindiğinde çağdaş dünyanın, rönesanstan beri izlenilen
kuralların çözülmesine başlangıç olan izlenimcilik (impresyonizm)
anlayışını aştığını, dış gerçekliğin ışık/gölge, oranlar,
renk değerleri ve karakteri içinde yansıtılmasına yönelik
doğacı (naturalizm) yaklaşımdan örnekler verdiğini; yine
bu anlayış içinde filizlenen gerçeklik (realizm) ve yeni
gerçeklik (neue Sachlichkeit) doğrultusunda uzunca bir yol
aldığını; bu dönem ustalarının, kendi yeteneklerini, fotografinin
sınırları içinde ya da sınırlarını zorlayarak kabul ettirme
çabası içine girdiklerini gözlüyoruz.
1930'lar
Türkiyesinin kültür ortamını fotografi açısından değerlendirirken,
halkevlerinin önemini vurgulamak gerekecektir. Gerçekten
de halkevleri, diğer alanlarda da olduğu gibi fotografide
de yeni dönemin yönlendirici tek kuruluşudur. Kurulduğu
1932 den itibaren çatısı altında kurslar düzenleyerek, fotografi
için yeni bir başlangıç oluşturmaya başlamıştır. 1933 yılında
Ankara Halkevi ilk fotograf yarışmasını gerçekleştirmiştir.
O zamanlar İçel milletvekili olan Ferit Celal Güven, 1935
yılında ancak iki sayı yayımlanabilen ve ilk fotograf dergisi
olan "Profesyonel ve Amatörün Dergisi: "Foto" dergisinin
ilk sayısına yazdığı giriş yazısında, o dönemin fotografi
olgusunu; "Yurt güzelliğini bize çabuk öğretecek tek şey
fotograftır, dersek mübalağa etmemiş oluruz." diyerek özetlerken,
bir noktada 1960 yılına kadar süren romantik dönemde fotografiden
beklentileri de ortaya koyuyordu. Bu bağlamda, bir bakıma
cumhuriyetle birlikte fotografiden yurt güzelliklerini geniş
kitlelere tanıtmak, toplumu bu yolda bilinçlendirmek gibi
olağan bir görev beklenmiştir. Devlet büyüklerinin yaym
organlarında görünmeye başlaması da, aynı dönemin gelişmelerindendir.
Bugün için Atatürk'ün gerçek bir albüm niteliği gösteren
portrelerini çeken Cemal Işıksel, dönemin portre geleneğini
başlatan ve gelecek kuşaklara önderlik eden bir öncüdür;
ve ayrıca ilk foto muhabiri olma onuru da ona aittir.
Esat
Nedim Tengizman
|
Cemal
Işıksel'in döneminde, halkevleri çevresinde amatör düzeyde
gruplaşmaların başladığı söylenebilir. 1937 yılında
Şinasi Barutçu'nun girişimleriyle Gazi Eğitim Enstitüsü
ve Orta Öğretim Öğretmen Okulu'na fotografi dersinin
konulmuş olması da bunu kanıtliyor. Aynı yıllar, ilk
fotograf örgütlerinin de belirmeye başladığı bir dönemdir.
1945'te "İzmir Fotografçılar Derneği", 1946'da "Fotografçılar
Küçük Sanat Kooperatifi"
kurulmuştur. |
1940
kuşağı diyebileceğimiz genç Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk
fotograf kadrolarının; toplumsal gelişmeleri, siyasal hareketleri
topluma yansıtan basın fotografçılığı alanında çalışanlardan
oluştuğu gerçeği; bir bakıma fotografinin yaşantımıza basın
yolu ile girdiğini gösteriyor. Namık Görgüç, Sebahattin
Giz, Cemal Göral, Ali Ersan, Faik Şenol, Hilmi Şahenk gibi
isimler, basın fotografçıliğı alanında önemli rol oynamışlardır.
Bu
yılların genel görünümü, Şinasi Barutçu ve İlhan Erkılıç'ın
etrafında toplanan küçük gruplar dışında dağınık, kopuk
ve yetersiz bireysel yaklaşımları içeriyordu. Münif Fehim,
Suat Tenik, Hüsnü Cantürk, İlhan Arakon, Limasollu Naci
ve Baha Gelenbevi; bir başka gruptan İhsan Erkılıç, Nurettin
Erkılıç, Müeddep Erkmen, Sabit Karamani, Haluk Konyalı,
Fikret Minisker, Cafer Türkmen, Ferit Can ve Aziz Albek'i
1950 sonrası kuşağının önde gelen isimleri olarak sayabiliriz.
1920'li yıllarda, devletin yurtdışına mesleki ihtisas yapmak
üzere gönderdiği ilk öğrencilerden biri olan; fotografiye
gönül vermiş mimar Arif Koyunoğlu'nun yeğeni Şinasi Barutçu,
etkinliği ve katkısı, yönünden, bu kuşağın önemli bir fotografçısıdır.
