| 
                
              
                 
                  | TEKNİĞİN OLANAKLARIYLA YENİDEN ÜRETİLEBİLDİĞİ ÇAĞDA SANAT YAPITI | 
                 
               
              Güzel 
                sanatlarımızın kuruluşu ile çeşitli tiplerinin saptanışı, bizimkisinden 
                çok değişik bir zamana ve nesnelerle koşullar üzerindeki güçleri 
                bizimkisiyle karşılaştırıldığında neredeyse yok denecek kadar 
                az olan insanlara kadar geriye uzanır. Araçlarımızın esneklik 
                ve yetkinlik bakımından geçirdiği gelişme, Güzel'e ilişkin antik 
                endüstrinin yakın gelecekte köklü değişimlere uğramasını çok olası 
                göstermektedir. Sanatların bütününde artık eskisinden farklı gözlemi 
                ve işlemeyi gerektiren fiziksel bir yan vardır, bu fiziksel yanın 
                kendini çağdaş bilimin ve uygulamaların etkilerine daha fazla 
                kapayabilmesi olanaksızdır. Yirmi yıldan bu yana ne madde, ne 
                uzam, ne de zaman eskiden beri olduğu konumdadır, Bu denli büyük 
                yeniliklerin sanatların tekniğini olduğu gibi değiştirmesine, 
                böylece doğrudan buluş yeteneğini etkilemesine ve sonunda belki 
                de sanat kavramının kendisini düşünülebilecek en sihirli biçimde 
                değiştirmesine hazır olmalıyız,  
              
                 
                  |  
                     PAUL VALERY : Pièces sur l'art. Paris, p. 103-104 
                   | 
                 
                 
                  |  
                     “Pléiade”, I (''La conquête l'ubiquité''). 
                   | 
                 
