KOMPOZİSYON
Öğr. Gör. Tülay Çellek
KOMPOZİSYON : Kavramsal (
nokta, çizgi, düzlem, hacim ) ve görsel ögelerin ( nokta,
çizgi, renk, doku, boyut, biçim, yüzey ) belirli, bir düzen
içinde bir araya gelmeleri kompozisyonu oluşturur. Kompozisyonda
en önemli ilke, her şeyin bütüne ait ve uygun olması, hiç
bir ögenin birbirine yabancı ve uyumsuz olmamasıdır. Yani
bütünlüktür, bütünlük içinde çeşitliliktir
Temel sanat eğitiminde, öğrencinin görsel ve duygusal gelişmesini
hızlandırmaya katkıda bulunan görsel eğitim yaşam boyu devam
edecek bir sürecin başlangıcıdır. Görsel ağırlıklı analiz
çalışmaları ile görmesini, algılayabilmesini öğrenen bir
öğrenci yeterli düzeyde görsel bilgi birikimini yani görsel
bilincini geliştirmiş olacaktır. Böylece öğrenci çevresini
daha duyarlı bir biçimde gözlemleme, ona karşı tepki gösterme,
yorumlama ve yargılama alışkanlığını kazanacaktır. Bu tür
bir duyarlığa sahip olunduğunda, çevresine ve olaylara bakmasını
bilen, baktığını gören, gördüğünü değerlendirebilen ve bunlardan
en doğru sonuçlara, yargılara, çözümlere ulaşabilen yaratıcı
bir insan olabilmek söz konusudur.
Görsel eğitim iki tür beceriyi gerektirmektedir.
* Görsel keskinlik,
* Görsel ifade.
Görsel keskinlik; bireyin çevresindeki çok yönlü mesajları
ve bilgiyi hızla ve açık bir şekilde görebilme yeteneğidir.
Görsel keskinlik,ilgi alanlarına göre ağırlık kazanmaktadır.
Bu nedenle görsel eğitim,ilgi alanlarının da genişlemesine
katkıda bulunmaktadır.
Görsel ifade; görsel mesajları göstermek yeteneğidir. Görsel
keskinlik aldığımız mesajlarla ilgilenirken, görsel ifade,
yolladığımız mesajlarla ilgilidir. Görsel eğitimi başarmak
için her ikisi de bilinçli olarak geliştirilmelidir.
Görsel mesajın, üç seviyesi tanımlanmakta: Bunlar, ifade,
soyutlama ve sembolizmdir. İfade,gerçekte görebildiğimiz
ve yaşadığımız şeyleri kaydetmeyi araştırır. Görsel iletişimde,
soyutlama daha kuvvetli ve özü çıkartılmış bir anlama doğru
bir basitleştirme olarak tanımlanmaktadır. Herhangi bir
anda görülen şeylerin anlamını çıkartmak ve düzen yaratmak
için görsel bilgi ile doldurulmuş olmak gerekmektedir. Bu,
algılama denilen olgu aslında soyutlama sürecidir. Sembolizm
de görsel mesajın basitleştirilmiş bir formudur. Ancak,
gerçekte görülebilen için yerine geçebilecek ya da onu yansıtabilecek
bir imajı ortaya koyar.
Görsel analiz, görsel eğitim ile başlar; bireyin çevresine
karşı nasıl bakması, neyi görmesi gerektiğini anlama ve
onun hakkında düşünme çabasıdır. Görsel analiz ile oluşan
değer yargıları bireyin çevresine karşı ilgi duymasına,
onu daha duyarlı bir biçimde gözlemlemesine ve çevresini
yargılamasına olanak sağlamaktadır. Görsel analiz, his ve
hayal gücünü harekete geçirerek amaca uygun yorumlama becerisini
de kazandırmaktadır. Gözlemlerin ve fikirlerin sözcükler
yerine çizimle not alınmasına yardımcı olmaktadır. Çizimle
not almanın potansiyeli, kayıt yapmanın ötesindedir. Çünkü
görselleştirilen bilgi, algılama gücüne bağlı olarak kaydedilir.
Algılama gücü de, gözlem yapabilme kadar düşünme yeteneği
ile gelişmektedir. Not alma alışkanlığı kazanmak için, görsel
analiz yaparken bazı temel becerilere sahip olmak gerekmektedir.
Bunlar,
* Algılama
* Ayrıntıyı fark etme / soyutlama
* Hayal gücünün geliştirilmesi,becerileridir.
Gözlem yapma; herhangi bir şeyi çizmek için önce ona bakılması
gerekmektedir. Bir çok insanın çizerken karşılaştığı güçlük,
dikkatlice bakmak için zamanı yeterince değerlendirememesinden
kaynaklanmaktadır. Eğitilmiş bir göze sahip olmak, görme
duyarlılığı geliştirmek için sık sık çevreyi analiz eden
çizimler yapmak gerekmektedir.
Algılama; duyu organları yardımıyla çevredeki objelerin,
fark edilmesini, olayların açıklamasını içeren bir bilgi
alma süreci sonunda ortaya çıkan psikolojik bir olgudur.
Algı bir uyarıcı nedeniyle ortaya çıkar. Bir objeyi gördüğümüzde
onun görsel algısını elde ederiz. Algılama insanın var oluşunun
kültürel ve bireysel varlığına dayanmaktadır. İnsan dış
dünyayı duyuları ( 5 duyu organı ) ile ve bunların algı
haline gelmesi sonucu tanır.
Algının temel özellikleri:
* Algılama bireyden bireye değişen bir olgudur.
* Algılamada deneyim önemli bir rol oynar.
* Algılamada insan çevreden amaçlarına uygun bilgi almaktadır.
