SAYISAL
FOTOĞRAFA BAKIŞ*
Serpil Yıldız
Fotoğraf ve bilgisayar 19. yüzyıl 2. çeyreğinin Avrupa’sında, insanlığın
hizmetine sunulan buluşlar. İkisi de benzer hızla büyür, benzer
evrelerden geçerler; mekanik doğup, önce elektromekanik, sonra elektronik
özelliklerle donatılırlar. Fotoğrafın evlere girmekle yetinmeyip,
egemenliğini de kurduğu o ilk dönemlerde, henüz bilgisayarlara özel
bir ilgi ya da bir bilgisayar edinme isteği yoktur. Her iki buluş
çeşitli yeniliklerle kendini geliştirerek, gelişimlerine koşut sektörler
yaratırlar. Fotoğraf alanında, makinelerden filmlere, objektiflerden
fotoğraf kartlarına kadar çeşitlilik gösteren fotoğrafik ürünler
sayesinde sektör kuruluşları devleşir. Bilgisayar cephesinde de
boş durulmaz elbette! 1980’lere gelindiğinde ilk kişisel bilgisayar
tanıtılır. Bu yolla evlere girebilme şansı doğar, insanoğlu da bunu
bekliyor olmalı ki, olağanüstü ilgi görür. Kişisel işler, eğlence
özellikle de oyun amaçlı başlayan furya; önceleri üretildiğinde
devrim sayılan, yaşadığımız çağın alt yapısını hazırlayan, ardından
da bizi İnternet’e ulaştıran çok hızlı yeniliklerle, değişim süreçlerini
ve gelişmeleri beraberinde getirmeyi sürdürür. Çantada taşınabilecek
kadar küçüldüğündeyse dünyanın tek hakimi odur artık. Bilgisayarın
giremediği ya da kapsayamadığı pek az şey kalır dünyada. İnsanlık
kendine yardımcı ürettiği her nesnede bir akıl arayışına başlar.
Bir yanda evlerdeki müzik setlerinden, mutfak robotlarına kadar
bir çok nesne neredeyse konuşur kılınırken, bir yanda da görsel
dünyayı ekranlara indirmenin yolları aranır. Gittikçe zenginleşen
bir ağabeyin, olanaklarını fakir kardeşine sunması gibidir fotoğrafla
bilgisayar arasında yaşananlar. Tarayıcılar, görüntü işleme, görüntü
basabilen yazıcılar vs. derken gün gelir, teknolojik gelişmeler
sayesinde gözle görünür elle tutulur, devrim niteliğindeki önemli
yenilikler fotoğrafik malzemelerde gerçekleşir. Bir sabah, “sayısal
kamera” denilen yeni bir nesneyle fotoğraf filmi olmadan da fotoğraf
çekilebileceği duyurulur; bu yeni maceranın nereye gidebileceği
konusunda düşlenenlerle gerçekleşenler arasındaki uçurum hergün
biraz daha kapanır. Varolmayan “sanal” varolan “gerçekliğin” yerini,
hem de yaşanmışlığına bakmadan almaya başlar. “Peki ama varoluşun
ya da yaşanmış gerçekliğin delili olan fotoğrafa ne olur?”
Fotoğrafa ne oluyor? Kimilerine göre fotoğraf elden gidiyor,
kimilerine göre de fotoğraf zenginleşiyor. Bu ikilem temelinde
fotoğraf dünyası geleneksel fotoğrafla sayısal fotoğrafı kıyaslamayı,
tartışmayı ya da yorumlamayı daha uzun yıllar sürdüreceğe benziyor.
Fotoğrafın varoluş biçimi çıkarılan söylencelerin tek nedeni olmasa
gerek, elbette yaratılan ikilemden yarar elde etmeyi düşünenlerin
kendi gelecekleri için çaba gösteriyor olmaları da, süreci etkileyen
başka bir unsur. Bu yazıda söylencelerden uzak, yeni teknolojilerin
sunduğu yeni araç, kavram ve olanakları basitçe anlatmak ana hedefimiz.
Sayısal Fotoğrafın Becerileri
Geleneksel fotoğraf ve bilgi teknolojilerinin yollarının kesişmesiyle
varolan sayısal fotoğrafın hem teknik hem de estetik yönlerinin
tümü geleneksel fotoğraftan türetildi. Ancak sayısal fotoğraf
kaçınılmaz olarak görüntü yakalamayla ilgili yeni anlayış ve teknikleri
de birlikte getirdi. Işık, ışıklama, kompozisyon gibi temel fotoğraf
kavramlarının hâlâ çok önemli olması doğal. Sayısal fotoğrafın
en canalıcı özelliği, sayısal görüntünün oluşumunu sağlayan bir
çeşit “teknik” üslup yaratmış olması. Sayısal yolla fotoğraf üretmeyi
isteyen fotoğrafçının bu üsluba ulaşmakta ya da katkı yapmakta
temel kavramları bilmesi zorunlu. Bu fotoğrafçıların üretim aracıysa
bir sayısal kamera.
