OKUDUNUZ 
              MU ? GÖRDÜNÜZ MÜ ? 
              Hafize 
              KAYNARCA 
              Amatör Fotoğrafçı - Eğitimci
 
              “FSK 2. Ankara Fotoğraf Günlerini” 
              İzleyenlere ve İzlemeyenlere Bildirilir... 
              Fotoğraf ya 
                da fotoğraflar her durum ve herkes için başka başka anlamlar taşır. 
                Kimileri için geçmiştir, anıları saklar bağrında. Bazen belgedir-tanıktır 
                düne ve bugüne veya aynadır bazen kendimize. Kimileri için yaşam 
                ve üretim biçimidir fotoğraf. Bazıları için ise bir uğraştır-hobidir 
                sadece. Oysa kimileri için vakit geçirmekten öte bir şey değildir 
                çoğu zaman... 
              Fotoğraf; 
                kimi zaman söz olarak çıkar karşımıza, beynimize yüreğimize akar 
                satırlarca ve sayfalarca. Kimi gün silah olur ta derinden vurur 
                bizi. Ya da bazen hayal olur, düş olur ve alır götürür benliğimizi 
                bizden uzaklara. Öyle gün olur ki düş mü gerçek mi anlaşılmaz 
                fotoğrafların içinde saklanan gizler. 
              Yaşantımızda böylesine önemli bir yeri 
                olan fotoğrafa, biz ne kadar yer veriyoruz ya da emek ediyoruz 
                peki? Hadi sadece anı fotoğrafı çekenleri bir yana bırakalım, 
                kendini fotoğraf sanatçısı ya da amatör fotoğrafçı olarak tanımlayanlar 
                gerçekten fotoğrafa yeterince emek veriyor mu acaba? Yoksa sadece 
                ahkam kesmekle kendilerini fotoğrafçı mı sanıyorlar?  
              Fotoğrafla 
                ve fotoğrafçılar ile benim kadar yakınlık içinde olanlar - özelliklede 
                son zamanlarda fazlasıyla fotoğrafla yatıp kalkıyorum - bu soruların 
                cevabını hemen verirler. Genellemek doğru olmasa da, fotoğrafçı 
                olduğunu iddia edenlerden çok azı fotoğrafa gerçek anlamda önem 
                ve emek veriyor denebilir sanırım. 
              Bunun en son örneğini 2002 Mayıs ayı içinde 
                düzenlediğimiz “FSK 2. Ankara Fotoğraf Günleri” sırasında yaşadık. 
                Kamuoyunda ve basında oldukça ses getiren Fotoğraf Günlerine ilgi 
                de çok yüksekti. Açılışa sadece fotoğrafçılar değil, Ankara’da 
                kültürel ve sanatsal faaliyetler ile ilgilenen binlerce sanatsever 
                katıldı. Ancak iki hafta süren bu etkinlikleri fotoğrafçıların 
                izleme oranı ne yazık ki olması (bana göre) gerekenden çok düşüktü. 
                Ankaralıların büyük ilgi gösterdiği fotoğraf etkinliklerine fotoğrafçıların 
                yeterince ilgi göstermemesi insanın içini acıtıyor. İnanın anlamakta 
                zorlanıyorum. Sadece açılışta ve kapanış yemeğinde gördüğüm fotoğrafçıları, 
                yalnızca kendi etkinliğine gelen diğerlerini izlemeyenleri, fotoğraf 
                günlerinden haberdar olduğu halde izlemeyenleri, ya da yok sayıp 
                ilgilenmemeyi tercih eden fotoğrafçıları ben gerçekten anlamakta 
                zorlanıyorum. Özelliklede fotoğraf derneği üyesi olan, yemekleri 
                ve gezileri hiç kaçırmayan fotoğrafçıların, fotoğraf etkinliklerine 
                karşı bu ilgisiz tutumu beni daha bir derinden üzüyor... 
              Fakat neler kaçırdıklarının farkında olsalardı 
                - ve tabi ki fotoğraf onlar için sahiden önemli olsaydı- eminim 
                bu yoğun ve bir birinden güzel etkinlikleri onlar da bizim kadar 
                keyifle izlerdi. Yine de izleyenlerden gelen olumlu tepkiler ise 
                hem katılımcıları hem de bizleri çok sevindirdi. Ankara’da bu 
                kadar sergi, gösteri ve etkinliği bir arada görmenin mutluluğu 
                bir yana, Türkiye’nin dört bir yanından gelen katılımcılar ile 
                bir arada fotoğrafla dolu dolu yaşamanın keyfi de çok şeye değerdi 
                doğrusu...  
              Fotoğraf günlerinde oldukça etkileyici 
                sergi ve gösteriler sayesinde beynime kazınan fotoğraflar görme 
                fırsatı yakaladım. Ve ömrümce unutmayacağım fotoğrafla dolu çok 
                özel günler yaşadım. Gördüğüm fotoğraf sergileri ise bende kıskançlık 
                yarattı. “Bende en kısa zamanda fotoğraf sergisi hazırlamalıyım” 
                dedim kendi kendime. Ayrıca izlediğim bu etkinliklerde yer alan 
                fotoğraflar hakkında tartışmak ve edinimlerimizi paylaşmak gerektiğini 
                düşünüyorum. Özellikle de etkisinde kaldığımız bazı etkinlikler 
                ve fotoğraflar hakkında duygu ve düşüncelerimizi birbirimize aktarmalıyız. 
                Böylece üretilenlerin orada kendi kendine durmadığı, bir yerlerde 
                birilerini etkilediği - ki eğer etkiliyorsa tabi- fark edilir. 
                Bu daha bir güç verir onca emekle bu güzel fotoğrafları üretenlere 
                bizlere sunanlara. Bu paylaşımlar ile etkilikleri izleyenlerin 
                oranında ve dolayısıyla da üretilen fotoğrafların kalitesinde 
                de artış olur belki diye düşünüyorum. Yani aslında ben öyle olmasını 
                umuyorum... 
              Şimdi geçen sayıdaki yazımda da söz verdiğim 
                gibi “FSK 2. Ankara Fotoğraf Günlerinde” izlediğim fotoğraf etkinliklerinin 
                bazılarından söz edeceğim. Ve sizlerle kısa da olsa paylaşacağım 
                izlenimlerimi. 
              Tansu Gürpınar’ın 
                “Ağaçlar ve Ormanlar” ve Ali İhsan Gökçen’in “Ağaçlarla Birlikte 
                Olmak” dia gösterileri ağaçlar ile ilgili güzel doğa fotoğraflarının 
                yanı sıra çevreci yaklaşımları ile de etkileyici ve samimiydi. 
                 
