1930’lu
yıllar evraklara vesikalık fotoğraf kullanımı zorunluluğu
portre fotoğrafçılığının ortaya çıkması ve halkın fotoğrafla
iç içe yaşadığı bir dönemdir. Aynı zamanda, toplum tarafından
fotoğrafın, bir sanat dalı olarak benimsenmesidir. O yıllarda,
halkın eğitim ve kültür düzeyini yükseltmeyi amaçlayan halkevlerinin
amacı “ortak manevi değerlere bağlı kişilerden oluşan bir
birlik haline gelmektir”. İşte bu amaç doğrultusnda fotoğraf
kursları düzenleyerek, 1932’den itibaren fotoğraf sanatı
için yeni bir temel oluşturulmuştur. Yine cumhuriyein ilanı
ile başlayan ulusallaşma uğraşları, stüdyo fotoğrafçılığından
bağımsız, gazete ve çeşitli yayınlarda kullanılacak daha
çok belge nitelikli çalışan fotoğrafçıların ortaya çıkmasıdır.
Örneğin; Burhan Felek, Esat Tengizman ve Muhterem Gökmen
gibi.
1920’lerde
Resne fotoğrafhanesinde fotoğrafa başlayan Şinasi Barutçu,
1932’de Almanya’daki öğrenimini tamamladıktan sonra yurda
dönerek Gazi Terbiye Enstitüsü’ne yazı, grafik sanatlar
ve fotoğraf öğretmeni olarak atandı. Aynı yıllarda açılan
Halkevleri’nin fotoğraf çalışmalarını yönlendirirken, ilk
fotoğraf dergisi olan “Foto”yu çıkarttı. Diğer taraftan
ise pek çok fotoğraf derneğinin kuruculuğunu yaparken, 1958
yılında FIAP (Uluslararası Fotoğraf Sanatı Federasyonu)
ile ilişki kuran yine Şinasi Barutçu’dur.
Şinasi
Barutçu’nun özgeçmişine baktığımızda daha pek çok
şey söyleyebiliriz. Bence Ankara’da yayınlanmış olan
Mayıs 1961 tarihli “Son Çağ” adlı dergideki fotoğraf
sanatı ile ilgili görüşleri ile, Şinasi Barutçu’yu
daha iyi tanıyacağınız kanısındayım.
|
Şinasi Barutçu
|
“İnsanın
gördüğünden fazla görmediğini ihtiva eden fotoğraflara sanat
eseridir diyebiliriz. Bu görünmeyen kıymetler insanları
birbirine yaklaştıran, sevinç ve kederlerini paylaştıran
ve anlaşmalarına sebep olan fikir muhtevasıdır... Nasıl
her resim sanaat eseri ve onu yapan sanatkar olmazsa, fotoğrafide
de durum aynıdır… İster uzun süreden beri alıştığımız, an’anesi
bulunan fotoğraf tarzı ve ister genç sanatkarların öncülük
yapan yeni tecrübeleri olsun, bizi aynı yere götürüyorsa
birbirinden farksızdır. Başka başka ifadelerle yaratılan
sanat eserleridir. Teknik, hem sanat eserinin meydana gelmesinde
mühim bir amildir ve hem de –onun esiri olduğu takdirde-
eseri mahvedebilir… Bir eserin yaratılmış olmasından daha
mühimi, onun başkalarını da eser yaratmaya sevkedecek kuvvet
ve mahiyette olmasıdır.”
1930’lu
yılların diğer bir ismi ise Selahattin Giz’dir. Selahattin
Giz’in fotoğraflarından oluşan “Beyoğlu 1930” adlı albümünde
İstanbul’un günlük yaşamından kesitler abartısız ve doğal
olarak gözlemlenmektedir. Bu albümdeki fotoğraflar daha
önceki fotoğrafları ile karşılaştırıldığında, Osmanlı dönemi
fotoğraflarında görülen “Şark durgunluğunun” kalktığını
görebiliyoruz.