Elbette bir fotoğrafı sayısallaştırmanın yolu sayısal kameradan
geçmiyor. Bu kameralar üretilmezden önce de geleneksel yolla üretilmiş
bir fotoğrafı sayısal bir görüntüye dönüştürmek ve tıpkı bir karanlıkodada
çalışıyormuşçasına üzerinde isteneni yapmak olasıydı. Aslında
sayısal kameraların varlığına işaret eden önemli ve temel bir
yenilikti bu. “Görüntü işleme” adını alan bu uygulamayla tarayıcı
teknolojisinin izin verdiği ölçüde, görebildiğimiz ya da görünür
hale getirebildiğimiz her nesnenin bilgisayar ekranlarına taşıdığımız
görüntülerinde, istenilen değişikliklerin yapılabileceğini o günlerde
biliyorduk. Başlangıçta görüntüsü olmayan pek çok nesneyi fotoğrafladıktan
sonra tarama işlemi yapıldığından; fotoğrafa, “basılı olmayan
ya da tarayıcı yüzeyine sığmayan herşeyin fotoğraflanması” gibi
yeni bir görev düşmüştü. Ancak bu görevin ömrünün bu kadar kısa
olacağını ve hatta bilindik fotoğraf teknolojileri için ciddi
bir tehdit yaratacağını o günlerde kimse bilmiyordu. Görüntünün
taranmasına ilişkin teknoloji, bunların işlenebileceği fotoeditör
denilen yazılımları da geliştirdi. Sayısal kameranın ortaya çıkmasıyla
fotoeditörler aydınlıktaki karanlıkodalara dönüştüler.
Sayısal kameraların fotoğraf üretim sürecinde yaptığı en büyük
devrim, fotoğrafın alışılagelmiş bir fotoğraf filmi yerine, CCD
(Charge Coupled Device) denilen yarıiletken malzemeden yapılmış
aygıtlara kaydedilmesiyle, basit bir bağlantı ve uygun bir yazılımla
film yıkama, banyo/baskı, tarama süreçlerinin tümünü ortadan kaldırarak,
bilgisayara aktarılmasındaki kolaylıkları getirmesiyle oldu.
Geleneksel fotoğrafın hoşlanılmayan süreçlerinden kurtulmak isteyenler
için, kullanımı oldukça kolay bu kameralar çok cazip; tabii ki
kavramları öğrendikten sonra. Sayısal kameraların cazibesini artıran
tek etken bu değil elbette; üretim sürecinin ekonomikliği; Internetin
getirdiği kolay haberleşme olanakları; fotoğrafa kısa sürede erişim;
ya da yaratıcılığın sınırlarını zorlamak, diğer etkenlerden birkaçı.
Çağrışımsız Sözcükler
Doğrusu “çözünürlük”, “piksel”, “CCD algılayıcı” gibi sözcüklerin
hiçbiri fotoğraf terimlerine benzemiyor gibi. Daha çok karmaşık
araçları anlatmakta kullanılan çağrışımsız bilimsel sözcükleri
andırıyorlar. Oysa, bu sözcüklerin tamamı sayısal fotoğrafla oluşan
kavramlara karşı gelir. Bu sözcüklerin yüklendikleri anlamları
anlayamama, çoğumuzu, kendimizi daha güvende hissettiğimiz, bildik
fotoğraf makinelerine döndürebilecek kadar zorlar. Sayısal fotoğrafı
karmaşıkmış gibi kılan bu özellikler, aslında pek çok zorluğun
aşılmasında önemli yararlar sunarlar. Bu sözcükleri anlaşılabilir
açıklıkta tanımlamak, zorlukları aşmakta önemli bir adımdır. Sayısal
kameralar geniş bir çözünürlük aralığıyla üretilirler. Bir görüntünün
ayrıntılarındaki duyarlılık çözünürlüktür ya da çözünürlük bir
kameranın ne kadar bilgi kaydedebileceğinin bir ölçüsüdür; sonuçta
yapılacak bir baskının büyüklük ve kalitesini etkiler ve piksel
sayısıyla ölçeklendirilir. Satır ve sütun boyunca dizilen kare
şeklindeki, noktalardan herbirine piksel denir. Sayısal bir görüntünün
en küçük birimi de sayılan pikseller, görüntüden aldığı bölümün
renk ve parlaklığına ilişkin bir sayı içerirler. Bir megapiksel
bir milyon piksele eşit. CCD’yse bir sayısal kameranın görüntü
algılayıcısı; renk ve ışık bilgilerini tutarak, bu bilgileri sayısal
veri ya da piksellere dönüştüren aygıt.