              Adnan Veli Kuvanlık’ın “Polaroid Reprodüksiyonlar” 
                ve Tuğrul Çakar’ın “Orada Duran Şeyler” sergilerindeki fotoğrafların 
                naifliği, sıcaklığı, çevremizi algılamamızla ilgili yaklaşımı 
                içimizi sızlattı biraz. Fotoğraflarına böylesine kendilerini, 
                duygularını katan sanatçıların eserlerini izlerken nasıl da duygu 
                seline kapılıyor insan.  
               
                Mehmet Bayhan ve Seyit Ali Ak’ın dialar 
                  eşliğindeki söyleşileri fotoğraf ve fotoğraf tarihiyle ilgili 
                  bilgilerimizi artırırken, Mustafa Reşat Sümerkan söyleşisi bizi 
                  –yazdıklarını okurkenki gibi- yine kahkahalara boğdu. Tunç Fındık’ın 
                  dialar eşliğinde anlattığı Everest tırmanışını izlerken ise 
                  bu cesur dağcının hem gururunu paylaştık hem de heyecanlı ve 
                  keyifli dakikalar yaşadık...  
                
                   
                     
                       
                        Gazi Yüksel  
                     | 
                   
                 
                Göker Müftüoğlu’nun 
                  “Mavi Gözlü Dev Balesi”, Haluk Uygur’un “Etkileşim”, Fikret 
                  Özkaplan’ın “Atatürk Kalbimizde Yaşıyor” ve fotoğraf günlerine 
                  Kıbrıs’tan katılan Gazi Yüksel’in “Foto-Origamik Çağrışımlar” 
                  fotoğraf sergileri ile birbirinden çok farklı fotoğraf çalışmalarından 
                  örnekleri izleme fırsatı bulduk.  
                İbrahim Demirel’in “Doku ve Ritm”, İzzet 
                  Keribar’ın “Bir Güneydoğu Masalı” ve Necmettin Külahçı’nın “Yaşam 
                  ve Doğayı Algılama” fotoğraf sergilerinde yaşama, doğaya ve 
                  kültüre farklı pencerelerden baktık. Büyük boyutlarda ve özenle 
                  basılmış renkli fotoğraflar bakanları içine çekti ve başka diyarlara 
                  sürükledi götürdü. Ülkemizin değerli fotoğraf ustalarını aramızda 
                  görmenin keyfi de ayrıca başka bir keyifti... 
                
                   
                     
                       
                        Enver Özkahraman  
                     | 
                   
                 
                Enver Özkahraman’ın 
                  “Hakkari”, Yücel Tunca’nın “Hakkari Sevgilim”, Vahap Akşen’in 
                  “Birkaç Kare Bir Çok Öykü”, Oktay Çolak’ın “Hindistan’da Yaşam”, 
                  Tahsin Aydoğmuş’un “Edessa (Urfa’dan)” ve Yücel Aşkın’ın çoşkulu 
                  fotoğraflarının sunulduğu dia gösterileri ile dünyadan ve ülkemizden 
                  yaşam kesitlerini izledik. Hayata vizörden bakınca neler yakalayabildiğimize 
                  bir kez daha şaştık bu güzel ve çarpıcı görüntülerde. 
                Orhan Cem Çetin’in “Bilet” ve Şeyda Sever’in 
                  “Yatra” isimli gösterileri bilgisayardan sunumları ve farklı 
                  yaklaşımları ile izleyenlerden büyük beğeni topladı. Gel gör 