1935
yılında İçel milletvekili olan Ferit Celal Güven ilk fotoğraf
dergisi olan “Foto” dergisinde “Yurt güzelliğini bize çabuk
öğretecek tek şey fotoğraftır” diyerek romantik dönemin,
doğacı yaklaşımındaki estetik kuralları ve karakterlerin
yansıtılması ile fotoğraftan beklentilerini de vurgulamıştır.
Ayrıca bu dönemdeki fotoğraf ustalarının, kendi yeteneklerini,
fotoğrafın sınırları içinde veya sınırları zorlayarak kabul
ettirme gayretlerini gözlemliyoruz.
1940
yıllarında ise, siyasal hareketleri topluma yansıtan basın
fotoğrafçılığının oluştuğı sırada belgesel fotoğrafçılık
da kendini kanıtlamıştır. Bu dönemdeki basın fotoğrafçıları
ise, Namık Görgüç, Cemal Göral, Faik Şenol, Hilmi Şahenk’dir.
Bu isimlerin basın fotoğrafçılığı alanındaki etkinlikleri
önemlidir. Yine bu dönemde daha çok bireysel olarak fotoğraf
çalışmalarına değer verenler ise, Limasollu Naci, Baha Gelenbevi,
İhsan Erkılıç, Sabit Karamani, Haluk Konyalı, Fikret Minisker,
Cafer Türkmen’dir.
1940
yıllarının en önemli etkinlikleri arasında, Münif Fehim,
Hüsnü Cantürk, Suat Ferik, İlhan Arakon, İhsan Erkılıç Eminönü
Halkevi’nde açtıkları fotoğraf sergisiyle fotoğrafın da
sergilenebileceğinin ilk örneğini oluşturdular. 1948 yılında
ise yayın hayatına başlayan Hürriyet Gazetesi’nden Semiha
Es bütün dünyayı dolaşarak foto röportajın ülkemizde ilk
örneklerini vermiştir.
Bu
yıllarda İstanbul’da Selahattin Giz, Faik Şenol, Faruk Ferik,
Cemal Göral tarafından gazetelere hizmet vermek için Basın
Foto Ajansı kuruldu. Bu ekip, bir otobüsün arka tarafını
karanlık oda olarak kullanıp, Taksim’in bir köşesinde film
gösterileri de yapıyorlardı.
1950’lerde
ise sadece güzeli araştırma ve yansıtma ön plana alınarak
fotoğraflar insan-doğa ve yalnız doğa olarak gözlemlenirdi.
Aynı zamanda Anadolu’nun o zamana kadar fotoğrafa yansımamış
güzellikleri, doğa görünümleri, tarihi binalar ve Anadolu
insanımızı tüm yönleriyle yansıtma, bu dönemde yoğun biçimde
ele alınmış ve değişik bakış açılarından görerek pozlandırılmıştır.
Bu
dönemdeki fotoğrafçıların bu tür çalışmalarını, Atatürk’ün
emriyle Anadolu’ya gönderilen ressamlardan etkilenmiş olmalarına
bağlayabiliriz. Aynı zamanda Türkiye’de uzun yıllar yaşayan
ve Avusturya kökenli bir fotoğrafçı olan Othmar Pfershy’nin
de etkisi büyüktür.
Othmar
Pfershy’nin genç Türkiye Cumhuriyeti’nin tanıtılması amacıyla
hazırlanan ve baskısı Almanya’da yapılan “Fotoğraflarla
Türkiye” albümündeki fotoğraflarının kusursuz olduğu gözlemlenmektedir.
Ozan Sağdıç Yeni Fotoğraf Dergisi’nde Othmar için yazdığı
yazısında onun fotoğraflarını bizlere çok iyi tanımlamaktadır.
“Türkiye fotoğrafçıları denilebilirki, manzaraya bakmasını
Othmar’dan öğrenmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında yeni
Türkiye’nin propogandasını yapan, bütün yeni eserlerde imzası
bulunan bu Avusturyalı fotoğrafçı, doğadan ya da kentlerden
çektiği fotoğraflarda titiz bir çerçeveleme geleneğine bağlı
olarak çalışmış, Türkiye’de manzara fotoğrafçılığına öncülük
etmiştir.”