* Algılama davranışı yönlendirir, eylem için bir uyarıcıdır.
Kısaca algılama, belirli bir deneyim kazanmış, önceden
bilgi birikimi olan bireyin sinir sisteminin ani tepkisi
olarak düşünülebilir.
Ayrıntıyı görebilme, fark etme; algıyı artırmak için,onu
bütünleyen, tamamlayan etkinlik ayrıntıyı fark etmedir.
Görsel not almada hız ve doğruluk, her bireyin geliştirilmesi
gereken bir beceri olmasına karşın, en yetenekli birey için
bile zaman, sınırlama getirmektedir. Bilginin bir çok seviyesinin
bilincinde olunduğu zaman neye önem vermek gerekiyorsa ,
o bilgi konusunda yoğunlaşabilir; bu şekilde davranarak
ayrıntıyı fark etme için uygulama yapılır. Ayrıntıyı fark
etme bir takım işaretlerle de ifade edilebilmektedir.
Hayal gücünün geliştirilmesi; gözleme dayalı tasarıma yönelik
düşünmeye doğru ilerlemek için hayal gücünün geliştirilmesi
gerekmektedir. Çünkü yaratıcı bir tasarımcı için en önemli
araç, hayal gücünün gelişmesine katkıda bulunan görsel hafızadır.
Birey, görsel hafızanın zengin bir koleksiyonuna sahip olmalıdır.
Hafızanın zenginliği iyi gelişmiş ve etkin bir görsel algılamaya
dayanmaktadır. Görsel imaj toplamanın ve algılamayı bilinçli
hale getirmenin en kolay yolu görsel not tutmadır.
Görsel eğitim sonucu gelişen ( görsel keskinlik ve ifade
kazanan, görsel analizi öğrenen, gözlem yapan, doğru algılayan,
ayrıntıyı fark eden, hayal gücünü geliştiren ) birey çalışmalarını
iyi bir kompozisyonla ifadelendirir.
Kompozisyon, ögelerin bir sistem içinde, ilkeler bağlamında
bir araya getirilmesidir; ancak bir üslubun karakterini
de yansıtır bir bütündür. Üslubun karakteristiği bir dil
ile yansıtılabilmektedir. Böyle bir dilin sözcüklerini doluluk-boşluk,
görsel ritm, görsel denge, çizgi, doku, biçim vs. oluşturur.
GÖRSEL TASARIM İLKELERİ - KOMPOZİSYON İLKELERİ
ORGANİZASYON ÖGELERİ
* Durum
* Yöneliş ( konum )
* Alan kuvvetleri
* Mekan
KAVRAMSAL ÖGELER
* Nokta
* Çizgi
* Düzlem
* Hacim
GÖRSEL ÖGELER
* Biçim
* Ölçü
* Renk
* Doku
GÖRSEL TASARIM ÖGELERİ ( RESİMDE GÖRSEL ÖGELER )
* Nokta
* Çizgi
* Renk
* Doku
* Boyut
* Biçim
* Yüzey
GÖRSEL TASARIM İLKELERİ ( KOMPOZİSYON İLKELERİ )
* Zıtlık
* Egemenlik / odak noktası
* Görsel denge
* Görsel ritm
* Şekil - zemin anlatımları
Tasarım ögeleri iki ve üç boyutlu çalışmalarda kavramsal
ögelerin yardımıyla algılanması sonucu anlam kazanır, iki
boyutlu bir çalışmada ögelerin düzenlenmesi, organizasyonu,
ilgili düzlemin uzunluğu ve genişliği üzerinde meydana gelir.
Esas amaç düzeni ve uyumu sağlamak ve görsel ilgiyi ve anlamı
ifade etmektir. Bu yaratıcı süreç, çizim teknikleri, baskı,
boya, fotoğraf, tüm iletişim araçları ile ifade kazanır.
ZITLIK
Sözcük anlamıyla zıtlık; karşıtlık, karşıt olma, çelişki
olarak ele alınmaktadır. Kontrast-karşıtlık kavramını geniş
kapsamları ile ele aldığımızda ise evrende her şeyin karşıtlıklar
dengesi içinde oluştuğunu görürüz. Bu sosyal yapıda da biçimsel
yapıda da böyledir ve zıtlık yoksa hareket yoktur, varlık
yoktur, süreç yoktur. Sanat açısından değerli görülen her
yapıtta kuşkusuz çok iyi çözümlenmiş kontrast bir denge
vardır. Bir şeyin değerlendirilmesinde karşıtlıklar daima
ön plandadır. Zıtlıkta denge kurulması bir çok şeyi çözümleyecektir.
Çünkü görsel anlamda en önemli belirleyici özellik zıtlık
kavramındadır. Bu karşıtlığın boyutu bireye göre değişir.
Bazılarında şiddetli, bazılarında yumuşak olabilir.
Ölçü zıtlığı, aralık zıtlığı, renk zıtlığı, doku zıtlığı,
biçim, üslup zıtlıkları ilgi topladığı ve canlılık yarattığı
için önemlidir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Uzun - kısa,
kalın - ince, dar - geniş, yuvarlak - köşeli, sert - yumuşak,
mat - parlak, kuru - ıslak, hafif - ağır, siyah - beyaz
vs.
Zıtlık konusundaki uygulamalarda ; resim ve fotoğraflardan
yararlanılarak anlam bağlamında zıtlık yaratacak bir yapıt
üretilebilir.
Anlam yanında biçimsel bağlamda zıtlık kavramında yaralanılarak
çalışma yapılabilir.
Zıt malzemeler birlikte kullanılarak çalışılabilir vs.
