OKUDUNUZ
MU ? GÖRDÜNÜZ MÜ ?
Hafize KAYNARCA
Amatör Fotoğrafçı - Eğitimci
"Fotoğraf İzleyicisi/Tüketicisi Olmak"
Bunca yıldır fotoğrafla uğraşıyorum ancak, ben
galiba hala fotoğrafçı olmayı başaramadım (çünkü hala istediğim
gibi fotoğraflar üretemedim ve sunamadım diye düşünüyorum). Ama
iyi bir fotoğraf izleyicisi olmaya başladım. Neden mi? Şöyle diyelim;
nedir fotoğraf izleyicisi olmak önce ondan biraz söz edelim.
Aslında izleyici olmak, gerçek anlamda tüketici
olmak sayılır. Çünkü fotoğrafçının ürettiği ve bizlere sunduğu
fotoğrafları seyrederek tüketilmesini sağlıyoruz. Peki tüketmek
nedir? İşte fotoğrafta tüketmek, diğer alanlardaki ya da fiziksel
tüketmekten biraz farklı. İşte karmaşa da sanırım buradan çıkıyor.
Burada öncelikle fotoğrafın hangi amaç için üretildiği ve tüketime
nerede-nasıl sunulduğu çok önemli.
Fotoğraf pek çok farklı amaç için üretiliyor ve
çok çeşitli ortamlarda da tüketime sunuluyor. Basında, tanıtımda,
reklamda ve günlük hayatın pek çok alanında fotoğraf kullanılıyor.
İşte bu alanların çoğunda fotoğraf kendisi olarak-fotoğraf olarak
değil başka bir alanın nesnesi-aracı olarak kullanılıyor. Bu nedenle
biz gördüğümüz her fotoğrafı aynı kategoriye koyarsak ve hepsini
de aynı türden fotoğraflar olarak değerlendirirsek yanılırız.
Burada benim anladığım ve söz ettiğim fotoğraf;
konusu ne olursa olsun, nasıl üretilirse üretilsin, ne anlatırsa
anlatsın ve nerede sunulursa sunulsun ama gerçekten fotoğraf olarak
karşımıza gelen fotoğraflar. Başka bir alanın belge, bilgi veya
anlatım aracı olan fotoğraflar değil. Çünkü onların üreticisi
fotoğrafçılar bile olsa tüketicisi fotoğraf tüketicileri değil.
Tüketim amaçları da fotoğraf tüketimi değil fotoğrafta sunulan
nesnelerin tüketimidir. Ya da fotoğrafçılık mesleğini icra edenlerin
işleri gereği yaptığı ürünlerdir (ki bizler o fotoğrafları da
tabi ki görüyor ve tüketiyoruz, ancak konumuz onlar değil). İşte
bu nedenlerle söz ettiğim fotoğraf tüketimi de, gerçekten fotoğrafın
kendisinin sunulduğu ortamlarda fotoğrafları izleyerek tüketmek
(Sanat fotoğrafı ya da fotoğraf sanatı eserleri demiyorum, çünkü
fotoğrafı sanat olarak kabul etmeyenler olduğu gibi fotoğraflarını
sanat amacıyla üretmediğini söyleyenler de var). Yani fotoğraf
sergilerinde, gösterilerinde ve çeşitli fotoğraf etkinliklerinde
gördüğüm fotoğrafları izlemek.
Şimdi tüketmeye gelelim. Tüketim kavramı aslında
herhangi bir şeyin harcanıp ya da kullanılıp bitirilmesidir. Gel
gelelim sanatta ve doğal olarak fotoğrafta tüketim biraz farklı.
İki tüketim arasındaki ortaklık ise yararlanmak kavramı sanırım.
Bir yiyeceği yer tüketirsiniz vücudunuza yararlı olur. Bir eşyayı
alır kullanırsınız yaşantınızın kolaylaşmasına yarar sağlar. Bir
sanat eserini izlediğinizde size ne yarar sağlar peki?