Ozan
Sağdıç’ın o dönemdeki fotoğraflarına bakıldığında Othmar’dan
etkilendiği de gözlemlenmektedir.
Vedat
Nedim Tör de bir yazısında, Othmar için: “Fotoğrafçılık
tekniğinde memleketimize sanat anlayışını, sanat görüşünü
getiren ilk öncülerin başında gelir” demektedir.
Othmar,
Atatürk’ün çok güzel anlarını yakalamıştır, hatta pek çok
karesi pulların üzerinde kullanıldığı halde, mütevazılığını
hiç bozmadan, “Atatürk’ün fotoğrafçısı ben değilim. Ethem
Bey daha tanınmış fotoğrafçı idi” der.
1950’li
yılların başında yayın hayatına başlayan Yeni İstanbul gazetesindeki
kadro ise, Ara Güler, Zeki Bükey, Mehmet Biber, Limasollu
Naci’dir. Yine bu dönemin bir başka dergisi önce Resimli
Hayat sonra, Hayat Mecmuası olarak devam eden dergi, foto
röportajın gerçek okulu olmuştur. Ara Güler, Ozan Sağdıç,
Yıldız Moran, Semiha Es, İnal Tengizhan yayınlanan fotoğrafları
ile bu döneme imzalarını atmışlardır.
1959
yıllarında ise ilk fotoğraf derneği olan -İFSAK- İhsan Erkılıç,
Şinasi Barutçu ve diğer bir grup fotoğrafçı tarafından kurulmuştur.
Yine
bu yıllarda portre fotoğrafçılığının duygu ve estetik değerler
kazanması, Yaşar Atankazanır, Kemal Baysal ve Foto Süreyya’nın
öncülüğü ile başlamıştır. Ancak portrenin katı stüdyo kurallarından
kurtulup başka bir anlayış için fotoğraflanması 1960 sonlarına
doğrudur.
Şöyle
bir özetlediğimizde 1960 yılına kadar fotoğrafta belge ve
estetik kaygılar ön planda olup, sanatsal kişilikten çok
fazla söz edilemez. Gerekçesi ise, eğitim, altyapı ve dünyadaki
gelişmelere kapalı kalma eksikliğidir.
1960’lı
yıllarda ise ofset baskının güncel olması, fotoğrafçıların
gördüklerini anında haber olarak topluma sunabilmeleri basın
fotoğrafçılığını meslek olarak ortaya çıkardı.
Sanayinin
dışa bağlı dengesiz büyümesi, kırsal kesimden kentlere göçün
başladığını gösteren bu çelişki ve çarpıklığı, Ara Güler’in
fotoğraflarında görmekteyiz.
Ersin Alok
|
Bu
kuşağın diğer isimleri ise, Sabit Kalfagil, Hüsnü
Gürsel, Ersin Alok, İbrahim Zaman, Ozan Sağdıç, Gültekin
Çizgen, Teoman Madra, Mustafa Türkyılmaz, Şakir Eczacıbaşı,
Sami Güner, Ahmet Esmer, Fikret Otyam, Taçay Erdemsel,
Güler Ertan’dır. Bu isimler fotoğrafın değişik alanlarındaki
çalışmaları ile fotoğrafın öncüleri arasına girmişlerdir.
|
Bu
dönemde diğer bir gelişme ise, stüdyodaki portre çalışmalarının
ikinci plana alınarak, insan figürleri doğal çevresi içinde
değerlendirilmeye başlanmıştır. Bu dönemde fotoğrafa bakmayı,
görmeyi ve hatta görünenin arkasındakini görmeyi de bilmek
gerektiğinin farkına varıldı. Fotoğraf, deklanşöre basarken
neyi göstermek istediğini bilmektir. Fotoğrafçı ise neyi,
nerede, ne şekilde, bulacağını bilmesi gereken kişidir.
Diğer bir deyişle, fotoğraf görmek, seçmek, yorumlamak ve
aktarmaktır.
Sabit Kalfagil
|