Zıtlık kavramından örnekler; Degas, Matisse, G. Balla,
L.W.ing-tong ( fotoğraf ), D. Lange ( fotoğraf )
|
D.Lange
|
Matisse
|
Siu-Man Han
|
EGEMENLİK / ODAK NOKTASI
Bir kompozisyonda kullanılan ögelerden birinin ya da bir
grubun diğer ögelere göre ölçü, değer, renk, doku bakımından
üstünlük sağlamasıdır. Her türlü egemenlik zıtlıkla sağlanır.
Tasarımın esas düşmanı yeknesaklıktır. Gözlemcinin bir tasarıma
ilgi uyandırabilmesi için hayal gücünü kurcalaması gerekir.
Amaç dikkat çekmek ve bakan bireyde haz uyandıran bir düzenleme
sağlamaktır. Bu bir kompozisyonda odak noktasının oluşturulmasını
sağlamakla gerçekleştirilir. Son derece saf, soyut düzenlemelerde
bile odak noktası bakan bireyin dikkatini çekecek; görsel
heyecan uyandıracaktır. Birden fazla odak noktası, bir öge
diğerinden ayrılırsa oluşur diyebiliriz.
* Ögelerin çoğu düşey olduğunda yatay formların bir kaçı
düzeni keserse odak noktası oluşur.
* Ögelerin çoğu yaklaşık aynı ölçüde ve biri oldukça büyük
ise bu öge görsel olarak önem kazanır.
* Ayırım yardımıyla odak noktasının oluşturulması; bu oluşum
zıtlıkla, şiddet oluşturma diye de tanımlanabilir.
* Yerleştirme yardımıyla
* Beklenmeyen, ilginç ögeler dikkat çekerler.
* Ölçü büyüklüğü
- Renk yoğunluğu
- Doku yoğunluğu
Her yapıt bir dominant noktaya sahiptir genellikle.
Örnekler; Rembrandt, K. Kumaki ( fotoğraf ),
|
August Sander
|
Kuzi Kumaki
|
Klee
|
DENGE
Denge değişik ölçüler arasında aranmalıdır. Resimde dengeyi
dikey ve yatay çizgiler kurar. Denge salt çizgilerle değil,
açık - koyu zıtlığıyla da verilebilir. Başarılı bir düzenlemede
kullanılan ögeler birbirleriyle karşılaştırıldıklarından
genelde bir denge hissedilmiştir. Bu denge biçim, yön, ölçü,
aralık, doku, renk ile sağlanabilir. Görsel ağırlıkları
olan ögelerin eşit dağılımının bir türü olan denge, tasarım
ilkelerinden biridir. Denge zıtlıkla koşulludur adeta. Yeryüzündeki
her şey zıtlıklar dengesine dayalıdır. İnsanın yaşamı ve
kendisi dengeye dayalıdır. Dengesizlik her şeyi altüst edebilir.
Çünkü dengesizlik bozukluk, yanlışlık demektir. Görsel uyarıcılık
dengedeki doğruluk yada rahatsız edicilik sonucu oluşur.
Gerek görsel gerek devinimsel gerekse sessel anlatımda dengenin
sağlamlığı söz konusudur. Denge, formda, renkte, harekette,
açık-koyuda kendini gösterir. İki boyutlu düzenlemeye ait
dengede daima ifadeyi sağ ve sol olarak ya da alt ve üst
olarak iki bölüme ayıran düşey ve yatay eksen aranır. Denge
simetrik ( bakışık ) ve asimetrik denge ( bakışımsız ) olarak
ikiye ayrılır.
Simetrik denge, bir eksene göre ögelerin
aynı durumda tekrar etmesiyle oluşur. İnsan vücudunun doğal
olarak simetrik dengeye sahip olması sanat gücünü - bilinç
altında - o yönde etkilemiştir. Kesin kararlı oturmuş bir
kompozisyonu oluşturur. Ancak fazla ilgi uyandırmaz.
Asimetrik denge, eşit yada eşit olmayan
görsel ağırlıktaki ve çekicilikteki ögelerin düzenlenmesiyle
oluşturulur. İlgi çekici olması yönünden kompozisyon daha
başarılı olur. Anlatımı oluşturan elemanların, benzerlik,
zıtlık, üslup, uygunluk ilişkileriyle renk, biçim, hareket,
açık-koyu ile oluşan denge, asimetrik dengeyi oluşturur.
Denge konusuna örnekler; Raphael, Degas,
Matisse, M. Ernst, R. Magritte, E. Weston ( fotoğraf )
|
Chan-man Lo
|
Raphael
|
RİTM
Sanatta, plastik elemanların değişen uyumlu tekrarıdır.
Ritm, bir sanat yapıtıyla aramızda psiko-fizyolojik anlaşma
yaratmak için yinelen devinimler düzenidir. Bir sanat yapıtında
hareketler önce duyuları sonra bünyemizi etkiler ve insan
tümüyle bu hareketlere katılır Yapıttaki devinimlerin izleyicideki
bu yinelenmesi statiktir. Bunun için gözle görülmezler.
Ama hareket düzeni bizi fazla duygulandırırsa irkilme,yüzünün
buruşması yada yüz ve bedenin gevşemesi görülür. Psiko-fizyolojik
anlaşma ancak hakim devinimlerle, kontrast devinimlerin
düzeniyle sağlanabilir. Rahat, uyuşumlu bir düzen yaratabilmek
için hakim devinimlerle karşıt devinimler arasında dikkati
çekecek kadar bir farkın gözetilmesi gerekir. Bunları uygulama
oranları sanatçıdan sanatçıya ve sanatçıların vermek istediği
havaya göre değişir. Kontrast devinimlerle hakim devinimlerin
oranı farklı olmalıdır. Ritmin Yapıtlarda dayandığı temel;harekettir.