Bu bilgiler ışığında, bir sayısal kameranın aslında 35 mm film
yerine, sayısal bilgilere dönüştürdüğü görüntüyü tutarak, bilgisayara
yardımcı bir araç olduğunu söylemek olası artık. 35 mm fotoğraf
makineleriyle sayısal kameralar arasındaki farklar önemli. Bu
farklar fotoğraf çekme ve işleme süreçlerini çok etkiliyor, hatta
biribirinden çok farklı düzeneklerde işlem yapılmasını sağlıyor.
Sayısal kameralar film kullanmadıkları için film ve laboratuvar
harcamalarıyla laboratuvar işlemleri sırasındaki olası riskleri
de ortadan kaldırıyor. 35 mm fotoğraf makinesinde, görüntü film
üzerine odaklanırken, sayısal kamerada CCD’ye kaydedilerek sayısal
bilgiye dönüşüyor. Objektif kullanımları da farklılık gösteriyor;
35 mm makinelerde kullanılan normal objektif 50 mm’yken, sayısal
kameralarda CCD’lerin ışığa çok duyarlı ve çok küçük oluşları
nedeniyle, geleneksel bir objektifteki 35-105 mm zum özelliğe
karşı gelen 7-21 mm zum objektifler kullanılıyor.
“Yeni”ler
Yeni her teknolik gelişmenin yeni terminoloji, uygulama ve tanımları
da yanısıra getirmesinde yadırganacak bir taraf yok. Bu yüzden
sayısal fotoğrafla uğraşmaya karar vermiş bir fotoğrafçının geleneksel
fotoğrafın temel kavramlarını bilmenin ötesinde de, öğrenmek zorunda
kalacağı “yeni” çok:
Gecikme süresi, optik ve sayısal zum objektif, LCD (Liquid Crystal
Display) ekran, ISO ayarları, beyaz dengesi, görünüş oranları,
ışıklama süreleri, görüntü kalitesi/büyüklüğü, çözünürlük, görüntüye
müdahale, görüntü baskısı, sayısal fotoğrafın içerdiği temel “yeni”ler.
Şimdi “yeni”leri birlikte anlamaya çalışalım.
Bir sayısal kamerada iki türlü gecikmeden söz etmek olası. Geleneksel
fotoğraf makinelerinde deklanşöre bastığınız andan örtücü açılıncaya
kadar geçen süre çoğumuzun dikkatini çekmeyecek kadar kısayken,
sayısal kameralarda, kameradan kameraya değişen ve bazen çekimi
çok etkileyen bir gecikme olabiliyor. Dönüşüm zamanı da denilen
ikinci gecikmeyse, bir görüntünün çekimi yapıldıktan sonra yapılacak
ikinci çekim için kameranın hazır olmasına kadar geçen süre olarak
anılıyor. Bu süre özellikle ucuz modellerde daha uzun. Bazı sayısal
kamerlarda çekim esnasında fotoğrafçının çekimin tamamlandığına
dair bilgilenmesini sağlayıcı “bip” ya da “klik” sesiyle uyarıcılar
bulunabiliyor. Bu özelliği barındırmayan sayısal kamerlarda çekim
süreci öylesine sessiz ki, görüntüyü görmeden çekimin yapıldığı
hissedilmez. Sessizlik, fotoğrafı bir av gibi algılayan fotoğrafçılar
için bir üstünlük gibi görünse de SLR (Single-Lens Reflex) fotoğraf
makinesinin deklanşör sesleriyle özdeşleşerek çekim yapan bir
fotoğrafçının bu sessizliğe uyumunu güçleştirebilir.
Bazı ucuz ve çok ucuz sayısal kameralar CCD elemanın çok küçük
bir bölümünden yararlanarak çalışan sayısal zum objektiflerle
üretiliyor. Bu tür objektifler bakış açısını daraltırlar; uzaktaki
bir nesneye olduğundan yakın etkisi yaparak hem çekimi zorlaştırırlar
hem de görüntü kalitesi belirgin biçimde düşer. Daha gelişkin
ve pahalı kameralar geleneksel zum objektif gibi çalışabilen optik
zum objektiflerle üretiliyorlar. Hem optik hem de sayısal zum
objektif kullanarak çalışabilecek sayısal kameraların üretim çalışmaları
da sürmekte.
LCD ekranlar gözünüzü kameraya yaslamadan, üstelik iki gözle
aynı anda denetlenebilir çekim olanağı sağlarlar, ama aşırı pil
tüketirler. Pil tüketimini aza indirmenin bir yolu da bakacı (varsa)
kullanmak olabilir. Çoğu LCD’nin parlak güneş ışığında kararması,
görüntü oluşturmayı zorlaştırır. Bakaç kullanımı böyle zamanlarda
çok işe yararsa da çoğu bakacın paralaks sorunu, sonuç görüntüde
istenmeyen sapmalara neden olabilir. Bu durum, nesne kameraya
çok yakın olduğunda ya da makro çekimler sırasında daha da önem
kazanır. Böyle durumlarda doğru görüntü oluşumu için LCD ekran
seçeneğinin kullanımı daha doğru olur.
