Back to Main Page Back to Main PageSon SayıÖnceki SayılarEditörlerİletişim

Editörden

Canlı Kalkanların Yol Öyküsü

Camevler


Black&White in Colors : "Bir Metropol Paleontologu"

Fotoğraf Sanat İlişkileri

Sanat ve Felsefe : "Bir Sanat Yapıtının Değersel Sınırlamaları"

Uzaklardan : "Man Ray'in çalışmaları, Robert Desnos "

Sanal Dergi Yayıncılığı (Fotografya Bildirisi)

Temel Tasarım : Renk

Sayısal (Dijital) Fotoğrafa Bakış

Video Üstüne

"Ba-şar-Mak"

İzahlı Orhan Cem Çetin Külliyatı; Yumuşak Şeyler (1988-1990)

Kaktüs : "YA, YA, YA, ŞA, ŞA, ŞA, BİZİM TAKIM ÇOK YAŞA"

Eleştirmek İçin Eleştirmek

Afsad 6. Fotoğraf Sempozyumu Hakkında Birkaç Söz

18. İfsak Fotoğraf Günleri'nin ardından

Altın Kamera Yarışması

"Okudunuz mu ? Gördünüz mü ?" :
Fotoğraf İzleyicisi/Tüketicisi Olmak


"Sırt Çantalılar" Kurban Bayramında Ne Yapmak Lazım ?

Yol Notları :Venedik

Bülmeten

Temel Eğitim : Amatör Karanlık Oda ve S/B Baskı


Haberler

Çiçeği Burnunda Yayınlar

Platformlar
Bufsad

Yeni Umutlar
Serra Topal
Amgalan Nadsagdorj

Sergi Salonu
Çizgili Fotoğraflar
Pervane
Çöplükte Yaşam


Portfolyolar :
Yusuf Tuvi
Yusuf Darıyerli
Vahap Akşen


 

 

Sayı 13

SANAT VE FELSEFE
Bir Sanat Yapıtının Değersel Sınırlamaları



İlkin değerin bir başına ne olduğunu düşünelim: Birşeyin önemini belirlemeye yarayan soyut ölçü; bir şeyin değdiği karşılık; yüksek ve yararlı nitelik; bireyin isteyen, gereksinim duyan bir varlık olarak nesne ile bağlantısında beliren şey. Bir başka açıdan, bence değer: olumlu ve güçlü düşünebilen, yapabildiği analizleri algılayabilme gücüne sahip bireyin iç dinamiklerinin zamana ve koşullara göre değişken yargısal ürünüdür. Bu yapısal niteliklere sahip olmayan bireyin “değer” kavramını düşünmesi ve algılaması olanaksızdır. Ancak düşünmek ve algılamak, anlamanın ve bilmenin başlangıç aşamasıdır. “Değer” kavramının düşünsel analizler sonucunda anlaşılması ve tanınması, özellikle sanat çevrelerinde yapıtların yorum ve eleştirilerinde en çok gereksinim duyulan bir eksikliktir. “Değer”in ne olduğu kavranmadan, bilinmeden sanat’a yaklaşılması büyük yanlıştır. Afşar Timuçin şöyle bir yorum getirir(1): Sanatta değer, doğrudan doğruya yapıtın insani anlamlarıyla, bu anlamlar çerçevesinde özellikle geleceğe açık bir insani etkinliği bize duyuruşuyla belirgindir. Yalnızca sanat estetik değer kavramlarını, gerçek anlamda güzel’i ve çirkin’i getirir. Estetik değerin kaynağı doğada değil, insanın içsel zenginliklerindedir.

Değerin altyapısı bize neler çağrıştırır? Önce tabii ki değerin oluşum süreci! Her bir yapıtın üretimindeki ilk adım, değer’in ne olduğunun bilinciyle bireyin düşünsel dünyasında şimşeklerin çakmasıyla başlayan duygu yoğunlukları yaşanmasıdır. Değer, soyut bir kavram olarak duygusal olduğundan; nesnel değil tümüyle öznel olduğundan, oluşumu tümüyle bireyin düşünsel dünyasındadır. Bu düşünsel dünyadaki değer altyapısının oluşum süreci, bireyin, tüm imgesel, gözlemsel ve deneysel birikimlerinin güç ve boyutlarına göre gerçekleşir. Ne denli güçlüyse bu birikimleriniz, bu süreç o denli doyurucu olacak ve geleceğe o denli güçlü artı değerler bırakacaktır. İnsanın tüm yaşamında, imge, gözlem ve deneylerinin bileşkesi, değersel bir altyapı birikimi oluşturur. Eğer düşünsel dünyalar zayıf, beslenmesiz ve basit olursa, değer; bir içsel zenginlik olarak bireyin yapısında yer edinmemişse, bireyin düşünce dünyası, değer’e verimli ve pozitif bir altyapı oluşturamayacaktır.