Yapıtlarda ışık, gölge, yarı gölge değişimleri devinimi
oluştururlar. Çizgi ve yüzeylerde yapılan yön değişikliği
resme hareket kazandırır. Genel olarak yatay ve dik çizgiler
durgunluk, eğik ve kavisli çizgilerde hareket yaratır.
Devinim ikiye ayrılır.
1 - Doğal devinim ( Örn: Yontunun kendi hareketi )
2 - Plastik devinim ( Kitlelerin üç boyutlu bir düzeyde
yarattığı ışık - gölge kontrastlarından doğar.)
Koyu - açık - orta valörlerin yarattığı yön kontrastı,
rengin yön kontrastı, yatay, dikey parçalar, zıt kontrastlar
devinimi oluşturur. Ritm, çeşitli yönlerde, çeşitli büyüklükte
yinelen dominant devinimlerin birbirleriyle kontrast uyuşumudur.
Bir yapıtta çoğunlukta olan devinimlere '' dominant devinimler
'' denir. Bu devinimler birbirinin benzeri ya da aynı karakterdedirler.
Kontrast devinimler bunlardan tüm ayrı yapıdadır. Doğada
da ritm vardır.
Mimari ve heykel gibi üç boyutlu sanatlarda kitlelerin
üç boyut üzerindeki yön kontrastları ve bunlarla ilgili
üç boyut üzerindeki ışık, gölge, yarı gölge kontrastlarından
doğar. Mimaride dolu kısımlarla (duvarlar v.b.) boş kısımlar
(pencereler, kapılar v.b.) ve madde değişiklikleriyle sağlanmış
koyu açık düzeyler devinimi oluştururlar.
Heykelde, hacim öğelerinin, ışık-gölge ilişkileriyle, çevre
boşluğuna rastlayan doğanın hareket öğesi olarak düşünülmesi
gerekmektedir. Resimde de devinim yine ''Yön kontrastı''
temeline dayanır. Koyu-açık-orta tonların yarattığı yön
kontrastı devinim sağlar. Renk kontrastı ile de devinim
sağlanır. Yatay ve dikey biçimlerde devinimi oluşturan unsurlardır.
(Ton kontrastı, renk kontrastı, iç hareket, biçim kontrastı)
Sonuç olarak ritm; renk, açık - koyu, ögelerin birbiriyle
ilişkileri, dolu - boş kısımlar ve bunların çevre ilişkileri,
hakim ve kontrast elemanlar, gölge - yarı gölge - açık durumlar,
devinimlerin yükselme - alçalma hızlarının üzerimizdeki
etkileridir.
Resimde kompozisyonu oluşturan diğer araçlara gelince;
bir biçim kendi içinde parçalandığı gibi değişik biçimde
de parçalanabilir. Ne kadar çok parça varsa her parça diğerini
yardıma çağırır. Parçalamak demek bir biçimde olan ağır
görevi yan parçalara ayırmak demektir. Sıralama ise; ritmik
bir şekilde olmalıdır. Aynı biçimler sıralandığı gibi ayrı
biçimler de sıralanabilir. Toplama da, birbirine benzeyen
ya da benzemeyen biçimlerin bir arada toplanması söz konusudur.
Tabakalaşma; resme derinlik kazandırır. Renkler ve biçimler
tabakalaşmayı sağlar. ( uzaktaki biçimlerin açık, yakın
renklerin koyu olması gibi ). Titreşim; biçimlerin ve renklerin
titreşmesidir.( Empresyonizm ) Merkezileştirme; Rönesans
kompozisyonun özelliğidir. Refakat etme; aynı biçim ve renklerin
küçüklüğü ve büyüklüğü ayrı biçimlerde olabilir. Ana devinime
bir yan devinim refakat edebilir. Renk de olabilir. Serpilme
- dağılma; aynı ve ayrı biçimlerin ayrı ya da aynı şekilde
dağılışıdır. Dağılış içten dışa olduğu gibi dıştan içe de
olabilir.
Ana ve yan devinimler, döndürme ve devinimleştirme, büyütme
ve küçültme, ters görüntü, parmaklık, sayıların oranları,
transfer, simetri vs. gibi vasıtalarda resimde kompozisyonu
oluştururlar.
Örnekler; Ucello, F. Hals, Turner, İngres, U. Boccioni,
Degas, Picasso, H. d. Toulouse-Lautrec, G. Braque, F. Legér,
G. Balla, H. P. Horst ( fotoğraf )
|
Henri Matisse / 1909
|
Horst P. Horst / 1941
|
Kin-Pano Chan
|
ŞEKİL - ZEMİN ANLATIMLARI
Görsel tasarım ögeleri, görsel ilkeler yardımıyla yüzeysel
ya da hacimsel olarak düzenlenerek zemin ya da şekil anlatımları
oluştururlar.
Zemin anlatımı; iki boyutlu etkisi olan bir düzenlemedir.
* Geniş - berrak alanlarla,
* Benzer ölçüde tekrar çizimlerle,
* Bir kompozisyonda şekil anlatımı verecek şekilde güçlü
etki yapan bölgelerden arta kalan kısımlarla sağlanır.
Şekil anlatımı; üç boyutlu etkisi olan bir düzenlemedir.
* Derinlikle
* Çizgisellikle
* Etkili çevre ya da güçlü çevre çizgileriyle sağlanır.
Derinlik; bir cismin üçüncü boyutunun yani kalınlığının
anlaşılması, hissedilmesi ile etkinlik kazanır. İki ya da
üç boyutlu cisimler yan yana durduklarında bize göre farklı
uzaklıkta hissediliyorsa,bu biçimler ya da cisimler derinlik
ifadesi verebiliyor demektir.