                  ki söyleşi varsa tartışmalarla renklenmeden olmuyor hani. İzleyenlerden 
                  gelen geri bildirimler de daha bir verimli kılıyor gösteriyi. 
                   
                Merih Akoğul’un 
                  “Klasikler / Neo-Klasikler” ve Cemil Ağacıkoğlu’nun “Passage 
                  a way” adlı sergilerini izleyenler sanatçıların kendisini de 
                  orada görmekten ve sohbet etmekten çok memnundular. Son dönemde 
                  yaptıkları işlerle isimlerinden sıkça söz ettiren sanatçıları 
                  aramızda görmek ve fotoğrafları hakkında sohbet etme fırsatı 
                  yakalamak bambaşka tadlar verdi bizlere... 
                Bakarken 
                  iletişim kurduğum ve çok etkilendiğim sergilerden biride Erhan 
                  Gürkan ve Özcan Ağaoğlu’nun açtığı “Tren ve Yaşam” adlı fotoğraf 
                  sergisiydi. Belgesel bir çalışma olan bu sergideki fotoğraflar 
                  demiryollarında yaşamın renklerini ve renksizliklerini anlatıyordu 
                  bakanlara. Anadolu’nun içinden demiryollarını ve demiryolcularının 
                  yaşamını sunan bu siyah beyaz görüntüler hem yalın ve çıplak 
                  anlatımlarıyla hem de tonları ve ışıklarıyla şiir tadındaydı. 
                  Sergideki fotoğraf kareleri bugünleri yarınlara taşıyacak birer 
                  tanık olmalarının yanı sıra görsel zenginlikleri ile de oldukça 
                  keyifliydi doğrusu. 
                Kamil Fırat’ın “Kıyı” fotoğraf sergisi 
                  ve “Pervaneler” dia gösterisi ve söyleşisi de yine fotoğraf 
                  günlerinin önemli etkinliklerinden biriydi benim için. Epeydir 
                  merak ettiğim ve görmek istediğim bu sergiyi heyecanla izledim. 
                  Doğrusu düşünsel ve biçimsel olarak izleyeni - ya da sadece 
                  beni- zorlayan, düşündüren ve sorgulamak zorunda bırakan bir 
                  sergiydi. Ülkemizde sıkça açılan ve kuramsal alt yapısı ya da 
                  herhangi bir derdi olamayan fotoğraf sergilerinin kolaycılığından 
                  sonra “Kıyı” gibi sergiler ile karşılaşınca önce bir durup düşünmek 
                  zorunda kalıyor insan. Görüntü salt bir güzellikten ibaret değil 
                  de, fotoğrafçının ve fotoğraflanan nesnelerin içsel zenginliği 
                  ile gelince önümüze, farkında olmadan - ya da olarak- daha bir 
                  derinden vuruyor izleyeni... 
                Son dönemde nesne estetiği gibi bir kavramın 
                  peşinde koşuyorum. Kıyıda varolan nesnenin hem kendisini hem 
                  de iç dinamiklerini görmek ve aynı zamanda oradan bir yere gitmek 
                  benim için çok heyecan verici. Onların iç geometrileri, yani 
                  özlerindeki yapı beni ilgilendiriyor, yoksa sadece bir biçimsellik 
                  olarak almıyorum. Estetik bir giysi giydirmek gibi bir derdim 
                  de yok” diyordu sergisi için sanatçı. 
                