Film kullanımı olmamasına karşın, ISO değerlerinin sayısal kameralarda
bulunması şaşırtıcılığının yanısıra alışkanlıkların yarattığı
mirasların, yeni yüksek teknoloji ürünlerinin tasarımında ne denli
etkili olduğunun iyi bir örneğidir. Film hızı, bir fotoğrafçının
üretiminde, sonucu etkileyen önemli bir belirleyici. Sayısal kamera
üreticileri, sayısal kameralarında kullandıkları CCD’lerin duyarlılıklarını,
bu nedenle film hızına eşdeğer sayarlar. Örneğin CCD’si ISO 80
olan bir sayısal kamera, film hızı ISO 80 olan bir filmin ışığa
olan duyarlılığı kadar duyarlı kabul edilir. Fotoğrafçılara çok
düşük ışıklarda bile çekim yapabilme olanağını sunan ISO 200,
400 ya da daha üzeri değerleri barındıran, çok daha pahallı sayısal
kamera modellerini de bulmak olası. Yine de bir filmin zorlanmasıyla
elde edilecek etkilere sayısal yolla ulaşmak için ISO ayarlarıyla
oynamak düş kırıklıklarına neden olabilir.
Siyah bir cismin ışıması temeline dayanan renk sıcaklığı, bir
ışık kaynağının renk özelliğiyle ölçülür; sarımsı tonlar sıcak,
mavimsi tonlar soğuk kabul edilir. Geleneksel fotoğrafta, değişik
renk sıcaklıklarından doğacak sapmalar, o sıcaklığa uygun film
seçimi ya da uygun süzeç kullanımıyla önelenebilir. Sayısal kamera
teknolojisinin getirdiği, gelenekselcilere çok yeni gelen bir
kavram da “beyaz dengesi”. Beyaz dengesi kameranın gerçek beyazı
algılamasıdır. Beyaz bir nesne tungsten ışıkla sarımsı, floresan
ışıkla hafif yeşilimsi ya da bulutlu bir günde hafif mavimsi beyaza
dönüşür. Sayısal kamera beyazın doğru tonlarını elde ederek, renk
dengesini ayarlamaya çalışır. Bazı daha gelişkin son modeller,
görüntünün içindeki beyaz bir alandan beyaz dengesi ayarı yapmaya
olanak tanır. Bu sayede istenilen tonlamayı sağlayacak renk dengesine
erişilebilir.
Geleneksel fotoğrafta yaygın olarak kullanılan 35 mm filmden
elde edilen negatif ya da pozitif bir karedeki görüntü 36x24mm
görünüş büyüklüğü verir ve 3:2 görünüş oranına çevrilir. Günümüz
sayısal kameralarında görünüş oranı genellikle 800x600 ya da 1600x1200
piksele uygun biçimde 4:3’tür. Bu oranlara dikkat edilirse, geleneksel
makinelerle elde edilen bir görüntünün, sayısal kameralarla elde
edilenden daha uzun olduğu kolayca farkedilir. Geleneksel fotoğraf
alışkanlıklarıyla sayısal fotoğraf yapmaya çalışan bir fotoğrafçı
bu ayrıntıyı hep anımsamalı.
Görüntünün kaydedilme biçimi, seçilen dosya türü büyüklüğünü
de doğrudan etkileyen görüntü kalitesinin belirleyicisi. TIFF
dosya uzantısıyla kaydedilen bir görüntü, bu dosya tipinde hiç
sıkıştırma olmadığından, erişilebilen en yüksek kaliteyi verir,
ama bellekte çok yer kaplar. JPEG, en yüksek sıkıştırmayı yapabilen,
bu sayede görüntünün en düşük kalitede saklanmasını sağlayabilen
başka bir dosya uzantısı, ama bellekte kapladığı alan da bu ölçeklere
koşut oldukça küçük. Bir görüntünün büyüklüğü yatay ve düşeydeki
piksel miktarlarının biribiriyle çarpımından elde edilen değerle
anlatılır, en büyük görüntüyü ifade eden değer sayısal bir kameranın
ne büyüklükte bir görüntü verebileceğinin de bir ölçüsü; örneğin,
1.600x1.200 piksel ölçülü bir görüntünün büyüklük üst sınırı 1.920.000
etkin pikselse, bu 2 megapiksellik sayısal kameraları işaret eder.
Bazı sayısal kameralarda "Hi", "Fine", "Super
Fine" ya da "Uncompressed" gibi ayarlarla görüntü
kalitesi seçimi kullanıcıya bırakılırken, bazılarında benzer seçenekler
sunulmasına karşın, kalite ve büyüklük arasındaki bağlantının
basit kuruluşu nedeniyle istenilen sonuca erişmede sorun çıkarabilirler.