- Örtme
- Saydamlık
- Ölçü derecelenmesi
Değer derecelenmesi; cisimlerin renkleri, değer farkları,
parlaklık ve matlıkları ya da dokuları derinlik ifadesi
oluşturmada rol oynarlar.
* Sıcak renkli cisimler yakında,
* Soğuk renkli cisimler uzakta,
* Koyu tonlu cisimler yakında,
* Açık tonlu cisimler uzakta,
* Parlak cisimler yakında,
* Mat cisimler uzakta,
* Sert dokulu cisimler yakında,
* Yumuşak dokulu cisimler uzakta etki yaparlar.
Çizgisellik; Çizgi kalınlıkları farklı tutulursa derinlik
anlatımı güçlenir. Ölçü derecelenmesi görevi yaparak derinlik,
anlatımının güçlenmesine katkıda bulunur.
Etkili çevre; biçimler çevre çizgileri ile belirli hale
gelirler. Çevre çizgileri zayıf, ince ve az belirli olan
cisimler gözde fazla etki yapmazlar, daha uzakta algılanırlar.
Derinlik etkisi bazı cisimlerin kenarlarını kuvvetli çizgilerle
çevirmekle sağlanır. Şekil olarak algılanırlar.
Şekil - zemin ilişkisi; şekil - zemin ilişkilerinde şeklin
zeminden net bir şekilde ayıt edilmesi istenir. Buna şekil
- zemin ilişkilerinde '' belirlilik '' denir.
Şekil - zemin ilişkisinde üç esas vardır:
1- Genellikle zemin daha basit olur ve şekilden daha geniş
bir yer kaplar.
2- Şekil ve zemin anlatımları arasındaki güç farkı ve diğer
belirtiler nedeniyle şekil anlatımı ya zemine bitişik ya
da zeminden önde görülür.
3- Uzaysal ya da üç boyutlu olarak etki yapabilen zeminler
güçlü şekil anlatımlarının arkasında yine iki boyutlu etki
yaparlar.
Şekil - zemin arasındaki benzerlik, yakınlık, uygunluk,
karakter birliği aranır. Görsel algıda şeklin belirliliğini
sağlayan etkiler:
Şekillerin; benzerliği, ölçüsü, yakınlık-uzaklık derecesi,
ana formlar, kapanma, devamlılık (ritm) dir.
Örnekler; E. Schiele, E. Weston ( fotoğraf ), Y. Tanguy,
R. Magritte, S. Dali, P. Klee
|
Osman A. Yeşil
|
Yim-Long Tang
|
Dali
|
FOTOĞRAFTA KOMPOZİSYON
Aslında görsellik açısından malzeme farklılığı dışında
kompoze kuralları da, ilkeleri de diğer çalışmalarla -resimle
aynı özellikler taşımaktadır. Ayrıntıda tasarlayan , gören
beyne fotoğraf tekniğinin olabildiğince katkısı ya da belirleyici
anlamı vardır bir şekilde.
Konuyu, fotoğraf karesi içinde belli bir ışıkta, görsel
düzenleme ilkeleriyle gerçekleştirmek fotoğrafta kompozisyonu
oluşturur. Bunun için bakış noktası, mesafe önemlidir. Buna
göre de uygun makinanın, objektifin kullanımı gereklidir.
Ayrıca fotoğrafı belirlerken yatay ya da düşey olmasına
da karar vermek gerekir. Kullanılan malzeme ve teknik amaca
hitap edebilmelidir. Seçilen konunun, görüntünün tercih
edilen boyutta yerleştirilmesi kişisel ayrıcalıkları beraberinde
getirmesi açısından önemlidir. Ama bu yerleşim yine de tam
bir reçete ya da motomat matematiksel parçalanmaya dayanmasa
da bazı prensiplerle gerçekleştirilmesi estetik hazzın,
felsefenin oluşmasını sağlar. Kompozisyonun açık ya da kapalı
olması kişisel tercih, özellik nedenidir.Kapalı kompozisyon
çerçeve içinde başlayıp biten kompozisyondur. Hiçbir hareket
ya da biçim çerçeve dışında devam etmez. Açık kompozisyon
ise çerçeve dışında devam edecek, izleyicide böyle bir etki
bırakacak nitelikte olan düzenlemedir. Konu çerçeveyle sınırlı
değildir. Sanatsal anlamda yerleşim tavrı bireysel özellikler
taşısa bile ilkeler, farklı çalışmalarda aynıdır.
Fotoğrafta kullanılan teknikler, bireysel ayrıcalığın göstergesidir.
Bazılarında leke, gren, çizgi, renkli ya da siyah-beyaz
tercih edilendir. Bazılarında netlik, bazılarında fluluk
ön plandadır. Resimde de böyle değil midir? Salt değişen
malzeme , tekniktir. Tasarlayan hepsinde de insan... Fotoğraf,
düzenlenen çekimleri bir kenara koyarsak bir anı tespit
etmek olduğuna göre kompozisyon bu anın içine sığdırılmış
olandır. Ya tasarlanacaktır ya da seçilecektir.
Konunun uzağında ya da yakınında olmak, mesele bu işte
, bakış açısı-mesafesi. Ne olursa olsun fotoğraf aynen yinelemek
değildir hiçbir zaman...