                   
                     
                       
                        Kamil Fırat  
                     | 
                   
                 
                Ben ise 
                  sergiyi izlerken kıyı kavramından ve fotoğraflardaki 
                  görüntülerden dolayı biraz huzursuz oldum ve ürperdim. Su ve 
                  toprağın hem buluşma hem de ayrılma çizgisi olan kıyı ve içinde 
                  barındırdığı nesneler beni bir paradoksa sürükledi. Mecaz olarak 
                  da kıyı kavramının derinliği, sınırlarının belirsizliği bu paradoksu 
                  beynimde iyice abarttı. Bunlara bir de bir türlü aşamadığım 
                  su/deniz fobim eklenince paradoksun sınırları genişledikçe genişledi. 
                  Belki bu “kıyılardan” fotoğrafların üreticisiyle - sanatçıyla 
                  - ve diğer herkesle aynı yerlere gitmiyorum - belki de gidiyorum 
                  - ama sonuçta mutlaka bir yerlere gidiyorum. Ve bu yolculuk 
                  hiçte öyle tek düze bir yolculuk olmuyor. Kıyının iki yanında, 
                  kah denizin derinliklerinde kah toprağın bereketli zenginliğinde 
                  ve bilinmezliklerinde kumsalların, çarpa çarpa varlıkların sessiz 
                  çığlıklarına yol alıyorum. Bin bir türlü heyecan ve korkuya 
                  tanık oluyorum ve sayısız - sınırsız - sevince eşlik ediyorum... 
                   
                Ve kendi 
                  yaşamımın kıyılarında kumsala vurduğum dönemleri geçmişimin. 
                  İç denizlerinde benliğimin, kendi kıyılarımın nesnesi oluşum. 
                  Kendi kıyılarımın uçurumlarından düşüşlerim. Ahh kıyılar / kıyılarımız 
                  ve içinde barındırdıkları. Geçip gidenlerden kalan ayak izleri, 
                  terk edenlerin çürümüş leşleri, yeniden var ettikleri kumsalın, 
                  kumdan kalelerden arta kalan surların kalıntıları, yalnızlığı 
                  bulutların ve sessiz çığlıkları kumların arasında sığınmış atıkların... 
                   
