İZAHLI ORHAN CEM ÇETİN KÜLLİYATI
Yumuşak Şeyler (1988-1990)
Yumuşak
Şeyler serisi aslında Tanıdık Şeyler ile aşağı yukarı aynı yıllara
rastlıyor. Yani 80'lerin sonları. Sadece diapozitif film ile çektiğim
ve saydam gösterisi olarak izlenen bir işti. Tanıdık Şeyler'de
olduğu gibi herhangi bir buluş veya özel bir çekim sonrası işlem
de içermiyordu. Ne kadraj, ne başka bir şey. Doğrudan fotoğraflar!
Fotoğrafçı Sedat Antay'ın benzer işlerinden
etkilenerek başlamıştım bunları çekmeye. Nesi cazip geliyordu
bana? Galiba ayrıntıların silikleşmesi ve bu sayede fotoğrafı
oluşturan ana lekelerin temiz bir biçimde ortaya çıkması. Yoksa
sisli puslu görüntülerin yarattığı duygusal atmosfer değil. Ama
belli ki o atmosferi de seviyordum ki kabullendim.
O zamanlar, şimdi efsaneleşmiş olan Rütte
Fotoğraf Grubu (Reha Akçakaya, Sedef Antay, Hadiye Cangökçe, Kaan
Çaydamlı, Çetin Şan, Tayfun Özel ve ben) yeni kurulmuştu. Grup
olarak ilk kez Ankara'da, Türk İngiliz Kültür Derneği ve AFG'nin
ortaklaşa düzenlediği 1. Saydam Haftası sırasında toplu gösteri
yapmış, manifestomuzu da o sırada duyurma fırsatı bulmuştuk. (Özeti:
Biz deneysel fotoğraf yapıyor, fotoğraf yoluyla kendimizi araştırıyoruz.
Birlikte fotoğraf yapmamızın nedeni birbirimize benzemeye değil,
benzememeye çalışmak. Fotoğraflarımızı tokuşturmak için biraraya
geliyoruz. Bu grup, işlevini yitirdiğinde kendiliğinden dağılacaktır.
[Nitekim öyle oldu, 5 yıl içinde dağıldık.]) Yumuşak Şeyler serisinden
10 kare de ilk kez bu toplu gösteri sırasında izleyici karşısına
çıkmıştı.
Bugün Yumuşak Şeyler'e baktığımda, artık
yenilerini yapmadığım ve yapmayı da aklımdan geçirmediğim halde
gözüme pek de fena görünmüyorlar. İyi huylular. İyi etmişim diyorum.
Yeteri kadar da çekmişim. Daha fazlasına gerek yok. Bugünkü aklıma
göre, bu fotoğrafların sorunu derinliksiz olmaları. Güzel ve etkileyici
görünmelerinden başka hiçbir hususiyetleri yok. Dekoratifler.
Alıp duvarına asmak isteyenler çıkıyor ama bana kalırsa gözün
zamanla alışacağı, bakanı değiştirme potansiyeli olmayan görüntüler.
Bakalım sizler ne hissedeceksiniz.
Kullandığım birkaç teknik vardı. Hepsi
aynı amaca hizmet ediyordu: keskin görüntünün üzerinde bir pus
tabakası oluşturmak. Bulabildiğim en iri grenli filmleri kullanıyordum.
İtalya'dan Scotch Chrome 1000 diye bir film getirmiştim bol miktarda.
Berbat derecede iri grenleri vardı. Hiçbir film onun yerini tutmadı!
Sonra da üretimden kaldırıldı, bir daha bulamadım. Onun yerine
Fujichrome 1600'ü iterek kullandım sonraları. Pus için "Diffuser"
ve "Duto" tipi filtreler kullanıyordum. Sonra yine Sedat Antay'dan
öğrendiğim bir teknikle çok tuhaf bir objektif yaptım. Şöyle ki,
bir Praktica MTL5 fotoğraf makinem vardı. Bu makinelerin objektifleri
bayonet değil vidalıdır. Zenit'ler gibi. Elimde bir de Praktica
için yakın çekim körüğü vardı. Özel bir ara halka edindim. Bu
halkanın bir tarafında 52mm filtre için diş açılmıştı, diğer tarafında
ise objektifin gövdeye bağlanmasını sağlayan vidanın aynısı vardı.
Bu tip halkalar, objektifleri gövdeye ters yönde takmaya yarar,
yakın çekim için. Ben şunu yapıyordum: Önce gövdeye körüğü takıyordum.
Sonra körüğün ucuna ara halkayı. Onun ucuna da +1, +2 ve +3 yakınlaştırıcı
mercekleri (bildiğiniz Close-Up lens) grup halinde takıyordum.
Yani objektif yok. Onun yerine grup halindeki yakınlaştırıcı mercekler
var. Bunlar biraraya geldiklerinde yaklaşık 200mm odak uzaklığı
olan bir teleobjektif ortaya çıkıyordu. Ama ne teleobjektif! Diyafram
yok, netlik ayarı yok, her türlü iç parlama, renk hataları, ne
istersen var. Ama ortaya çıkan görüntü tam istediğim gibiydi.
Netlik ayarı körük boyuyla yapılıyordu. Diyafram yerine sol elimin
parmaklarını V haline getirip merceklerin önünde tutuyor, parmaklarımı
birbirine yaklaştırıp uzaklaştırarak ışıkölçer ibresini ortalıyordum.
Kendi halinde biraz mavi sonuç veren bu tuhaf objektifin renkleri
parmak diyaframı (ten rengi) sayesinde biraz düzeliyordu da.
İşte böyle. Umarım beğenirsiniz. Bir sonraki
seride buluşmak üzere, iyi seyirler.
Orhan Cem Çetin
|