Fotoğraf çekerken amaç ne olmalı, bu önemlidir. Ayrıntı
istiyorsanız ışık ona göre ayarlanır. Leke istiyorsanız
ona göre... Burada belirleyici olan, hangi tip makine kullanırsanız
kullanın insandır. Ayrıca kullanılan malzemenin kalitesini
de yadsınamaz. Banyonun temiz, taze olmasına kadar. Sonuç
olarak, konu seçimi ve anlatım tarzını bireysel ayrıcalıklar
belirler. İşte yaratıcılık buradadır. Burada çekim ve karanlık
oda tekniklerine girmeyeceğim. Fotoğraf adına hazırlanan
kitaplarda bu konular ayrıntılarıyla var. Beni, bize sunulan
tarafı ilgilendirdiği için tıpkı bir resmi, kağıda , tuvale
vs. ye geçirirken duyulanların fotoğraf içinde geçerli olduğu
yönündedir. Bunlardan kısaca bahsedeceğim tekrar olmamasına
dikkat ederek. Bence fotoğrafla ilgilenenlerin çok iyi sanat
tarihi bilmeleri, resmi incelemeleri gerekir. (Resimde kompozisyon
konusu daha detaylı verilmiştir. )
Zıtlık, fotoğrafta canlılık, değişiklik ve ilgi çekiciliği
sağlar. Aydınlık-karanlık, dikey-yatay,düz-eğri, bütün-parça,
sade-karmaşa, kesinlik-belirsizlik vb. gibi.. ( Ayrıntı
ZITLIK başlığında verilmiştir.) aynı şekilde simetrik değil
de asimetrik çalışmalar, çekimler fotoğrafta hareketi sağlayacaktır.
Tabii her kavram beraberinde dengeyi de getirmelidir, sağlam
bir düzenleme adına. Sadelik her an aranan , dikkat dağıtmayan
unsurların başında gelir. Fotoğrafta ç biçimlerin belirgin
olmasıyla ilintili olduğu için netlik olarak tanımlanabilir.
Mesajı verilecek biçimlerin ya da ön plana çıkmasını istediğimizin
belirgin ayrıntının flu olması gibi. Fotoğrafta belirtme,
sadeleştirme ve ayıklama temel olabilir.
|
Paul Caponigro
|
Shomei Tomatsu / 1969
|
Bruegel / 1558
|
1-ÇİZGİSEL VE GÖLGESEL
Çizgisel çalışmalarda nesnenin maddesel kavranışından
bir şey vardır aynı zamanda sınırlanmasından kontursal yapısından
bir gösterge vardır ve dokunma duyusuna dayanır. Gölgesel
çalışma ise lekelerden oluşur ve bu lekesellik göze hitap
eder. Bu, görsel bir duyumdur. Anlamak için gerçekleştirilen
dokunsallık zaman içinde yerini görselliğe bırakmıştır.
Dünyadaki değişim ve gelişim yeni ilgileri, bilgileri ve
güzellikleri doğurmuştur.
16.yy da düzgün, devamlılık gösteren çevre çizgisi 17.yy
da yerini kesik çizgiye bırakır ve bu kesik çizgi, değişen,
süregelen nesnelerin betimlenmesini sağlayan farklı bir
görev olarak yerini alır. Kesik çizgilerin belirlediği gölgesel
üslupta, yüzeylerin yumuşaklık, katılık, düzgünlük-pürüzlülük,
gibi nitelikleri de belirtilir. Bu iki üslubun çok iyi çözümlerini
resimlerde de görürüz. Örneğin çizgisel üsluptaki bir çalışmada
ağaçların yaprakları teker teker işlenmiştir. Gölgesel üsluptaki
bir çalışmada ise ağaçların yaprakları kalem vuruşlarıyla
belirtilmiş daha lekesel bir tarzla hangi cins ağaç oldukları
ve yaprakların kıpırtıları verilmiştir.
Çizgisel boya resminde renkler birbiriyle ilişkisi olmayan
bağımsız tavır içindedirler. Özgürdürler. Gölgesel boya
resminde ise renkler genel bir fonda birbiriyle ilişkilendirilmiş
izlenimi verirler ve renk sanki gizemli bir delikten gelir
yada fışkırır ve yine lekesellik söz konusudur ve aynı zamanda
da devamlılık .
Çizgisel üslupta renk, kalımlı bir eleman olarak ele alınmıştır.
Gölgesel üslupta ise görüntüdeki değişmeler amaçlanmıştır.
Bu yüzden de tek renkli bir cisim, görüntüdeki yansımalar
nedeniyle çeşitli renklere çalar. 19.yy daki izlenimcilik,
rengin bu kullanılışını Baroktan daha ileri götürür.
Rengin bu özelliği Rönesans'ta da biliniyordu. Örneğin
Leonardo, gölgelerde tamamlayıcı renklerin görüldüğünü saptamış.
Alberti, yeşil bir çayırda yürüyen bir adamın yüzünün yeşile
döndüğünü gözlemlemişti. Ama bu sanatçılar, bu gerçeklerin
resimle bir alışverişi olmadığını düşünüyorlardı. Bu da
doğa gözlemlerinin üslup üzerine ne denli az etki yaptığını,
son yargıyı yine de dekoratif esasların beğeni kanısının
verdiğini gösterir. Gözlemden ziyade o zamanın bilgisi,
görgüsü, tekniği söz konusuydu yaşama geçen.
Yontu da resimle birlikte değişmiştir. Klasik yontuda sınırlı,
elle tutulabilir değerler vardır, yapıt kapalı bir bütünlük
gösterir ve ışıklar, gölgeler plastik biçime bağlı değildirler,
yüzeylerin üzerinde oynaşırlar. Barok etin yumuşaklığını,
ipeğin parıltısını da verir.