                Kıyıların bunca esrarengiz güzelliğini, 
                  enginliğini ve gizemini sunuyordu “kıyı” sergisinin fotoğrafları 
                  bana. Deniz kıyılarının ayrıntıları ile kendi kıyılarımın ayrıntıları 
                  birbirine girdi bu fotoğraflarda. Belki bugünlerdeki duygusal 
                  yoğunluğum nedeniyle kıyı kavramı ve dolayısıyla da “Kıyı” fotoğrafları 
                  beni fazla etkilemiş olabilir. Ama nedeni her ne olursa olsun 
                  bu sergi görsel ve anlam olarak bana çok yakın ama bir o kadar 
                  da ağır geldi. Ve hem düşündürdü hem de sarstı...   
                Ayrıca fotoğrafları estetik veya biçimsel 
                  olarak değerlendirmesini yapmak benim haddim değil tabi ki. 
                  Ben sadece bir izleyiciyim, ama yine de bu sergideki tüm fotoğrafları 
                  çok sevdiğimi söylemek zorundayım. Fotoğrafların küçük boyutlarına 
                  oranla paspartu ve çerçevelerin abartılı büyüklüğü ise kimilerine 
                  göre başka bir tartışma konusu sayılabilir belki. Fakat ben 
                  bu sunuş biçiminin bu sergiyi daha bir etkileyici ve güçlü kıldığını 
                  düşünüyorum. Böylelikle fotoğraflara uzaktan şöyle bir bakıpta 
                  kaçamıyor insan. Yaklaşıyor onlara ve yaklaşınca da kıyının 
                  bir parçası oluveriyor birden bire... 
                Son olarak yine Kamil Fırat’ın “Pervaneler” 
                  adlı dia gösterisinden ve yine bu çalışmaların fotoğraflarından 
                  oluşan aynı adlı kitabından söz etmek ihtiyacı duyuyorum. Çünkü 
                  bana göre gösteride ve kitapta yer alan fotoğraflarda en az 
                  “Kıyı” sergisindeki fotoğrafları kadar etkileyiciydi.  
                Bir nesneden yola çıkıp yaşamlarla çoğalan 
                  ve zenginleşen engin bir dünyaya ulaşmak. İşte pervanelerin 
                  fotoğraflarının bende oluşturduğu duygu ve düşünce buydu. Bu 
                  fotoğraflar ile nesne nesneliğini unutup canlılık kazanmıştı. 
                  İnsanlar ise nesneleşmişlerdi ve birer şekilden ibarettiler 
                  artık. Sanki ürettikleri nesnenin kıvrımlarında birer mahkuma 
                  dönüşmüşlerdi ve gardiyanları da yarattıkları pervanelerdi. 
                  Ama doğurup büyüttükleri çocukların esaretiyle mutluluk bulan 
                  anne-babaların çocuklarına gösterdiği şefkatle bakıyorlardı 
                  kuytu karanlıklarda alın terleriyle yaptıkları nesnelere. 
                
                   
                     
                       
                        Kamil Fırat  
                     | 
                   
                 
                Pervanelerin 
                  gizemli efsanesini ve yaratılış öyküsünü anlatan dia gösterisini 
                  izleme ve içinde yer alan sıcacık metinler ile daha bir zenginleşen 
                  pervaneler fotoğraf kitabını görme şansım olduğu için oldukça 
                  memnunum. Ve tabi diğer bütün fotoğraf etkinliklerini izleyebildiğim, 
                  fotoğrafla dolu dolu özel günler yaşayabildiğim ve böylelikle 
                  yaşantıma zenginlikler katabildiğim için çok mutluyum... 
                Umuyorum ki fotoğraf günleri sayesinde 
                  edindiğimiz izlenimlerimizin asıl ürünlerini bizlerde bir gün 
                  ürettiğimiz fotoğraflarımızla verebiliriz. Fotoğraf günlerini 
                  izleyenlere ve kendine fotoğrafçı diyen ama fotoğraf günlerini 
                  ya da fotoğraf etkinliklerini izlemeyenlere bildirilir... 
                Fotoğraf 
                  sizin için ne anlam taşıyor peki? Bu sorunun cevabını en kısa 
                  zamanda bulmanız ve de böylesine güzel nice fotoğraf etkinliklerinde 
                  buluşmak umuduyla... 
                (Fotoğraf 
                  Günleri kapsamında yer alan tüm etkiliklerin ve katılımcıların 
                  isimleri FSK’dan ve Fotografya 13. sayıdan öğrenilebilir.) 
               
               
               
               
                 
                 
               
               
               |