               
                Önsöz 
              Marx, kapitalist üretim biçiminin çözümlemesine giriştiğinde, 
                bu üretim biçimi henüz başlangıçlarındaydı. Marx, girişimlerini 
                onlara tanı değerini kazandıracak bir çizgide yönlendirdi. Kapitalist 
                üretimin temel koşullarına göre döndü ve bu koşulları, gelecekte 
                kapitalizmden daha neler beklenebileceğini gösterecek biçimde 
                sergiledi. Ortaya çıkan sonuç, şu oldu: kapitalizmden yalnızca 
                emekçi sınıfının daha sert biçimde sömürülmesine yol açması değil, 
                bunun yanı sıra kendisini ortadan kaldıracak koşulları oluşturması 
                da beklenebilirdi.  
              Üstyapının altyapıdakine oranla çok daha ağır tempoyla 
                gerçekleşen köklü değişimi, üretim koşullarının geçirdiği değişikliklere 
                kültürün bütün alanlarında geçerlilik kazandırmayı ancak yarım 
                yüzyılı aşkın bir zaman içersinde başarabildi. Bunun ne yoldan 
                olduğu ancak günümüzde açıklanabilmektedir. Bu verilerin, tanı 
                niteliğindeki belli istemleri karşılaması gerekmektedir. Ancak 
                bu istemlerle bağıntılı savlar, emekçi sınıfın siyasal iktidarı 
                ele geçirdikten sonraki sanatıyla ya da sınıfsız toplumla ilgili 
                savlardan çok, şu anda geçerli üretim koşulları altındaki sanatın 
                gelişme eğilimleri ile ilgili savlar olmaktadır. Bu savların diyalektiği 
                üstyapıda, ekonomide olduğundan daha az belirgin değildir. Bundan 
                ötürü bu tür savların birer savaşım aracı olarak değerini küçümsemek 
                yanlış olur. Söz konusu savlar -yaratıcılık ve deha, sonrasızlık 
                değeri ve giz gibi- eskiden kalma birtakım kavramları saf dışı 
                etmiştir; bu kavramların denetimsiz (ve şu anda denetimi güç olan) 
                uygulanması, olgular dağarcığının faşist doğrultuda işlenmesi 
                sonucuna götürür. Aşağıda sanat kuramına yeni getirilen kavramların 
                daha alışılagelmiş olanlardan ayrılan yanı, faşizmin amaçları 
                açısından bütünüyle kullanılamaz nitelik taşımalarıdır. Buna karşılık 
                bu kavramlar, sanat politikası alanında devrimci istemlerin dile 
                getirilebilmesine elverişlidir. 
              Aslında 
                sanat yapıtı, her zaman yeniden-üretilebilir olagelmiştir. İnsanların 
                yapmış oldukları, her zaman yine insanlarca yeniden yapılabilmiştir. 
                Öğrenciler sanat alanında alıştırma amacıyla, ustalar yapıtların 
                yaygınlaşmasını sağlamak için ve nihayet üçüncü kişiler de kazanç 
                uğruna bu türden sonradan-çalışmaları gerçekleştirmişlerdir. Buna 
                karşılık sanat yapıtının teknik aracılığıyla yeniden-üretilmesi 
                yeni bir olgudur; bu olgu tarihsel süreç içersinde zaman zaman 
                kesintiye uğrayan, atılımları uzun aralıklarla gerçekleşen, ama 
                gittikçe yoğunlaşan bir gelişme sergiler. Yunanlılar, sanat yapıtlarının 
                teknik yoldan yeniden üretimi için biri döküm, biri de sikke basma 
                olmak üzere yalnızca iki yöntem tanımaktaydılar. Bronz yontular, 
                terracotta ve sikkeler, Yunanlılarca kitlesel üretimi gerçekleştirilebilen 
                tek sanat yapıtlarıydı. Bunların dışında kalanların hepsi yalnızca 
                bir defaya özgüydü ve teknik bakımdan yeniden üretilemiyordu. 
                Tahta baskıyla birlikte grafik, ilk kez teknik yoldan yeniden-üretilebilir 
                oldu; bu olgu, basım tekniği aracılığıyla yazının da yeniden üretilebilir 
                olmasından çok daha eskidir. Yazının teknik yoldan yeniden-üretimi 
                demek olan baskının edebiyat alanında yarattığı dev değişiklikler, 
                herkesçe bilinmektedir. Ancak bunlar, burada dünya tarihinin ölçütleri 
                içersinde ele alınan olayın çatısı altında doğal olarak yalnızca 
                tek ama hiç kuşkusuz önemi yadsınamayacak bir özel durumu oluşturmaktadır. 
                Tahta baskıya orta çağ boyunca bakır baskı ve gravür, Ondokuzuncu 
                Yüzyıl'ın başında da litografi eklenir.  
              Litografi (taşbaskı) ile birlikte yeniden-Üretim tekniği 
                bütünüyle yeni bir aşamaya vardı. Resmin taş üstüne çizimiyle 