Çözünürlük bir görüntünün ekranda izlenmesi ya da basılmak istenmesi
durumunda gerek duyulan bir tanım. İzlemede 72ppi (pixel per inch;
bir inç uzunluğa dizilen piksel miktarı, 1 inç=2.54 cm), basımda
300 ppi yaygın olarak kullanılan çözünürlük değerleridir. 1.600x1.200
piksel büyüklüğündeki bir görüntü 300 ppi basılırsa 14x10 cm büyüklüğünde
bir görüntü elde edilir.
Son yıllarda görüntü kalitesini artırmaya yönelik çalışmalarla
erişilen olağanüstü gelişmelere karşın, çoğu sayısal kameradaki
görüntünün, geleneksel fotoğraf makineleriyle edinilen düzeyin
gerisinde ve fotoğrafı ciddiye alanların beklentilerini karşılamaktan
uzak olduğu bir gerçek. Ancak sayısal fotoğrafla uğraşanların
da “kötü” diye niteledikleri görüntüleri, üstelik karanlıkodada
saatlerce uğraşmanın yanında oldukça kısa sayılabilecek sürelerde,
fotoeditörler yardımıyla adam etmeleri, günümüzün sıradan uğraşları
arasında. Görüntüye nasıl müdahale edileceğinin bir reçetesi olmamakla
birlikte, fotoğrafçının, fotoeditörün özelliklerini, işleyişini,
yanısıra nasıl bir görüntü istediğini bilmesi, sonuç görüntüdeki
etkin belirleyici olmasını sağlar. Bu görüntülerin baskıya dönüşümü
çeşitli yazıcılarla yapılabilir, ancak gelişkin fotoyazıcılar
ve salt bu amaçla üretilmiş, fotoğraf baskı kartlarının taklidi,
kaliteli fotoğraf kağıtları kullanıldığında, görüntü kalitesi
bariz biçimde artar. Kaynaklar, bu yolla elde edilen bir görüntünün,
normal koşullar altındaki ortalama ömrünün, günümüzde bile 20-25
yılla sınırlı olduğunu söylüyor.
Kamera Alırken
Ne alacağınıza karar vermek, özellikle de teknolojinin her an
değiştiği bir ürünü seçerek satınalmaya çalışmak gerçekten çok
zor. Gereksinimlerinize uygun bir kameranın seçiminde, “Anı fotoğrafı
gibi basit istekleri yerine getirecek oldukça amatör bir kamera
mı yoksa sanat, haber ya da reklam fotoğrafı gibi profesyonelce
çalışmayı gerektirecek bir kamera mı?” sorusuna vereceğiniz doğru
yanıt “seçim süreci”nin en önemli evresini oluşturur. Ancak, bu
soru yanıtlandıktan sonra, seçim sırasında gözetilecek temel özellikleri
gözden geçirebiliriz.
Çoğu sayısal kamera üreticisi aynı CCD algılayıcısını kullanır
ve kameraları kendilerine özgü özelliklerle donatır. Öncelikle,
farklı kameraların aynı CCD’yi kullanıp kullanmadıklarına bakın,
aynıysa gereksinimlerinizi karşılamaya uygun özellikleri gözönünde
bulundurarak, sunulan diğer özellikleri karşılaştırın. CCD üzerindeki
piksel miktarının, istekleri karşılamada, “belirleyen etken” olduğu
anımsanması gereken tek unsur. Çoğu sayısal kamera 10x15cm ya
da 13x18cm boyutlu görüntüler verebilen 1 megapiksel büyüklükle
üretilirken, bazıları çok daha büyük boyutlara erişmeyi sağlayabilecek
5 megapiksel ya da daha üzerinde piksel miktarına sahip olabilirler.
Kabul görür bir kaliteyi yakalamada, örneğin 10x15 cm boyutlarındaki
bir baskıda 640x480 piksellik minimum çözünürlüğe gerek duyulurken,
13x18 cm boyutlu bir baskı için 1024x768, 20x25cm bir baskı için
1290x960(1.2 megapiksel)dan başlayarak, 2000*1600(3 megapiksel)
seviyelerinde çözünürlük gerekir.
Pil tüketimi çok yüksek olan sayısal kameraların, kaç pil gerektirdiği,
ne tür bir pil olduğu, kolayca bulunabilirliği gibi pil özellikleri
de önemli. Piyasada çok çeşitli piller bulmak olası, ama fotoğrafik
amaçlı üretilenlerin seçimi, kullanım süresini uzatabilir.
Çoğu sayısal kamera genişaçıdan teleye uzanan 28- 150 mm ya da
yakın değerlerde tek zom objektifle üretilirler. Bu aralık profesyonel
işler için yetersiz olabilir, bu durumda objektifi değişebilen
bir kamera seçimi amaca daha uygun olabilir.