Mimaride de bu olgular görülür. Mimari, kuşkusuz resimde
aynı koşulda değildir ama, dinginlik - devinimlilik, sadelik
- karmaşıklık, parçaların bağımsızlığı - parçaların bir
bütüne girişi gibi fenomenler yapı sanatında da söz konusudur
ve bunlar yapı sanatının çizgisel ve gölgesel üsluplarını
belirler. Barok sanatı 19.yy ın başlarında Yeni Klasizm'le
yeniden sadeliğe döner. Bu yeni klasik yapıtlar, Baroğun
son noktası olan Rokoko'nun yüceleştirdiği göz sanatına
karşı bir protestodur ve bu dönemde Gölgesel'in tüm büyüsü
''soysuz sanat'' diye bir kenara itiliver.
|
Andre Kertesz
|
Horst P. Horst / 1985
|
2-DÜZLEM VE DERİNLİK
Leonardo'nun "Son Akşam yemeği" resmi düzlem üslubunun
en büyük örneğidir.
Bu resimde bireyler önde bir düzlem üzerinde yan yana dizilirler.
Arka planı olan resimlerde de arka plandaki bireyler ve
nesneler ön plandaki düzleme paralel bir arka düzlem üzerinde
yan yana dizilirler. Düzlem üslubunun en tipik örneklerini
Raffael,Dürer,Holbein vermişlerdir.
Düzlem düzenleme ilkesi 17.yy da yerini derinlemesine düzenleme
ilkesine bırakır, bireyler ve nesneler arasında yana doğru
değil derinliğe doğru bağıntılar kurulur. Bunlar hep bilinçli
olarak yapılmışlardır; birinden bıkılıp ötekine geçilmemiştir.
Sadece anlayışlar değişmiştir. Bu üslupların hiçbiri ötekine
üstün sayılmazlar. Barok üslubunun en tipik örneklerini
de Rembrandt, Rubens, Hals, Vermeer, Velasques vermişlerdir.
Düzlem üslupta renkler dingin bir yolda derecelenirler.
Derinleme üslupta ise keskin ışık karşıtlarına canlı renklere
dayanan bir derinlik görülür. Giderek aşırı büyüklükte ön
planlar motifiyle, uzaktaki nesneleri daha da küçük göstermek
yoluyla sonsuz derinlikler elde edilmiştir. Düzlem üslubunun
ortadan kalkma süreci, düzgün çizginin değerini yitirme
süreciyle paraleldir.
Yontuda da durum aynıdır.16.yy da biçimler bir katmanda
toplanırlar, plastik zenginlik vardır yön karşıtlıkları
daha belirlidir ve tüm görünüş, salt düzlem resim gibi dingindir.17.yy
da ise kesişen, birbirini örten motiflerle ön ve arka planlar
arasında bağıntılar kurulmuştur, yontuya bir devinim kazandırılmıştır.
Barok sanatçılar düzlem üslubunu tanımadıkları için değil,
görmenin genel gelişimi ile bu yola girmişlerdir. Yeni Klasizm'le
Barok üslubu sona erer. Düzlem üslubu yeniden gelir. Barok
üslubun en tipik örneklerini Bernini vermiştir.
Klasik yapı cephesel güzelliğe dayanır ve bu dönemde yüzey
güzelliği duygusu önemlidir. Barokta ise derinlik duygusu
önem kazanır; bunu verebilmek için de yapının önüne çeşitli
basamaklı yüksek merdivenler konur, öndeki avlu meydan haline
getirilir, yapıyı verevlemesine görebilmek için meydana
girişler yanlardan açılır. Yapıda ayrıca, gözü uzaklara
kaydıracak eğik düzlemler, diklemesine bölümler düşünülür.
Yapıların süslemeleri de birbirini örten ve derinlik veren
bir oluma getirilmiştir.
3-KAPALI BİÇİM VE AÇIK BİÇİM
Kapalı biçimle söylenmek istenen, resmi inşacı araçlarla
kendi içinde sınırlı bir görüntü haline getiren, her yanı
hep kendisini belirleyen kapalı bir betim, açık biçimle
de her yanı kendi dışını belirleyen, sınırsız görünmek isteyen
ama yine de gizli bir sınırlama duygusu veren bir betimdir.
16.yy da yataylar ve düşeyler resme egemendirler, resimler
merkezde bulunan bir eksenin çevresinde düzenlenmişlerdir.
17.yy da ise yataylar, düşeyler inşacı güçlerini yitirirler,
resimlerde serbest bir düzen görülür. Resim çerçeveden dışarı
çıkar, görülebilen dünyanın rasgele bir parçası haline gelir.
Söz konusu olan açık kompozisyondur. Klasikteki karşıt renkler
barokta önemini yitirir, renk ve ışık resme öyle dağıtılır
ki, resimde bir doygunluk durumu değil bir gerilim elde
edilir. Işık yada parlak bir renk resmin bir köşesine konur,
böylece resimde dış merkezli bir düzen sağlanır. Kuşkusuz
Barokta da bir yasalılık vardır - olmasaydı ritm olmazdı
- ama bu apayrı yolda bir yasalılıktır, güzellik sınırlı
da değil sınırsız da, sonsuzluktadır.Yontuda da durum aynıdır.
Klasik yontunun inşacı değerleri, yerini eğiklere bırakır
ve yontu duvardan nişten fırlayan bir devinimliliğe kavuşur.
Hele Rokoko'da yontu hiçbir yerle ilişkisi olmadan tek başına
yaşar. Yapı sanatında kapalı biçim zorunludur. Burada ancak
süslemelerin daha bağımsız olması söz konusudur. Bununla
birlikte Barok yapıda oranlar değişmiş, dikdörtgenin Altın
kesit ölçülerinden kaçmak için beşgen yapılar yapılmıştır.