Şimdi pek çok önemli standart cevap verilebilir
bu soruya... “Müzik ruhun gıdasıdır”, “Okumak bilinçlenmemizi
sağlar”, “Güzel sanatları izlemek bizi geliştirir”, “Fotoğraf
sergileri ufkumu açar”, vs. vs. Çok şeyler söylenebilir. Şüphesiz
hepsine de katılıyorum. Ama somut olarak bir fotoğraf sergisi
izledikten sonra ne yarar gördüğümüzü ifade etmekte yine de güçlük
çekeriz. Hatta çoğu zaman sağladığımız yararı birkaç beylik sözden
öteye ifade edemeyiz.
Epeydir gördüğüm ve etkilendiğim fotoğraf sergilerinden
ve gösterilerinden ne yarar edindiğimi düşünüp duruyorum. Evet
ortada bir yarar var ama ne? Yararlanmasam niye gidip izleyeyim.
Yaşamımda ne gibi bir değişiklik yapıyor bu izlediğim ve tükettiğim
fotoğraflar? Bu sorunun cevabını öyle bir çırpıda veremiyor insan...
Belki son günlerde izlediğimiz bir fotoğraf sergisi veya slayt
gösterisini hatırlarsak ve biraz sorgularsak cevabı bulmamıza
yardımcı olabilir.
Şimdi yakın zamanda izlediğim ve yararlandığımı
düşündüğüm bir slayt gösterisi ve bir sergiyi paylaşacağım sizlerle.
Ben ne çıkar elde ettim bu gördüklerimden diye hep birlikte bir
tartışalım isterseniz. (Bu “çıkar” kelimesi de pek itici oldu.
Ama çıkar hep maddi ve haksız kazanç olmak zorunda değil. Bence
yaşadıklarımızdan edindiğimiz kazanımlar da birer çıkardır.)
Önce son izlediğim slayt gösterisinden söz edeyim,
daha doğrusu son izlediklerimin içinde beni en çok etkileyen,
haz aldığım ve aklımda kalan gösteriden. Aslında buna bir slayt
gösterisi demek ne kadar doğru olur bilemiyorum. Çünkü şu hep
izlediğimiz; “bir yerlere gezmeye gidersin ve dönünce çektiğin
fotoğraflardan bir slayt gösterisi yaparsın” tarzı gösterilerden
oldukça farklı bir gösteriydi bu. Ne de olsa fotoğraflarını ve
yazılarını çoğumuzun tanıdığı, fotoğrafa uzun yıllardır emek eden
ustalarımızdan Sayın Tuğrul ÇAKAR’ın slayt gösterisinden
söz ediyorum.
Gösteri; karanlık salonda yalnızca göstericinin
beyaz ışığının eşliğinde fotoğrafçının kendi sesinden okuduğu
bir öyküyle başlıyor. Kısa öyküden sonra sanatçının bu öyküyle
bütünleştirdiğini söylediği ve kendi arşivinden oluşturduğu fotoğraflar
gelmeye başlıyor perdeye. Fotoğraflara yine görüntülerle bir bütünlük
ve ilişki içinde olan hafif bir müzik arkadaşlık ediyor. Fotoğrafları
izlerken başta dinlediğimiz öyküyü yaşamamak mümkün değil. Sanki
öyküdeki kişi ve kişiler fotoğraflarla aramıza süzülüyor. Garip
bir hüzün ve acı sarıyor içimizi. Sarsılıyoruz biraz. Dudaklarımızı
ısırıyoruz farkına varmadan. Ancak fotoğraflardan aldığımız hazdan
dolayı hafifce kendimizden geçiyoruz ve sarhoş oluyoruz.
Aman sakın yanlış anlamayın hiç öyle sinemaya öykünen
bir sunuş falan değildi. Yani kurgulanmış bir öykünün anlatıldığı
fotoğraflar dizisi değildi. Her fotoğraf kendi başına bir anlam
ve bütünlük taşırken, aynı zamanda öyküde sözü edilen durum, kişi
ve sanatçının ruh halini de destekliyordu. Fotoğraflar daha önce
tek başlarına sergilenmişti. Kendi varlıklarını ve güçlerini zaten
göstermişlerdi. Burada ise başka bir görev için bulunuyorlardı.