Gelelim değer’in önkoşullarına. Değer’in birincil önkoşulu, insanın duygu dünyasına yönelmek ve hatta içine girebilmektir. Eğer insanın duygusal boyutu kavranabilirse, neye ilgi duyduğu ve önem verdiği imgelenebilirse – ki bunu yapmaya çalışan bireyin kendisi de kendi iç dünyasında bu gezintiyi yaparak doğru şeyler elde edebilir – değerin birincil önkoşulu yerine getirilmiş olur. Buna “ilgi merkezleri” de diyebiliriz. Sonra sıra anlatımdadır: ilgi merkezine seslenebilen değerler, yanıtsız kalmazlar. Alınacak yanıtların kimliği, anlatım biçimini oluşturur. Anlatım biçimi, duygulara sesleniş ya da seslenişlere yanıttır. Bunu olumlu sonuca götürecek en önemli etken ve önkoşul da, güç’tür. Eğer insanın duygularına seslenmeye, seslenişleri algılamaya ve tüm bunların sonucundaki değer yapılanmasını irdeleme gücüne sahipseniz, değerin önkoşullarını yerine getirme başarılmıştır.

İonna Kuçuradi(2) , değer’e şöyle yaklaşır: Değer, “bir şeyin değeri” derken genel olarak anladığım, o şeyin kendisiyle aynı türden şeyler arasındaki özel yeridir. Bir yapıtın değerlendirilmesi üç ana aşamadan geçer. İlki anlamak, ikincisi: bir yapıtı kendi alanında bir yere oturtmak ve kendi alanındaki yerini-değerini belirlemektir. Üçüncüsü ise, bir yapıtın önemini; böyle bir yapıtın yaratılmasının insan için, dünyamız için anlamının ne olduğunu göstermek; bu olanakların etik değerler bakımından anlamının ne olduğunu göstermektir. Bu adımın atılabilmesi için genellikle değerlerin, özellikle de etik değerlerin felsefi bilgisi gereklidir: etik değerlerin değerinin bilgisi!.. Zaten, sanat’ın ya da herhangi bir olgunun evrensel etik değerlerden soyutlanarak bir başına bir anlam, bir değer ifade etmesi olanaksızdır; olsa bile bunu bir “değer” olarak görmek insanın istenç ve algısını zorlayacaktır.

Değer’in sınırlarını ya da sınırlamalarını düşünelim şimdi de! Değer’in değişkenkiğinin bilinciyle nerede başladığını, nereye kadar sürebileceğini bilebilmek bir yüceliktir. Değer’in bir başına ne olduğuna bile yorum getiremeyen bunca insanlar arasında değerin sınırlarını bilebilmek!.. İnsanın duygu dünyasında pozitif ve negatif değerler arasındaki mesafe(!) tartışmalı bir düzlemdir. Çünkü değişken bir temel niteliğe sahiptir. Bu tartışmalı değişken düzlem, bireysel algı ve istenç farklılıklarının da kökenini oluşturur. Kimi zaman, birinin, kendi öznel yarar ve yargılarına göre “iyi” dediği, bir diğeri tarafından “kötü” gibi değerlendirilebilmektedir. Aslında çoğu böylesi durumlarda olumluluk ya da olumsuzluk mesafesi çok da uzak değildir biribirlerine, ama “bilinçli iletişim” eksikliğinden “çok farklı” gibi durur düşünceler! Örneğin, “1000” sayısının ölçüt alındığı bir konuda, çoğu zaman tartışılanlar “100” aralık dilimindedir: birinin “710” olarak gördüğünü, diğeri “805” olarak algılar ve genellemede biribirlerine yakın olan bu iki değerlendirme, bilinçli iletişimin yokluğu ya da eksikliği ve belki daha da önemlisi, çoğu kez karşılaşılan, bireylerin içsel değer yargılarındaki sorunlar yüzünden “değerler çatışması” olarak değerlendirilmektedirler.