                gerçekleştirilen, böylece de tahta baskı veya resmin bakır bir 
                levha üstüne işlenmesiyle yapılan baskıdan çok daha kolay olan 
                bu teknik, grafik ürünlerinin yalnızca (önceden olduğu gibi) kitlesel 
                değil, ama aynı zamanda her gün yeni biçimlemelerle ilk kez piyasaya 
                sürülebilmesine olanak sağladı. Litografi sayesinde grafik sanatı, 
                günlük yaşama kitap resimlemeleriyle eşlik edebilme yeteneğini 
                kazandı. Böylece de baskı tekniğine ayak uydurmaya başladı. Ancak 
                daha bu başlangıç evresindeyken, bulunuşundan birkaç onyıl sonra 
                bu kez fotoğraf tekniğince aşıldı. Fotoğrafla birlikte insan eli, 
                resmin yeniden-üretim süreci içersinde ilk kez en önemli sanatsal 
                yükümlerinden kurtuldu; bu yükümler artık yalnızca objektife bakan 
                göz tarafından üstlenildi. Gözün algılaması, elin çizmesinden 
                çok daha az zaman aldığından, resim aracılığıyla yeniden-üretme 
                süreci, konuşmayla atbaşı gidebilecek hıza erişti. Stüdyoda çalışan 
                film operatörü, görüntüleri oyuncunun konuşmasıyla eşzamanlı yakalayabilecek 
                konuma geldi. Taşbaskıda resimli gazetenin bir gizilgüç niteliğiyle 
                varlığı gibi, fotoğrafta da sesli filmin gizilgüç olarak varlığı 
                söz konusuydu. Seslerin teknik yoldan yeniden-üretimine geçen 
                yüzyılın sonunda girişildi. Birbiriyle örtüşen bu çabaların nasıl 
                bir olasılığı doğurduğunu Paul Valery, şöyle dile getirir: ''Suyun, 
                gazın, elektriğin belli belirsiz bir el hareketiyle bizlere hizmet 
                etmek üzere uzaklardan evlerimize gelmesi gibi, görüntü ve sesleri 
                de küçük bir el hareketiyle, dahası belki de bir işaretle açıp 
                kapatabileceğiz.(1) 
                Yüzyılımızın başında teknik yoldan yeniden-üretim, geçmişin bütün 
                sanat yapıtlarını kapsamına aldıktan ve bu yapıtların etkilerini 
                en köklü değişimlere uğratmaya başladıktan başka, kendine sanat 
                yöntemleri arasında bağımsız bir yer sağlayabilecek düzeye de 
                ulaşmıştı. Bu düzeyin irdelenmesi için izlenebilecek en aydınlatıcı 
                yol, düzeyin iki dışa yansıma biçiminin -sanat yapıtının yeniden-üretimi 
                ile sinema sanatının- sanatın geleneksel konumunu nasıl etkilediğini 
                onaya koymaktır. 
              II 
              En etkin düzeydeki yeniden-üretimde bile eksik olan 
                bir yan vardır: sanat yapıtının şimdi ve burada’lığı -başka deyişle, 
                bulunduğu yerde biriciklik niteliğini taşıyan varlığı. Sanat yapıtının 
                yaratıldığı andan başlayarak egemenliği altına girdiği tarihi 
                yönlendiren öğe, biriciklik niteliğini taşıyan bu varlıktan başka 
                bir şey değildir. Bu söylenenin kapsamına gerek zamanla sanat 
                yapıtının fizik yapısının uğradığı değişimler, gerekse sanat yapıtının 
                üzerindeki çeşitli mülkiyet ilişkileri girmektedir.(2) 
                Fiziksel değişimlerin izi ancak kimya veya fizik çözümlemeleri 
                sonucu ortaya çıkarılabilir; bu çözümlemeleri yeniden-üretim yoluyla 
                kazanılan ürün üzerinde gerçekleştirebilme olanağı yoktur; mülkiyet 
                ilişkileri ise bu geleneğin konusunu oluşturur ve bunun izlenebilmesi 
                için özgün yapıtın bulunduğu yer çıkış noktası alınmalıdır. 
              Özgün yapıtın şimdi ve burada 'lığı, o yapıtın hakikiliği 
                kavramını oluşturur. Bronz bir yapıtın üstündeki yeşil küfün kimyasal 
                çözümlemesi o yapıtın hakikiliğinin saptanmasına yardımcı olabilir; 
                bunun gibi, ortaçağa ait bir elyazmasının Onbeşinci Yüzyıl'a ait 
                bir arşivden geldiğinin kanıtlanması, o yazının hakikiliğinin 
                saptanmasını kolaylaştırabilir. Hakikilik, teknik yolla-doğal 
                olarak aynı zamanda başkaca yollarla da- gerçekleştirilen yeniden-üretimin 
                bütünüyle dışında kalır.(3) 
                Gelgelelim hakiki yapıt, elle gerçekleştirilen, kural olarak da 
                taklit damgasını yiyen yeniden-üretim karşısında otoritesini bütünüyle 