Bir öyküye eşlik etmek... Öykü için de durum aynıydı. Bir yerlerde
yayımlanmış ve rüştünü ispatlamıştı. Burada, bu gösteride fotoğrafların
ve müziğin iş birliği ile sanatçısının duygu ve düşüncelerini,
hep birlikte el ele, bir başka biçimde tekrar anlatıyorlardı...
İlk defa bir slayt gösterisinde fotoğrafları seyretmeye
doyamadım. Fotoğraflar perdede biraz daha kalsın istedim. İçimden
“fotoğraflar niye bu kadar çabuk geçiyor” diye söylendim. Oysa
fotoğrafların perdede kalma süresi izlediğim diğer gösterilerin
çoğunda verilen süreden daha uzundu. Fakat fotoğrafların gücü
ve büyüsü öylesine sarıyordu ki izleyeni daha uzun süre bakmak
istiyordum görüntülere. Aslında fotoğrafların çoğunu daha önce
görmüş olmama karşın, bende yarattıkları duygu ve düşünceler,
izlerken aldığım keyif öyle hoştu ki, sanki ilk defa izliyor gibi
heyecanla seyrettim gösteriyi. Ve her fotoğraf karesinden çok
büyük haz aldım. Fotoğraflardan burada söz etmeyeceğim, çünkü
fotoğraflarını çok sevdiğim, değerli sanatçı Tuğrul ÇAKAR’ın eserleri
hakkında yorum yapmak benim haddim değil diye düşünüyorum. Ama
şu kadarını söylemeliyim; aklınızda kalacak, keyif alacağınız,
sizde iz bırakacak fotoğraflardan oluşan, duygulu, samimi ve farklı
bir gösteri izlemek isteyenler varsa bu gösteriyi kaçırmamanızı
öneririm.
Şimdi biraz da son gördüğüm fotoğraf sergisinden
söz etmek istiyorum. Çekoslovak fotoğrafçı Ladislav HOVORKA’nın
“Bir Çek Gözüyle Güzellikler” sergisi. Ankara’da pek kimsenin
haberi olmadan, sessiz sedasız açılan ve kapanan bu sergiyi görme
şansım olduğu için memnunum. (Sergi Kültür Bakanlığı’nın galerisinde
açılmıştı ama kapısının dışında hiçbir yerde sergiyle ilgili bir
bilgiye rastlamadım. Devletin galerileri keşke açtığı sergilerin
tanıtımını daha geniş kitlelere ulaştırabilse de her zaman görme
şansımız olmayan sanatçıları daha çok kişi izleyebilse.)
Ağırlıklı nü fotoğraflardan oluşan sergide sanatçı
farklı çalışmalarına da yer vermişti. Siluet ve leke tarzında
yapılmış siyah beyaz nü fotoğraflar resim tadındaydı. Bir konu
bütünlüğü taşıyan renkli dizi fotoğrafları ayrıntıların gizemini
ve güzelliğini sunuyordu. Ağırlıklı olarak birbirini izleyen fotoğraflardan
portfolyo demeti yapılmıştı sergide. Ancak az olsa tek fotoğrafları
da vardı. Fakat serginin tamamı kendi içinde bir bütünlük taşıyordu
denilebilir.
Sergideki fotoğrafları uzun uzun ve birkaç defa
izledim. Özellikle nü fotoğraflara takılıp kaldım. Nü fotoğrafta
sadece çıplak çekmeyi marifet sanan, çıplaklığın fotoğrafı sanat
yapmaya yeteceğini zanneden fotoğrafçılar bu sergiyi görseydi
çok yararlanırlardı bence. Çünkü buradaki nü fotoğrafların çıplaklıkla
alakası yoktu ama fotoğraflar nü fotoğraflardı. Nasıl olur demeyin,
gerçekten güzel nü fotoğrafladı. Resimsel görüntüler olmaları
ise onları fotoğraftan uzaklaştırmamıştı.