Barok, akıcı biçimleriyle geç Gotik'i andırır ve gotikteki
yumuşama, Barokta daha ileriye götürülür. Rokoko'dan sonra
yapı sanatı yeniden klasiğe döner.
4-ÇOKLUK-BİRLİK
Klasik üslupta birlik önemlidir ama birbiriyle eklenmiş
bölükler başlı başına da kendilerini anlatırlar. Barokta
ise sanatçılar belli bir temel motife bağlanırlar, geri
kalanları ona alt sayarlar. Gerçi Barok düzenlemede de tümün
içinden tek tek biçimler yükselirler ama bu biçimlerin tek
olarak ele alınabilecek bir yanları yoktur. Barokta ana
motif olanca gücüyle belirtilir. Barokta ışık klasikte olduğu
gibi tek tek noktalara yayılmaz, bir yada birkaç yerde toplanır.
Bu ışık, herhangi plastik bir biçimi kaplamaz; tersine,
biçimlerin üzerinden geçer, nesnelerle oynar. Barokta renk
de, Klasikte olduğu gibi karşıtların bir dengesi değildir.
Önce vurgulu bir tek renklilik görülür sonra hem vurgulu
hem renkli olmanın yolu bulunur. Eşit olarak üleştirilmiş
renklerin yerini, tek tek ikili üçlü yada dörtlü renkler
alır; resim belli bir tonaliteye göre ayarlanır. Rengin
etki yoğunluğunu arttırmak için de katkısız renk, ayrı renklerle
yada ne olduğu belirsiz renklerle ortaya çıkarılır. Klasik
yontuda bölümler birbirine karşıttır ve tüm, hiçbir parçanın
değiştirilemeyeceği bir yapı niteliği kazanmıştır. Barok
yontuda ise biçimler arasındaki düşünsel bağıntılar kaldırılmış,
yapıtın tümü geniş ve biteviye bir devinime kavuşmuştur.
Klasik yapıda güzel parçalar bir uyum içinde birleşirler
ama, yine de her biri bağımsız olarak yaşar. Barok yapıda
ise çokluk, daha büyük ve tümü saran motiflerle önlenir;
yapının yüzü, kavranamayacak ölçüde bir devinimlilik kazanır.
Michalengelo Klasikten Baroğa geçişin temsilcisidir.
5-BELİRLİLİK VE BELİRSİZLİK
Klasik sanatta güzellik, biçimin hiç eksiksiz olarak betimlenmesine
bağlıdır. Barokta ise sanatçı, maddesel gerçekliği vermek
istediği yerde bile salt belirlilikten uzaklaşır. Bunun
nedeni kesin bir belirlilikten hoşlanmayan bir beğeninin
gelişmiş olmasıdır. Göz yarı bellinin güzelliğini bulunca,
ilk kez devinimin betimlenmesi olanaklı bir hale geldi.
(Dönen bir tekerleğin görünümü gibi.) Devinim ve izlenim
doğal olarak bir çeşit belirsizlik ister.
Klasik; konuyu tümüyle verir, her biçim kendisi için en
tipik yolda görünmeye zorlanır, tek motifler anlamlı karşıtlıklar
içinde geliştirilirler. Barok ise izleyicinin kestirebileceği
yerlerde bir şey söylemek istemez, devinimli görüntülere
önem verir.
Klasikte ışık, nesnel bir düzenleyicidir, keskin karşıtlıkları
belirtir. Barokta ise ışık, hiçbir plastik motife bağlı
olmadan, şurada, enlemesine yere konuverir. Bunda biçimle
bir çelişme de görülmez. Klasikte karanlıkta kalan biçimler
betimlenirken oldukları gibi görünürler, Barokta ise biçimler
genel bir karanlık içinde erirler. Beğeni, bu erimeyi güzelleştirecek
ölçüde gelişmiştir ve biçimler bir büyü ile sarılırlar.
İnsan resimlerinde de durum aynıdır. Rembrandt bu tür resimlerin
en büyük örneklerini vermiştir.
Klasik resimde renk, maddesel varlıkları belirtmekle görevlidir.
Barokta ise renk, kendi başına bir yaşama kavuşur. Resmin
köşesine atılmış bir kırmızı manto, bir manto değil
kızıl bir kordur. 19.yy da resim tamamıyla nesnel bir betimlemeye
dönünce, Barok üstüne yıkıcı yargılar ileri sürülmüş, bu
tür yapıtlara özenticilik (Manierizm) damgası vurulmuştur.
Klasik yapıda da aynıyla salt bellilik vardır. Ne ki duvarlardaki,
eklemlerdeki, çatıdaki taşıyıcı yada taşınan tüm elemanlardaki
bu bellilik giderek donuk ve cansız şeyler olarak görünmeye
başlar ve ilke değiştirilir. Barok, güzelliği ve canlılığı,
yapının görünüşündeki sona ermemişlikle, izleyiciye süresiz
yeni görüler sunan sonsuz oluş halinde bulur. Barok ayrıca
bir biçimin ötekini örtmesinden, kesmesinden, bu örtüşme
ve kesişmelerden meydana gelen belirsiz, karışık görünülerden
hoşlanır. Barokta süsler de bir belirsizlik içindedirler.
Süsler en ince ayrıntılarına dek görülmez, göz, ana noktaları
kavrar, arada belirsiz alanlar kalır. ''Arı'' biçim, Yeni
Klasizm'le yeniden canlanmıştır.
Sanat, özellikle göz sanatları, biçim ve anlatımdan oluşan
iki yanlı uğraşır.
( Sanat Tarihinin Temel Kavramları Heinrich WÖLFFLİN-Yeni
Resim-İş Dersleri /özet-İsmail Altınok)
|
|