                korurken, teknik yolla gerçekleştirilen yeniden-üretim için durum 
                böyle değildir. Bu, iki nedene dayanmaktadır. Önce teknik yolla 
                yeniden-üretim, elle gerçekleştirilene oranla hakiki yapıt karşısında 
                daha bağımsız konumdadır. Teknik yolla yeniden-üretim, örneğin 
                fotoğraftaki gibi, hakiki yapıtın insan gözüyle değil, ancak ayarlanabilen 
                ve bakış açısını başına buyruk seçebilen objektif tarafından objektifçe 
                saptanabilecek notlarını ön plana çıkarabilir, büyütme veya ağır 
                çekim gibi yöntemlerin yardımıyla insan gözünün algılayamayacağı 
                görüntüleri saptayabilir. Birinci neden, budur. ikinci olarak 
                teknik yolla yeniden-üretim, özgün yapıtın kopyasını yapıtın aslı 
                için düşünülemeyecek konumlara getirebilir. Her şeyden önce ister 
                fotoğraf, ister plak aracılığıyla olsun, yapıtın izleyiciye gelmesini 
                sağlar. Katedral, bir sanatseverin stüdyosuna gelmek için bulunduğu 
                yerden ayrılır; bir salonda veya açık havada çalınmış olan koro 
                yapıtı bir odada dinlenebilir.  
              Sanat yapıtının teknik yolla yeniden-üretimi sonucunda 
                elde edilen ürünün girebileceği konumların, yapıtın varlığını 
                başkaca hiçbir biçimde etkilemese bile, şimdi ve burada'lık niteliğini 
                değerinden yoksun kıldığı kesindir. Gerçi bu durum yalnızca sanat 
                yapıtı için değil, filmde izleyicinin önünden geçen bir manzara 
                için de söz konusudur; gelgelelim bu olay sanatın nesnelerinde 
                var olan, doğanın nesnelerinde rastlanması olanaksız ölçüde duyarlı 
                bir çekirdeği zedeler. Bu çekirdek, sanat yapıtının hakikiliğidir. 
                Bir nesnenin hakikiliği, maddi varlığından tarihsel tanıklığına 
                değin, başlangıçtan bu yana o nesnede gelenekleşmiş olanların 
                bütününden oluşur. Tarihsel tanıklık maddi varlıktan temellendiğinden, 
                birinci öğenin insanlarla bağını kesen yeniden-üretim, ikincinin, 
                yani tarihsel tanıklık öğesinin de sarsıntı geçirmesine yol açar. 
                Sarsıntı geçiren, yalnızca bu öğedir hiç kuşkusuz; ancak tarihsel 
                tanıklıkla birlikte zarar gören, nesnenin otoritesinden başka 
                bir şey değildir.(4) 
              Burada varlığı son bulan şey, özel atmosfer kavramıyla 
                özetlenebilir ve şöyle denebilir: Sanat yapıtının teknik yoldan 
                yeniden-üretilebildiği çağda gücünü yitiren, yapıtın özel atmosferi 
                olmaktadır. Bu olgu bir belirti niteliğini taşımakta ve anlamı 
                salt sanatın alanıyla sınırlı kalmamaktadır. Şöyle denebilir genelleştirilmek 
                istendiği takdirde: Yeniden-üretim tekniği, yeniden-üretilmiş 
                olanı geleneğin alanından koparıp almaktadır. Bu yeniden-üretilmişi 
                çoğaltarak, onun bir defaya özgü varlığının yerine, yine onun 
                bu kez kitlesel varlığını geçirmektedir. Ve yeniden-üretilmiş 
                olanın, alımlayıcıya bulunduğu konumda seslenmesine izin vermekle, 
                üretilmiş olanı güncelleştirmektedir. Bu iki süreç, gelenek yoluyla 
                aktarılmış olanın dev bir sarsıntı geçirmesine yol açmaktadır 
                -bu gelenek sarsıntısı, şu andaki bunalımın öteki yüzünü ve insanlığın 
                yenilenişini dile getirmektedir. Sözü edilen süreçler, günümüzdeki 
                kitle devinimleriyle çok yakından bağıntılıdır. Bunların en güçlü 
                ajanı ise, filmdir. Sinemanın toplumsal önemini, en olumlu yönüyle 
                bile ve özellikle bu önem çerçevesinde, bu yıkıcı ve arındırıcı 
                yönü göz önünde tutmaksızın düşünebilmek olanaksızdır: gelenek 
                denilen değer kalemi, kültür mirasından tasfiye edilmektedir. 
                Bu görüngü, en somut biçimde büyük tarihsel filmlerde belirginleşmektedir. 
                Alanını da sürekli genişletmektedir. Abel Gance, 1927' de coşkuyla 
                şöyle seslenmişti: ''Shakspeare, Rembrandt, Beethoven film yapacaklar... 
                Bütün söylenceler, mitolojiler ve mitler, bütün din kurucuları, 
                dahası dinler... sinema yoluyla dirilmeyi beklemekteler ve kapıların 
                önü, şimdi kahramanlarla dolu.''(5) 