Fotoğraflarda hem içerik olarak hem de teknik olarak
kendine has bir tarz ve özgünlük yakalanmıştı. Ben sergiyi izlerken
“aaa ne değişik fotoğraflar” diye düşündüm. Aralarında her yerde
görebileceğimiz alışık olduğumuz görüntülere benzer fotoğraflar
da vardı ama, bu o kadar önemli değildi. Çünkü serginin bütününe
bakınca fotoğrafların çoğunluğu sanatçının kendine has çalışmalarını
yansıtıyordu. İzleyeni şaşırtan, merak ettiren, sorgulatan, biraz
soyut ve birazda gizemli fotoğraflardı. Çağımız insanının yalnızlıklarını,
ilişkilerini, kaybolmuş değerlerini, arayışlarını ve özlemlerini
sorguluyordu sanki bu fotoğraflar. Sergiden ayrılırken yeni bir
fotoğrafçı tanımaktan, son zamanlarda gördüğüm sergilerden farklı
tatta, değişik çalışmaların yer aldığı bir fotoğraf sergisi görmekten
son derece hoşnuttum. Ve bu gün hala sergiyi düşündüğümde o güzelim
nü fotoğraflar geliyor aklıma.
Şimdi tekrar başta tartıştığımız fotoğraf tüketimi
konusuna dönelim. Sözünü ettiğim gösteri ve sergide izlediğim
fotoğraflardan geriye ne kaldı bende. Bir fotoğraf tüketicisi
olarak kazanımım var mı gördüklerimden. Cevabım tabi ki “EVET”.
Aslına bakarsanız gösteriyi ve sergiyi izlerken hissettiklerim,
algıladıklarım ve orada mutlulukla geçirdiğim zaman yeterince
önemli kazanç diye düşünüyorum. Oh bee, güzel bir slayt gösterisi
izlemek, bir sergiyi şöyle uzun uzun keyfine vara vara seyretmek
ne hoş bir duygu... (Çoğunlukla gösteriler kaçar gibi terk edilir,
sergilerin kokteyl bölümüyle ilgilenilir ya hani) Tüm katkısı
yalnızca bu kadar değil tabi. Bundan çok daha fazlası var...
Orhan Hançerlioğlu’nun “Başlangıcından Bugüne Erdem
Açısından Düşünce Tarihi” adlı kitabında geçen sözleri geldi aklıma;
“İnsandan başka bütün yaratıklar çevrelerini ya etkilemezler,
ya da doğal olarak etkilerler. Kendisiyle çatışarak çevresini
etkileyen tek yaratık insandır. Erdem insanca bir niteliktir ve
insanın kendini aşma gereksiniminden doğmuştur. İnsan, gelişmeden
edemez. Bir çocuk nasıl büyümek zorundaysa, büyümüş bir kişi de
daha çok büyümek, sürekli olarak büyümek zorundadır. Bedensel
büyümeden düşünsel büyümeye geçiş bu zorunluluğun sonucudur.”
Bu sözler beni biraz rahatlattı. İşte, asıl çıkarımız bu galiba.
Ne dersiniz?
Demek oluyor ki, bütün bu sanatsal faaliyetleri
ve ilgi alanımız olan fotoğraf etkinliklerini izleme çabamızın
altında yatan yegane amaç büyüme isteği belki de. Ne kadar çok
fotoğraf tüketirsek o kadar çok büyüyeceğiz. Fotoğraf tüketiminde
asıl ve en büyük çıkarımız bu büyüme arzusunu doyurmak... Fotoğrafta
kendimizi aşmak, görsel olarak sürekli gelişmek için iyi birer
fotoğraf tüketicisi olmak gerek o zaman. Yani fotoğraf üretebilmek
için öncelikle fotoğraf konusunda beslenmeye ihtiyacımız var.
Bu besinlerin en önemli kaynağı da fotoğraf yayınları, sergiler,
gösteriler... (Tahmin edersiniz ki burada kast ettiğim bizde hazımsızlık
yaratan üretimleri izlemek değil, bize haz veren, yeni bir şeyler
gösteren, kendini aşmaya çalışan ve bu konudaki açlığımızı keyifle
doyuran eserleri izlemek.)
Bütün bu düşünce ve tartışmaların sonunda; acaba
şöyle de bakılabilir mi? Sanat tüketicileri olarak bizler gördüğümüz
sanat eserini izleyerek yok etmiyoruz aslında bilakis çoğaltıyoruz...
Ve onlarla beraber biz de çoğalıyoruz...
|