Sınırlar, çoğu zaman koşulların benzeşmesinden dolayı kendiliğinden belirginleşebilse de, kimi zaman da, alanında tanınmış ve hatta bazen otorite bile olduğunu savlayan isimler, değer’e basit düşünceler ve ideallerle sınırlar koyabilmekte, kendilerinde bu gücü(!) görebilmektedirler. Oysa “değer”, bireyselliklerden, tüm zaman ve koşullardan çok ötelerde yüce bir kavramdır. Bu türden çabalar komik ve basit bir eylem olarak kalmaktadırlar. Kimi zaman da, bazı kurumlar, kural ya da yasa koyar gibi, değer’lere sınırlar koyabilmektedirler. İster bireyler, ister kurumlar tarafından her ne şekilde olursa olsun, hangi amaçla olursa olsun, değerlere sınırlar koymak, ne adına olursa olsun yanlıştır. Çünkü değer’in bir tek sınırlaması olabilir ki bu da, evrensel temel değerlerin, insani yüce değerlerin getirebileceği-koyabileceği sınırlamalardır.

Değer yargısı; değer ve yargı... Her biri kendi içinde büyük ve yüce anlamlar içeren iki sözcüğü birlikte ele alınca daha da bir önem kazanıyor! Değerin yargısı, yargılaması; yargının değeri ya da değerlendirmesi... Değer’in yargısını yapabilme becerisinin her insanda bulunabilmesi beklenmez, düşünülmez. Ancak evrensel temel değerler ile insani yüce değerlerin, değer yargılarını belirleyebilme gücü vardır, bu da bireylerüstüdür. Değer’i yargılamanın zorluğu yanında, açmazları ve çıkmazları da vardır. Böylesine hassas bir konu gündeme getirilirken yeterince düşünmeyi gerektirir. Bir sanat yapıtının bir değer olup olmadığının değerlendirilmesi, yorumlanması ve yargılanması, her zaman ve koşulda tam anlamıyla gerçekçi olunması ve değer’in ne olduğunun bilinmesine bağlı olarak olanaklı olacaktır. Bir yapıtın “değer” olması, ancak, tümel yaşamın gerektirdiği duygu ve düşünce yoğunluklarını içermesi, yansıtması ve bir başına bunu anlatabilmesiyle olasıdır.

Tolstoy, sanat’ı değerlendirirken şöyle der(3): Gerçek bir sanatsal yapıt, belirli bir düzene konulamaz, çünkü gerçek sanat yapıtı, (bizim kavrayışımızın ötesindeki yasalarla) sanatçının içinde uyanan yaşama ait yeni bir kavramın açığa vurulmasıdır ve bu kavram ifade edildiğinde, insanlığın yürüdüğü yolu aydınlatır. Duygu’nun evrimi sanat aracılığıyla gelişimini sürdürür. İnsanlığın mutluluğu için daha az iyi ve daha az gerekli duyguların yerini daha iyi ve daha yararlı duyguların alması sanatın amacıdır, olmalıdır. (Bu amaç, sanat yapıtlarının bir değer olmasını da doğal olarak sağlamış olacaktır.) Sanatın içeriğini oluşturan duygulardan bahsedecek olursak; sanat, bu amacını gerçekleştirme oranına göre iyi ya da kötü (değerli ya da değersiz) sanat olur. Tolstoy, normal bir insanı etkileyemeyen şeyin sanat olamayacağına inanır. Tolstoy’a göre “sanat”ın “değer”i sadece şu gerçekte yatar: Anlaşılamaz ve ulaşılamaz biçimde olan bir düşünceyi anlaşılabilir ve hissedilebilir yapmak... İnsanların bir sanat yapıtında görmek ve yaşamak istedikleri şey, yapıtın taşıdığı kendi öz değeri aracılığı ve katkısıyla, duygusal ve düşünsel anlamda kendilerinin içsel zenginliklerine değersel katkılarda bulunabilmesidir. Bu da ancak bir “değer” olabilen yapıtla olasıdır.

Mahmut Özturan

İzmir, Aralık/2002

Kaynaklar:

(1) Felsefe Sözlüğü / Afşar Timıçin

(2) Sanata Felsefeyle Bakmak / İonna Kuçuradi

(3) Sanat Nedir? / Tolstoy