Sayısal bir kamerada görüntü, bakaç ve LCD ekran olmak üzere
iki yolla denetlenebilir. Düz bir ekran olan LCD, objektifin gördüğünü
gösterir. Bazılarında, arkadan yapılan ek bir ışıklandırmayla
görüş güçlendirilir. Seçeceğiniz kamerada bu özelliğin varlığı
önemli bir üstünlük sağlar. Bakaçla gözünüzün uyumu, aranması
gereken bir başka özellik; “Çok küçük, ya da, çok mu büyük? Rahatça
görebiliyor muyum? Kamera içindeki göstergeleri rahatlıkla okuyabiliyor
muyum?” soruları seçimin doğru yapılmasını sağlarlar.
Dikkat edilmesi gereken diğer özellik, görüntünün kaydedildiği
bellek kartlarının büyüklüğüdür. Bazı kameralardaki kartlar kamera
içinde RAM bellek denilen sabit belleklerle üretilirken, bazılarında
bellek kartları takılıp çıkartılabilen türden olabilir. Sayısal
kameranın, yapılacak işlere uygun bellek büyüklüğüne sahip olması
önemli; bellek dolduğunda yeniden çekime başlamak, bellekteki
bilgileri bilgisayara aktararak olası olabileceği gibi, yedek
kart bulundurmak da bir başka çözüm olabilir. Bazı kameralar hem
dahili hem de harici bellekli üretilmişlerdir. Bu özellik çekilen
görüntüleri, harici belleğe aktarmadan önce dahili bellekte tutma
olanağı sağlar. Kullanışlı olabilecek farklı bellek çeşitleri
piyasada bulunabilir. Aslında mini bir HD sürücüsü olan PCMCIA
kartlar profesyonel kameralar için kullanılır. TYPE III kartlar
da 1040 megabit bellekli mini HD sürücülerdir. Compact Flash kartlar
PC kartlarına çok benzerler ve 8-512 megabit aralığında bilgi
tutabilirler. Smart Media Kartlar daha küçük gövdeli kameralarda
kullanılır, kibrit kutusu büyüklüğündedirler ve 128 megabite kadar
bilgi depolayabilirler. Ek olarak, drive disk bellekler çok daha
geniş depolama olanakları sunarlar. Bu kartlara uyumlu bilgisayar
programı ve adaptör seçenekleri kamera paketi içinde verilir.
Sayısal kameradaki bilgilerin bilgisayara aktarılması doğrudan
bir kablo ya da ayrılabilir bir diskle yapılabilir. Çoğu kamera,
kamera ve bilgisayarı birbirine bağlayan tek bir kabloyla aktarma
işleminin yapılmasına olanak verir. Kamera seçimininde, bu özelliği
de gözönünde tutmak akıllıca bir davranış olur.
Görüntü Dosya Biçimleri
Teknolojinin hızla ve sıçramalar yaparak gelişmesi sayesinde,
görüntülerin kaydedilmesi, saklanması, yollanması gibi işlemlerdeki
dosya biçimi önem kazanıyor, uygulamaların çoğu da çok farklı
dosya biçimleriyle destekleniyor. Görüntüyü göstermede kullanılan
iki yöntemden Vektör Grafik Dosyalar (Vector Graphic Files), bütün
görüntü biçimlerini tanımlayan matematiksel formüller olarak betimlenir.
Vektör grafik dosyalar farklı boyutlara büyütülüp küçültüldüğünde
bile aynı görünürler. Raster Grafik Dosyalar (Raster Graphic Files)
görüntüleri, piksel ya da noktalardan oluşan desenlerle betimler
ve büyüklüğü değiştirildiğinde bozulmaya eğilimlidirler. Bitmap
görüntüler sıklıkla Raster Grafik’le ilişkilendirilirler. Büyük
boyutlu bir görüntünün küçültülmesinin anlatımı olan sıkıştırma
“Az Kayıplı Sıkıştırma (Loss Less Compression)” ve “Kayıplı Sıkıştırma
(Lossy Compression)” diye adlandırılan iki farklı yolla yapılabilir.
Sıkıştırılmamış bir görüntüde her piksel kodlanır. Az kayıplı
sıkıştırma bunu bir adım daha ileri götürür, aynı değerdeki pikselleri
bulur ve aynı gibi kodlayarak dosyayı sağlama alır. Sıkıştırma
kaldırıldığında dosya kendi orijinali kadar aynı görünür. Esas
olarak JPEG biçimli dosyalarda kullanılan Kayıplı Sıkıştırma,
dosyayı sıkıştırırken bilgiyi de kaybeder ama sıkıştırma kaldırıldığında,
grafik görüntülerin insan gözünün görebileceğinden çok daha fazla
sayıda renkten oluşması sayesinde kayıplar farkedilemez.
