SANAT VE FELSEFE
Bir Sanat Yapıtının Değersel Sınırlamaları
İlkin değerin bir başına ne olduğunu düşünelim: Birşeyin önemini
belirlemeye yarayan soyut ölçü; bir şeyin değdiği karşılık; yüksek
ve yararlı nitelik; bireyin isteyen, gereksinim duyan bir varlık
olarak nesne ile bağlantısında beliren şey. Bir başka açıdan, bence
değer: olumlu ve güçlü düşünebilen, yapabildiği analizleri algılayabilme
gücüne sahip bireyin iç dinamiklerinin zamana ve koşullara göre
değişken yargısal ürünüdür. Bu yapısal niteliklere sahip olmayan
bireyin “değer” kavramını düşünmesi ve algılaması olanaksızdır.
Ancak düşünmek ve algılamak, anlamanın ve bilmenin başlangıç aşamasıdır.
“Değer” kavramının düşünsel analizler sonucunda anlaşılması ve tanınması,
özellikle sanat çevrelerinde yapıtların yorum ve eleştirilerinde
en çok gereksinim duyulan bir eksikliktir. “Değer”in ne olduğu kavranmadan,
bilinmeden sanat’a yaklaşılması büyük yanlıştır. Afşar Timuçin şöyle
bir yorum getirir(1): Sanatta değer, doğrudan doğruya
yapıtın insani anlamlarıyla, bu anlamlar çerçevesinde özellikle
geleceğe açık bir insani etkinliği bize duyuruşuyla belirgindir.
Yalnızca sanat estetik değer kavramlarını, gerçek anlamda güzel’i
ve çirkin’i getirir. Estetik değerin kaynağı doğada değil, insanın
içsel zenginliklerindedir.
Değerin altyapısı bize neler çağrıştırır? Önce tabii ki değerin
oluşum süreci! Her bir yapıtın üretimindeki ilk adım, değer’in
ne olduğunun bilinciyle bireyin düşünsel dünyasında şimşeklerin
çakmasıyla başlayan duygu yoğunlukları yaşanmasıdır. Değer, soyut
bir kavram olarak duygusal olduğundan; nesnel değil tümüyle öznel
olduğundan, oluşumu tümüyle bireyin düşünsel dünyasındadır. Bu
düşünsel dünyadaki değer altyapısının oluşum süreci, bireyin,
tüm imgesel, gözlemsel ve deneysel birikimlerinin güç ve boyutlarına
göre gerçekleşir. Ne denli güçlüyse bu birikimleriniz, bu süreç
o denli doyurucu olacak ve geleceğe o denli güçlü artı değerler
bırakacaktır. İnsanın tüm yaşamında, imge, gözlem ve deneylerinin
bileşkesi, değersel bir altyapı birikimi oluşturur. Eğer düşünsel
dünyalar zayıf, beslenmesiz ve basit olursa, değer; bir içsel
zenginlik olarak bireyin yapısında yer edinmemişse, bireyin düşünce
dünyası, değer’e verimli ve pozitif bir altyapı oluşturamayacaktır.
Gelelim değer’in önkoşullarına. Değer’in birincil önkoşulu, insanın
duygu dünyasına yönelmek ve hatta içine girebilmektir. Eğer insanın
duygusal boyutu kavranabilirse, neye ilgi duyduğu ve önem verdiği
imgelenebilirse – ki bunu yapmaya çalışan bireyin kendisi de kendi
iç dünyasında bu gezintiyi yaparak doğru şeyler elde edebilir
– değerin birincil önkoşulu yerine getirilmiş olur. Buna “ilgi
merkezleri” de diyebiliriz. Sonra sıra anlatımdadır: ilgi merkezine
seslenebilen değerler, yanıtsız kalmazlar. Alınacak yanıtların
kimliği, anlatım biçimini oluşturur. Anlatım biçimi, duygulara
sesleniş ya da seslenişlere yanıttır. Bunu olumlu sonuca götürecek
en önemli etken ve önkoşul da, güç’tür. Eğer insanın duygularına
seslenmeye, seslenişleri algılamaya ve tüm bunların sonucundaki
değer yapılanmasını irdeleme gücüne sahipseniz, değerin önkoşullarını
yerine getirme başarılmıştır.
İonna Kuçuradi(2) , değer’e şöyle yaklaşır:
Değer, “bir şeyin değeri” derken genel olarak anladığım, o şeyin
kendisiyle aynı türden şeyler arasındaki özel yeridir. Bir yapıtın
değerlendirilmesi üç ana aşamadan geçer. İlki anlamak, ikincisi:
bir yapıtı kendi alanında bir yere oturtmak ve kendi alanındaki
yerini-değerini belirlemektir. Üçüncüsü ise, bir yapıtın önemini;
böyle bir yapıtın yaratılmasının insan için, dünyamız için anlamının
ne olduğunu göstermek; bu olanakların etik değerler bakımından
anlamının ne olduğunu göstermektir. Bu adımın atılabilmesi için
genellikle değerlerin, özellikle de etik değerlerin felsefi bilgisi
gereklidir: etik değerlerin değerinin bilgisi!.. Zaten, sanat’ın
ya da herhangi bir olgunun evrensel etik değerlerden soyutlanarak
bir başına bir anlam, bir değer ifade etmesi olanaksızdır; olsa
bile bunu bir “değer” olarak görmek insanın istenç ve algısını
zorlayacaktır.
Değer’in sınırlarını ya da sınırlamalarını düşünelim şimdi de!
Değer’in değişkenkiğinin bilinciyle nerede başladığını, nereye
kadar sürebileceğini bilebilmek bir yüceliktir. Değer’in bir başına
ne olduğuna bile yorum getiremeyen bunca insanlar arasında değerin
sınırlarını bilebilmek!.. İnsanın duygu dünyasında pozitif ve
negatif değerler arasındaki mesafe(!) tartışmalı bir düzlemdir.