Türkiye'de ilk fotograf dergisini çıkartan, 1950'de "TAFK
Türkiye Amatör Foto Kulübü"nü kuran, kuruluşundan kapanışına
kadar bu kulübün başkanlığını yapan Şinasi Barutçu'nun fotografileri,
o yılların egemen toplum ruhunun ince, romantik duygularını
içerir.
1950
öncesi kuşağı, bir yandan fotografinin özellikle basında
o dönem için gerekli olan belge yanını vurgularken,
diğer yandan fotografinin estetik boyutuna ivme kazandırma
yollarını da araştırmıştır. 1940'lı kuşak içinde değerlendirilmemekle
birlikte; yurt içinde ve dışında. uzun süre sinema alanında
uğraş vermiş, özellikle "nü" çalışmaları ile belli bir
aşamanın
öncülüğünü yapmış, 1979 yılında İstanbul Güzel Sanatlar
Galerisi'nde açılan "İFSAK - Japon Fotograf Sanatçıları"
sergisine, fotokopi ile çoğaltılmış bir çalışması ile
katılmış, ülkemiz FIAP (Uluslararası Fotograf Sanatı
Federasyonu) ünvanlarını getirmiş, 1960-80' kuşağı içinde
de aktif olarak bulunmuş Baha Gelenbevi'yi unutmamak
gerekir. |
Şinasi
Barutçu
|
1950'lere
gelindiğinde, Türkive'de özellikle yalnız güzeli araştırma
ve yansıtma işlevine yönelik insan-doğa, doğa-doğa ilişkilerirıin
üzerine gidildiğini; İkinci Diinya Savaşı sonrasında oluşan
liberalleşme düşüncelerinin fotografiye, toplumsal sorunların
üzerine gitme, anadolu insanımızı tüm vönlerivle tanıtma.
kültür ve doğa zenginliklerimizin betimlenmesi biçiminde
yansıdığını görüyoruz. Konularını genellikle kırsal kesimden
seçen 1950'li yılların çalışmalarındaki ağırlıklı doğa betimlemelerinin
nedeni; fotografçılarımızın o dönemde Atatürk'ün emri ile
Anadolu'ya gönderilen ressamlardan etkilenmiş olmaları ve
ayrıca Türkive'de uzun yıllar kalan, aslen Avusturva kökenli
bir fotografçı olan Othmar Pfershy'dir. Othmar Pfershy,
Türkiye'de çeşitli yöreleri dolaşmış ve Basın-Yayın Fotograf
Bölümünün kuruluşunda önemli görevler yüklenmişti. Ozan
Sağdıç, "Türkiye fotografçıları denilebilir ki, manzaraya
bakmasını Othmar'dan öğrenmiştir.
Othmar
Pferschy
|
Cumhuriyetin ilk yıllarırıda yeni Türkiye'nin propaandasını
yapan. bütün fotograflı eserlerde imzası bulunan bu
Avusturyalı fotografçı, doğadan va da kentlerden çektiği
fotograflarda titiz bir çerçeveleme geleneğine bağlı
olarakçalışmış, Türkiye'de manzara fotografçılığına
öncülük etmiştir. " 4 ifadelerini kullanarak
Othmar'dan övgü ile bahseder. |
4
SAĞDIÇ, Ozan-Yeni Fotograf Dergisi, 1977, sayı 12, s.16
Ülkemizde
portre fotografçılığının yaygınlaşması, cumhuriyet döneminde
(1932) vesikalık fotografinin günlük yaşantımıza ve nüfus
cüzdanımıza girmesiyle başlayan bir süreçtir. Portre'nin
gerçek anlamda duygu ve estetik değerler ı, 1950'li yıllardan
sonra Kemal Baysal, Yaşar Atankazanır (Stüdyo Taç), Foto
Bella, Foto Stil gibi fotografi stüdyolarınırı öncülüğünde
başlanııştır. Ancak portre'nin katı stüdyo kurallarından
kurtulup daha bir başka yumuşaklığa yönelmesi 1960 sonlarma
rastlar.
1960
yılına gelinceye kadar geçen süreç, bir yandan fotografinin
belge olma özelliğini ortaya koyarken, öte yandan yeni görsel
aracın estetik dilinin oluşturulnıası çabalarma daya.nır,
genellikle. Bu dönemde, sanatsal kişilikten söz etmek mümkün
değildir. Altyapı eksikliği çağdaş dürıyadaki oluşumlara
kapali kalma, eğitim eksikliği bu dönemin ayırtkan özelliklerinden
birkaçı olinakla birlikte; aynı zamanda 1960 sonrası kuşağınırı
devraldığı sorunlar yumağıdır, bunlar.
1950'li
yıllarırı sonu ve 1990'lı yılların başında, Yeşilçam sinemasınırı
dışındaki arayışlar, çözümü "köy gerçeği" fımlerde görüp,
o yöne yönelince 1960 sonrası Türkiye'sinde fotografi hareketirıirı
ana temasını o luşturan sosyal gerçekçi dönemde başlamış
oluyordu.
Ana
Sayfa
|