Günümüzde kullanılan bazı farklı görüntü dosya biçimlerine bir
göz atalım:
BMP (Windows Bitmap) Microsoft Windows’ça kullanılan standart
dosya biçimidir. Siyah ve beyaz 2 renk ya da 16,7 milyona kadar
renkli renk kapsayabilir. Çoğu BMP dosyası sıkıştırılmaz. BMP
dosyaların bir başka çeşidi de RLE dosyalardır. Bu dosya görüntü
sıkıştırmaya bir dereceye kadar olanak tanır ve sıkıştırılmış
“wallpaper” dosyaları yaratmada kullanışlı olabilir. RLE dosyalar
16 ya da 256 renkli görüntü dosyalarıdır. Her ikisi için dosya
uzantıları .bmp ve .rle’dir.
GIF (Compuserve Graphics Interchange Format) dosyalar 2’den 256
renkli her yerde olabilirler ve Compuserv adlı firma tarafından
kendi online hizmetleri için yaratılmıştır, şimdi de çok sayıda
online hizmet için standart dosya formatı haline gelmiştir. Yüksek
sıkıştırma oranına da sahip GIF dosyaları, daha büyük boyutlu
dosyaların saklanmasında etkili bir yoldur. Dosya uzantısı .gif’dir.
JPEG (Joint Photographic Experts Group) dosyalar, görüntünün
içerdiği detay miktarlarını seçimli bir zayıflatmaya uğratarak,
görüntü dosyası boyutunu küçülten kayıplı bir sıkıştırma yöntemi
kullanırlar. Daha önce de söylendiği gibi insan gözü bu kayıpları
göremez. Dosya uzantısı .jpeg’dir.
PCD (Kodak Photo CD) Eastman Kodak tarafından sayısallaştırılmış
fotoğrafik görüntülerin cd-rom disk üzerinde saklanabilmesi amacıyla
yaratılmıştır. Görüntüler MGI Photo Suite’e yüklendiği herzaman
gerçek renkli (true color, 24 bit) görüntülere dönüşür. Dosya
uzantısı .pcd’dir.
PCX (PC Paintbrush) dosyalar, tekrenkli, 16 ya da 256 renkli
ve true color (24- bit) olarak gelirler. PCX dosyalar temelde
PC Paint Bucket paketi için yaratılmışlardır. Makul olabilecek
düzeyde sıkıştırılmış bu dosyaların uzantısı .pcx’dir.
TIFF (Tagged Image File Format) dosyalar çok yönlüdür ve hemen
hemen her türlü görüntüyü bit derinliğinde destekler. Dosyalar,
tekrenkli, 16 ve 256 renkli, 16 ve 256 gri tonlu ve 24 bit true
color olarak gelirler. TIFF dosyalar sıkıştırılmış ya da sıkıştırılmamış
olarak kaydedilebilirler. Dosya uzantısı .tif’dir.
CTF (MGI Liste Dosyası) dosyalar Çokluortam dosyalarındaki görüntüleri
saklamak üzere listelemek için MGI’ca geliştirlmiştir. Dosya uzantısı
.ctf’dir.
Ülkemizdeki Durum
Tıpkı dünyada olduğu gibi sayısal fotoğraf ülkemizde de sakınganlıkla
karşılandı. Her “yeni”de olduğu gibi alışkanlıklarla başetmek,
bu “yeni”ye karşı durmak adetten olsa gerek. Ancak yine herzaman
olduğu gibi yeniliklere açık olan fotoğraf ustaları da var. İstanbul’da
yaşayan Orhan Cem Çetin ülkemiz fotoğrafının ustalarından, yaşamını
reklam fotoğrafçılığıyla sürdürüyor. Sayısal fotoğraf üzerine
söyleyecek çok sözü var. Gerçek bir yenilikçi olarak bu yeni teknolojinin
sunduğu olanakları başından beri izleyen ve bu yolla üretim de
yapan biri. Çetin’e göre; “Ülkemizde sayısal fotoğrafa olumsuz
tepkiler üst kuşak “an fotoğrafçılarından” daha en başında geldi;
sayısala “dönüştürülen ya da sayısal yolla üzerinde oynanan fotoğrafların
“fotoğrafın gerçekliği yansıtma görevi”yle örtüşmediğini söyleyen
ustalar, bu ürünleri fotoğraf olarak kabul etmediklerini, bunun
etiksiz bir sunum olduğunu dile getirerek hızlı bir sonuç ortaya
koydular. Oldukça erken yapılan yorum karşısında, sayısal fotoğrafla
uğraşanların da söyleyecek çok sözü var. Teknolojik sıçramalar
fotoğrafçılıkta her zaman tepki yaratmıştır, ama fotoğrafın kendisinin
çok büyük ve önemli teknolojik bir buluş olduğu unutulmamalıdır.