Çünkü değişken bir temel niteliğe sahiptir. Bu tartışmalı değişken
düzlem, bireysel algı ve istenç farklılıklarının da kökenini oluşturur.
Kimi zaman, birinin, kendi öznel yarar ve yargılarına göre “iyi”
dediği, bir diğeri tarafından “kötü” gibi değerlendirilebilmektedir.
Aslında çoğu böylesi durumlarda olumluluk ya da olumsuzluk mesafesi
çok da uzak değildir biribirlerine, ama “bilinçli iletişim” eksikliğinden
“çok farklı” gibi durur düşünceler! Örneğin, “1000” sayısının
ölçüt alındığı bir konuda, çoğu zaman tartışılanlar “100” aralık
dilimindedir: birinin “710” olarak gördüğünü, diğeri “805” olarak
algılar ve genellemede biribirlerine yakın olan bu iki değerlendirme,
bilinçli iletişimin yokluğu ya da eksikliği ve belki daha da önemlisi,
çoğu kez karşılaşılan, bireylerin içsel değer yargılarındaki sorunlar
yüzünden “değerler çatışması” olarak değerlendirilmektedirler.
Sınırlar, çoğu zaman koşulların benzeşmesinden dolayı kendiliğinden
belirginleşebilse de, kimi zaman da, alanında tanınmış ve hatta
bazen otorite bile olduğunu savlayan isimler, değer’e basit düşünceler
ve ideallerle sınırlar koyabilmekte, kendilerinde bu gücü(!) görebilmektedirler.
Oysa “değer”, bireyselliklerden, tüm zaman ve koşullardan çok
ötelerde yüce bir kavramdır. Bu türden çabalar komik ve basit
bir eylem olarak kalmaktadırlar. Kimi zaman da, bazı kurumlar,
kural ya da yasa koyar gibi, değer’lere sınırlar koyabilmektedirler.
İster bireyler, ister kurumlar tarafından her ne şekilde olursa
olsun, hangi amaçla olursa olsun, değerlere sınırlar koymak, ne
adına olursa olsun yanlıştır. Çünkü değer’in bir tek sınırlaması
olabilir ki bu da, evrensel temel değerlerin, insani yüce değerlerin
getirebileceği-koyabileceği sınırlamalardır.
Değer yargısı; değer ve yargı... Her biri kendi içinde büyük
ve yüce anlamlar içeren iki sözcüğü birlikte ele alınca daha da
bir önem kazanıyor! Değerin yargısı, yargılaması; yargının değeri
ya da değerlendirmesi... Değer’in yargısını yapabilme becerisinin
her insanda bulunabilmesi beklenmez, düşünülmez. Ancak evrensel
temel değerler ile insani yüce değerlerin, değer yargılarını belirleyebilme
gücü vardır, bu da bireylerüstüdür. Değer’i yargılamanın zorluğu
yanında, açmazları ve çıkmazları da vardır. Böylesine hassas bir
konu gündeme getirilirken yeterince düşünmeyi gerektirir. Bir
sanat yapıtının bir değer olup olmadığının değerlendirilmesi,
yorumlanması ve yargılanması, her zaman ve koşulda tam anlamıyla
gerçekçi olunması ve değer’in ne olduğunun bilinmesine bağlı olarak
olanaklı olacaktır. Bir yapıtın “değer” olması, ancak, tümel yaşamın
gerektirdiği duygu ve düşünce yoğunluklarını içermesi, yansıtması
ve bir başına bunu anlatabilmesiyle olasıdır.
Tolstoy, sanat’ı değerlendirirken şöyle der(3):
Gerçek bir sanatsal yapıt, belirli bir düzene konulamaz, çünkü
gerçek sanat yapıtı, (bizim kavrayışımızın ötesindeki yasalarla)
sanatçının içinde uyanan yaşama ait yeni bir kavramın açığa vurulmasıdır
ve bu kavram ifade edildiğinde, insanlığın yürüdüğü yolu aydınlatır.
Duygu’nun evrimi sanat aracılığıyla gelişimini sürdürür. İnsanlığın
mutluluğu için daha az iyi ve daha az gerekli duyguların yerini
daha iyi ve daha yararlı duyguların alması sanatın amacıdır, olmalıdır.
(Bu amaç, sanat yapıtlarının bir değer olmasını da doğal olarak
sağlamış olacaktır.) Sanatın içeriğini oluşturan duygulardan bahsedecek
olursak; sanat, bu amacını gerçekleştirme oranına göre iyi ya
da kötü (değerli ya da değersiz) sanat olur. Tolstoy, normal bir
insanı etkileyemeyen şeyin sanat olamayacağına inanır. Tolstoy’a
göre “sanat”ın “değer”i sadece şu gerçekte yatar: Anlaşılamaz
ve ulaşılamaz biçimde olan bir düşünceyi anlaşılabilir ve hissedilebilir
yapmak... İnsanların bir sanat yapıtında görmek ve yaşamak istedikleri
şey, yapıtın taşıdığı kendi öz değeri aracılığı ve katkısıyla,
duygusal ve düşünsel anlamda kendilerinin içsel zenginliklerine
değersel katkılarda bulunabilmesidir. Bu da ancak bir “değer”
olabilen yapıtla olasıdır.
Mahmut Özturan
İzmir, Aralık/2002
Kaynaklar:
(1) Felsefe Sözlüğü / Afşar Timıçin
(2) Sanata Felsefeyle Bakmak /
İonna Kuçuradi
(3) Sanat Nedir? / Tolstoy
|