                Abel Gance böyle demekle, büyük bir olasılıkla kendisi de ayırdına 
                varmaksızın, geniş bir tasfiyeye davetiye çıkartmış oluyordu. 
              III 
              Tarihin uzun dönemleri boyunca insanlığın varoluş 
                biçiminin bütünüyle birlikte, duyularıyla algılama biçimi de değişime 
                uğrar. Duyularla algılamanın kendini örgütlendirme biçimi –bu 
                algılamayı gerçekleştiren araçlar- yalnızca doğal koşullara değil, 
                aynı zamanda tarihsel koşullara bağımlıdır. Geç dönem Roma sanat 
                endüstrisinin ve Viyana Genesis'inin gerçekleştiği kavimler göçü 
                çağı, antik çağdan yalnız sanatıyla değil, ama algılayış biçiminin 
                farklılığıyla da ayrılmaktaydı. Antik çağ sanatını örten klasik 
                geleneğin ağırlığına karşı çıkan Viyana Okulu bilginleri Riegel 
                ve Wieckhoff, antik çağ sanatını çıkış noktası yaparak, bu sanatın 
                geçerli olduğu dönemde algılamanın düzenine, örgütleniş biçimine 
                ilişkin yargılara varmayı düşünen ilk kişiler oldular. Gelgelelim 
                bu bilginler olayın iç yüzünü kavrayışlarının kapsamlılığına karşın, 
                bir yerde kendi kendilerini sınırlamışlar, başka deyişle geç Roma 
                dönemindeki algılamaya özgü biçimsel öz yapıyı göstermekle yetinmişlerdi. 
                Buna karşılık algılamaya ilişkin bu değişimlerde dile gelen köklü 
                toplumsal dönüşümleri sergilemeye kalkışmamışlardı; belki de bunu 
                başarabileceklerinden umutlu değildiler. Çağımız bakımından ise 
                böyle bir saptamanın koşulları daha elverişli gözükmektedir. Eğer 
                çağdaş algılama ortamındaki değişiklikler özel atmosferin çöküşü 
                olarak kavranabilirse, o zaman bu çöküşün toplumsal koşulları 
                da gösterilebilir. 
              Yukarda tarihsel nesneler için önerilmiş olan özel 
                atmosfer kavramına, doğal nesnelere ilişkin bir atmosfer kavramının 
                yardımı ile açıklık getirmek yararlı olur. Doğal nesnelere ilişkin 
                özel atmosferi, -ne denli yakınımızda bulunursa bulunsun- bir 
                uzaklığın biriciklik niteliğini taşıyan görüngüsü diye tanımlamaktayız. 
                Bir yaz günü öğleden sonra dinlenirken, bakışların ufuktaki sıradağ 
                çizgisini ya da gölgesi dinlenmekte olana vuran bir dalı izlemesi, 
                bu dağların ya da dalın özel atmosferini yaşamaktır. Bu tanımın 
                yardımıyla, özel atmosfer kavramının çağımızdaki çöküşünün toplumsal 
                kökenlerini saptamak kolaydır. Söz konusu çöküş, her ikisi de 
                kitlelerin günümüz yaşamındaki artan önemiyle bağıntılı iki olgudan 
                temellenmektedir. Günümüzde kitlelerin(6) 
                nesneleri uzamsal ve insani açıdan ''yakınlaştırmaya'' yönelik, 
                tutku derecesine varan isteği ile, her olgunun biriciklik niteliğini 
                yeniden-üretim yoluyla aşmak eğilimi atbaşı gitmektedir. Nesneyi 
                betim aracılığıyla, daha çok kopyalar, yani yeniden-üretim yoluyla 
                en yakın görünümü içerisinde el altında bulundurma gereksinimi 
                günden güne artmaktadır. Resimli gazetelerle haftalık haber filmlerinin 
                sundukları yeniden-üretimlerin betimden köklü biçimde ayrıldığı 
                ise tartışmasız bir gerçektir. Betimde biriciklik ve süreklilik 
                nitelikleri, ötekilerde ise geçicilik ve yinelenebilir olma nitelikleri 
                yoğun bir kaynaşma içersindedir. Nesnenin çevresini saran kabuktan 
                çıkarılması, özel atmosferinin yıkılması, belli bir algılamanın 
                belirtisidir; bu algılamanın ''nesnelerin tümel eşitliği''ne ilişkin 
                duyumu o denli yoğun bir düzeye varmıştır ki, bu duyum biriciklik 
                niteliğini taşıyan bir nesneden de yeniden-üretim yoluyla elde 
                edilebilmektedir. Böylece kuramsal alanda istatistiğin artan önemiyle 
                belirginleşen olgu, varlığını algılama alanında da duyurmaktadır. 
                Gerçeğin kitlelere göre, kitlelerin de gerçeğe göre kendilerine 
                yön vermeleri, gerek düşünme gerekse görü bakımından boyutları 
                sınırsız bir olgu niteliğini taşımaktadır. 
              