Sayısal teknoloji de bu sıçramalardan bir tanesi. Fotoğrafın dönüştürülmesi
fotoğrafçılığın bulunuşu kadar eski; kolajlar, birleşik negatifler,
renklendirme, vs. işlemler fotoğrafın başından beri var. 150 yıldır
fotoğraflar kesiliyor, biçiliyor, yeniden biraraya getiriliyor,
an kurgulanıyor. Fotoğraflar 150 yıl önce de boyanabiliyordu.
Dadacıların fotoğrafla yaptıkları kolajlar, başkasının fotoğrafını
kendi kolajında kullananlar, ünlülerle sıradan insanları aynı
sofraya oturtanlar vb. müdaleleler… Hepsi o dönemlerde de yapılabiliyordu,
şimdi de yapılabiliyor. Müdahale sayısallaşmayla birlikte gelmedi,
sayısal süreç müdahaleyi çok kolay kıldı. Eskiden uzun süreli
uğraş, beceri, sabır, bilgi ve deneyim yani ustalık gerekiyordu,
bu nedenle herkesin yapabileceği bir iş olmaktan uzakken, sayıllaşma
ayrıcalıklı olma durumunu ortadan kaldırdı. Bana göre, polarize
filtre kullanılarak gökyüzünü daha mavi kılan geleneksel fotoğrafla,
üzerindeki gereksiz tel görüntüleri fotoeditörle silinmiş bir
sayısal fotoğraf arasında “gerçeği değiştiren müdahale” anlamında
pek de fark yok. Ne gökyüzünün olduğundan daha maviliği, ne de
tellerin silinmesi çekim anındaki gerçekliği yansıtıyor. Dünya,
fotoğraflarda görüldüğü gibi bir yer değil ki zaten; “fotoğrafın
Siyah/Beyaz (S/B) başladığı o yıllarda dünya S/B mıydı? Elbette
hayır. Fotoğraf zaten gerçekliği temsil etmiyor ki, bir gerçeklik
kurgusu var, fotoğrafın gerçeği yansıttığına dair kabullenilmiş
bir varsayım bu. Bir an bu varsayımı unutsanız, sayısal fotoğrafla
geleneksel arasındaki tüm farklar ortadan kalkabilir, sayısal
fotoğrafın diğer özellikleri görünür kılınabilir; sayısal fotoğraf
gerçek bir çevre dostu. Geleneksel fotoğrafın üretim sürecinde
kullanılan her türlü kimyasal çevreye akılalmaz düzeyde zarar
vermekte, üstelik ülkemizde yasal düzenlemelerin yetersizliği
atıkların yaşama karışmasında engel oluşturmuyor. Çoğu konuda
duyarlılığını dile getirenlerin üzerinde önemle düşünmesini gerektiren
bir durum bu…
…Biz ne çeşit bir tepki gösterirsek gösterelim, aslında teknoloji
kendi yolunda ilerlemeyi sürdürüyor, günün gereksinimlerine ayak
uydurduğu gibi günü geleceğe de hazırlıyor. Yenilikler gereksiz
ya da saçma gereksinimlerden doğmuyor, hepsinin dayandığı bir
temel gereksinim sözkonusu. Örneğin Photoshop bir karanlıkoda
benzeşimi; yepyeni ve kimsenin gereksinim duymadığı bir uydurma
değil, aksi büyük çılgınlık olur… Hem geleneksel fotoğraf makinem
hem de sayısal kameram var. Üretmek istediğim fotoğraf hangisini
kullanmamı gerektiriyorsa, onunla çekim yapıyorum. Çekerken kullandığınız
aracın fotoğrafın niteliğinde ve değerinde belirleyici olması
çok zor, fotoğrafı fotoğraf yapan araç değil, çekenin kendisi
ve seçimleri… Ülkemizde de sayısal fotoğraf hızla yaygınlaşma
eğiliminde…”
Son Söz
Sayısal kameralar, günümüzün herşeyi çok çabuk elde etmeyi uman,
sabırsız insanı için biçilmiş kaftan. 35 mm kameralar, yerini
almaya çalışan teknolojiyle mücadelesini sürdürmeye çalışıyor.
Savaşı kim kazanacak henüz bilinmiyor. Belki de, çoğu durumda
olduğu gibi, onlar da birarada yaşamayı becerebilirler.
--------------------------------------------------------------------------------
* Bilim ve Teknik Dergisi Ocak 2002 sayısında yayınlanmıştır.
Kaynaklar
www.huntfor.com/photography
www.digitalphotobassics.com
www.megapixel.net
www.photo.net
Julie Adair King, Amatörler İçin Digital Fotoğrafçılık 7’den
70’e Herkes İçin!, Dünya Yayıncılık, Amatörler Dizisi, 2001
|