               
               
              NOTLAR 
              1) Paul Valéry: 
                Pièces sur L'art. Paris, p. 105 (''La conqête de I'ubiquité). 
                 
              2)Aslında sanat 
                eserinin tarihinin kapsamı, doğal olarak daha geniştir: Örneğin 
                Mona Lisa'nın tarihi, bu eserin onyedinci, onsekizinci ve Ondokuzuncu 
                Yüzyıl'da yapılan kopyalarını da kapsamına alır. 
              3) Hakikiliğin 
                yeniden-üretiminin söz konusu olmadığından, -teknik nitelikteki- 
                belki yeniden-üretim yöntemlerinin gelişmesi, hakikiliğin ayrımlaştırılması 
                ve sınıflandırılması için gerekli aracı sağlamıştır. Bu türden 
                ayrımları geliştirmek, sanat ticaretinin önemli bir işlevine dönüşmüştür. 
                Sanat ticareti, bir tahtanın yardımıyla yazıdan önce ve sonra 
                çıkartılan kopyaları, bir bakır levhadan ve benzerlerinden ayırmakta 
                somut yarar görmüştür. Tahta baskının bulunuşuyla birlikte hakikilik 
                niteliği, daha sonraki yükselme dönemini yeterince yaşayamadan 
                köklü bir darbe yemiştir. Ortaçağda yapılan her Madonna resmi, 
                yapıldığı dönemde henüz "hakikilik'' niteliğini taşımamaktaydı; 
                bu niteliği ancak sonraki yüzyıllarda, belki en yoğun olarak da 
                geçen yüzyılda kazandı. 
              4) 
                Faust'un en kötü taşra temsilinin bir Faust filminden üstün olan 
                yanı, Weimar'daki ilk temsil ile ideal bir rekabet içersinde bulunmasıdır. 
                Ramp ışıklarından anımsanabilecek geleneksel içerikler ise sinema 
                perdesi karşısında artık değerlendirilemez olmuştur -örneğin Mephisto'nun 
                kişiliğinde, Goethe'nin gençlik arkadaşı Johann Heinrich Merck'in 
                gizli olması ve buna benzer noktalar gibi. 
              5) Abel Gance:Le 
                temps de I'image est venu: L'art cinematographique II.Paris 
                1927,s. 94-96;  
              6) İnsani açıdan 
                kendini kitlelere yaklaştırmak, insanın toplumsal işlevini görüş 
                alanından çıkartmak anlamını taşıyabilir. Ünlü bir cerrahı kahvaltı 
                masasında ve yakınlarının arasında resmeden bir günümüz portre 
                ressamının cerrahın toplumsal işlevini, doktorlarını örneğin Rembrandt'ın 
                "Anatomi''sinde olduğu gibi, izleyicilere daha gösterişli 
                biçimde sergileyen bir onaltıncı yüzyıl ressamından daha belirgin 
                kılabileceği konusunda hiçbir güvence yoktur. 
                
                
               
               
               
                 
                 
               
               
               |